Demokratik Bölgeler Partisi (DBP), 15 Temmuz darbe girişiminin ardından ilan edilen OHAL ile birlikte görevden alınan belediye başkanlarına ilişkin rapor hazırladı.

Diyarbakır’da açıklanan “Demokratik, Ekolojik, Katılımcı, Kadın Özgürlükçü Yerel Yönetim Modeli ve Bir Gasp Aracı Olarak Kayyum Uygulamaları” isimli rapora göre,  2014 yılındaki yerel seçimlerde toplam 102 belediye kazanan DBP’nin 94 belediyesine el konularak kayyum atandı.

Raporda 102 belediyeden sadece sekizine kayyum atanmadığı ifade edilirken, 93 belediye eş başkanının ve 500 belediye meclis üyesinin de tutuklandığı belirtildi.

15 Ağustos 2016 tarihli 674 Sayılı KHK ile belediyelere kayyum atama, taşınır mallarına el koyma ve çalışanlarını görevden uzaklaştırma yetkilerinin valiliklere ve kaymakamlara verildiği hatırlatılan raporda, bu tarihten itibaren DBP’li belediyelerin tamamına yakınına çeşitli operasyonlar yapıldığı ifade edildi.

Kitap haline getirilen raporun giriş bölümünde, 15 Temmuz ardından ilan edilen Olağanüstü Hal (OHAL) ortamında demokratik normların askıya alındığı ifade edilerek, Meclis’in işlevsizleştirilerek ülkenin KHK ile yönetildiği ve son olarak 16 Nisan’da gerçekleştirilen Anayasa değişikliği referandumu ile devam ettiğine yer verildi.

DBP öncülü partilerin ilk olarak 1999 seçimlerinde yerel yönetimlere katıldığı kaydedilen raporda, “Belediyeleri seçimle alamayacağını anlayan AKP iktidarı, halkın iradesini gasp etmek maksadıyla ilk olarak 19 Ağustos 2016 tarihinde 411 Sayılı Torba Yasa Tasarısı ile kayyum yasasını Meclis’ten geçirmek istemiştir. TBMM’de yapılan etkin muhalefet sonucunda bu yasa tasarısı son aşamada torba yasadan çıkarılmıştır. Ancak siyasi iktidar, halkın iradesini gasp etme amacından vazgeçmemiştir. 15 Ağustos 2016 tarihinde imzalanan 674 Sayılı KHK’ya dayandırılarak, DBP’den seçilen belediyelere 11 Eylül 2016 tarihi itibarıyla el konulmaya başlanmıştır. Bu rapor, DBP’li belediyelerimizin kayyum atanana kadar yürüttükleri çalışmaları özetlemek ve belediyelere el konulmasından sonra kayyumların bir yıllık uygulamalarını kamuoyu ile paylaşmak amacıyla hazırlanmıştır” denildi.

Raporun ilk bölümünde DBP’nin yerel yönetimlere bakışı, yerel yönetimlerde demokratik örgütlenme, belediyelerimizin faaliyetleri, kültür sanat, sosyal politikalar, kent-ekoloji-sağlık, ekonomi ve kadın politikalarında getirdiği yenilikler ve yaptığı önemli çalışmalara yer verildi.

Raporun ikinci bölümünde ise, ‘11 Eylül kayyum nedir?’, ‘Demokratik siyasetin tasfiyesi’, ‘Kayyumların yasal dayanakları ve geliş biçimleri’, ‘Kayyumların belediyelerde çalışma tarzları’, ‘Kayyum uygulamaları’, ‘Kültür-sanat, sosyal politikalar, kent-ekoloji-sağlık, kadın politikaları, emekçilere yaklaşım’ ve ‘Belediyelerimize ait projelerin gaspı’ başlıkları altında, DBP’nin 102 belediyesinden 94’üne atanan kayyumların uygulamaları sıralandı.

MECLİSLER ÇALIŞTIRILMIYOR

Kayyumların belediyelerdeki çalışma tarzlarına ilişkin hazırlanan bölümde ise, şöyle denildi:

"Türkiye’nin idari yapılanması, Anayasa’da 'merkezi' ve 'yerel' olarak tanımlanmaktadır. Yurttaşlar da bu iki yapılanmaya oy kullanarak, temsiliyetlerini belirleyerek katılım gösterirler. Merkezi yapılanma, karşılığını TBMM’de bulur; yerel yapılanma ise belediyelerde, belediye meclislerinde ve il genel meclislerinde. Yerel yönetimler açısından belediye meclisleri hem karar organı hem de denetim organıdır. Belediyeye ilişkin çalışmalar mecliste tartışılıp karara bağlanır, yine çalışmalara ilişkin denetim de bu mecliste sağlanır. Öyle ki bütçe yapım zamanları olan Ekim ve aylarında meclislerin aralıksız 20 gün çalıştığı da olur. Bütçe, belediye meclislerinde onaylanmadan uygulamaya konulamaz. Yine meclis kendi içinde seçtiği 'denetim komisyonu' ile eş başkanların ve idari yapının iş ve işlemlerini denetler. Ancak kayyumların atandığı hiçbir belediyede meclis toplantısı gerçekleştirilmemiştir. Halka ait olan belediye bütçeleri kayyumun keyfine ve isteğine göre yapılmaktadır. Bütçelerin nereye harcandığı, nasıl harcandığı belli olmadığı gibi, doğru harcanıp harcanmadığını denetleyen bir mekanizma da bulunmamaktadır. Oysaki Anayasa’nın 127. maddesine göre 'Mahallî idareler; il, belediye veya köy halkının mahallî müşterek ihtiyaçlarını karşılamak üzere kuruluş esasları kanunla belirtilen ve karar organları, gene kanunda gösterilen, seçmenler tarafından seçilerek oluşturulan kamu tüzel kişileridir. Mahallî idarelerin kuruluş ve görevleri ile yetkileri, yerinden yönetim ilkesine uygun olarak kanunla düzenlenir.' Dolayısıyla kayyumlar mevcut durumları ile Anayasa’ya aykırı davranmakta ve yasal olmayan faaliyetler yürütmektedirler.

‘TÜRKİYE KENDİ ANAYASASINI ÇİĞNEMİŞTİR’

Raporun sonuç bölümünde ise şu tespitlere yer verildi:

“Türkiye’nin, 19 Temmuz 2016’da ilan edilen OHAL ile birlikte KHK’lar ile yönetilmeye başlanması, başta yerel demokrasi olmak üzere birçok demokratik ilke ve işleyişi askıya almıştır. Halkın iradesine el konulmuştur. Uluslararası anlaşmalar ve ülkenin kendi Anayasası hiçe sayılmıştır. Nitekim Avrupa Konseyi’nin uzmanlık organı olan Venedik Komisyonu’nun Ekim ayında yayınladığı raporda, Türkiye’nin hem kendi Anayasası’nı hem de uluslararası hukuku çiğnediği açık bir biçimde ifade edilmiştir. Raporda, OHAL’in kaldırılıp, KHK’ların iptal edilmesinin demokrasi açısından önemi vurgulanmıştır.

‘ASIL HEDEF DEMOKRATİK SİYASET’

Ancak asıl hedefin darbe ile mücadele değil, demokratik siyaset olduğu, partimizin Eş Genel Başkanı Sebahat Tuncel’in, belediye eş başkanlarımızın, binlerce üye ve yöneticimizin, yine HDP Eş Genel Başkanları, milletvekilleri, üye ve yöneticilerinin tutuklanması ile açığa çıkmıştır. Yine DBP’li belediyeler bu darbe sürecinde ağır saldırı altında kalmış, halkın yüksek oylarla seçtiği belediyelere el konulmuştur. Atanan kayyumlar marifetiyle belediyelerimizin halkla birlikte inşa ettikleri, başta kültür ve kadın çalışmaları olmak üzere o ‘yer’e ait olan çalışmalar, ağır baskı altına alınıp, tahrip edilmiştir.  

‘HALKLAR VE DEVLET ARASINDAKİ MAKAS AÇILMIŞTIR’

Demokraside önemli bir yere sahip olan yerel yönetimler, kayyum atamaları ve uygulamaları ile büyük darbe almış, iradesi gasp edilen halklar ile devlet arasındaki makas daha da açılmıştır. Merkezi devletin, yıllardır yürüttüğü ‘tekleştirme’ politikaları, halklarda öfke yaratmış, onarılması her geçen gün daha da zorlaşan sonuçlara sebebiyet vermiştir. Tarihsel akış içinde, toplumsal sorunlar, hiçbir döneminde, hiçbir coğrafyada baskı ve zora dayalı politikalarla çözüme kavuşturulamamıştır.

‘TEK YOL YERİNDEN YÖNETİM ÇÖZÜMÜDÜR’

Ortadoğu coğrafyası gibi kaotik bir coğrafyada, yüzyıllardır çözülemeyen Kürt sorununa, savaşa dayalı politikalarla çözüm aramak daha fazla ölüm, daha fazla gözyaşı, derinleşen bir öfke, onarılması güç toplumsal sorunlar anlamına gelmektedir. Güvenlikçi yaklaşımlarla soruna çözüm aramak, Kürtlerin açığa çıkardıkları örgütlü iradelerini gasp etmek, çözümsüzlükte ve savaş politikalarında ısrar etme anlamına gelmektedir. AKP iktidarının ve Türk devlet yapısının, yıllardır denediği ve sonuca ulaşamadığı savaşa dayalı politikalarından vazgeçip, eşit ve anayasal yurttaşlığa dayalı, demokratik yerinden yönetim temelli çözümü esas alması, içine girdikleri derin kaos ve krizden çıkmanın tek yoludur. Bunun için de öncelikle OHAL’in kaldırılıp bütün KHK’ların koşulsuz iptal edilerek, ülkenin normalleşmesinin önü açılmalıdır.”

Raporun tamamı burada.

(Kaynak: Mezopotamya Ajansı)