Cumhurbaşkanlığına adaylığını açıklayan gazeteci Levent Gültekin amacının kimlik, inanç ve mezhep siyaseti yapmayı reddedenleri siyasete el koymaya çağırmak olduğunu söyledi.

DW'den Deniz Çiyan Ünal'a konuşan Levent Gültekin, Türkiye'nin yarınlarından ve çocuklarının geleceğinden endişe eden her kesimden gelen milyonların oylarına talip olduğunu söyledi.

Gültekin 'Seçimlerde şansınızı nasıl görüyorsunuz?' sorusuna "Bu sorumluluk üstlenme meselesine toplum karşılık verirse seçimlerde şansımı çok yüksek görüyorum. Hatta birinci turda bile alınabileceğini düşünüyorum. Bunu neye göre söylüyorum? Çok basit bir şey: Erdoğan'ın baskın bir seçime gitmesinin bir nedeni var. Biri ekonomi, diğeri de bütün anketlerde oyunun yüzde 40-43 bandında olması" cevabını verdi.

Gültekin'in DW'nin sorularına verdiği yanıtlar şöyle:

24 Haziran'daki erken seçimlerde neden aday olma kadarı aldınız?

Levent Gültekin: Türkiye'de iktidar demokrasiden uzaklaşıyor, özgürlüklerimizi kısıtlıyor, adaleti bütünüyle yok etti. Bunun neticesinde ekonomi büyük bir açmaza doğru hızla yol alıyor. Bunun karşısındaki muhalefet ne yazık ki iktidarın bu gidişatını durduracak basireti, cesareti, aklı, siyasi stratejiyi ortaya koymayı başaramadı. Şimdi ülkemizin kendisi artık tehlike altında (…) Bu ülkenin evladı olarak kendime buradan vazife çıkardım. Bu aslında bir adaylık meselesi olmaktan çok bir sorumluluk üstlenme.

Peki siyasi duruşunuz nedir?

Kendimi sadece demokrat olarak tanımlıyorum.

Adaylığınıza destek arıyorsunuz. 24 Haziran'da sandığa gidecek olan seçmene vaatleriniz neler?

Türkiye'de hukuk yok. Birinci önceliğimiz süratli bir şekilde gerçekten tarafsız bir hukuku tesis etmek.

İkincisi, Türkiye referandumla bütün yetkilerin tek adama devredildiği bir rejime geçti. Bunu süratle yeniden geçmişteki eksikleri de dikkate alarak güçlü, parlamentonun etkin olduğu, kurumlardaki bağımsız yargının işlediği, denge denetlemenin birbirinden ayrıldığı, kuvvetler ayrılığının çok belirgin olduğu yepyeni bir sisteme ulaşmak için bir zemin oluşturmak. 

Üçüncüsü, bütün kesimlerin özgürlüğünü, hakkını, hukukunu, yaşam tarzını, giyimini, kuşamını, inancını, mezhebini, ideolojisini teminat altına alan, insan hakları beyannamesi çerçevesinde toplumsal bir sözleşme adını verdiğimiz anayasanın hazırlamak.

Dördüncüsü, bütün bu otoriter anlayışın neticesinde ekonomi büyük bir yara aldı. Süratle ekonomide acil tedbirler alıp, özgürlükçü bir ortama geçmek ve ekonominin canlanmasını sağlamak.

Beşincisi ise eğitimde mutlaka kalıcı ve köklü atılımlar yapmak, çünkü eğitim çöktü.

Ama en önemlisi bütün kesimleri bir masa etrafında toplayabilecek o masayı kurmak, tartışmak ve sorunlarımızı elbirliğiyle halletmek.

Siz bir siyasi partiye bağlı değilsiniz. Bağımsız aday olabilmek için gerekli olan 100 bin oyu toparlayabileceğinizi düşünüyor musunuz?

Burada esas olan toplumdur, milletimizdir. Eğer toplumumuz, kendi insanlarımız çocuklarımız, kadınlarımız,  gençlerimiz, işçilerimiz, iş adamlarımız, ev hanımlarımız kendi kaderlerine sahip olmak için ortaya çıkmazlarsa, tek başıma hiçbir şey yapamam. (…) Ama toplum, "Tabii ki biz de senin gibi birisini istiyoruz, biz de çok endişeliyiz, biz de çocuklarımızın geleceğinden ve ağzımızın tadının kaybolmasından huzursuzuz" diyerek destek olacaksa imza sorun olmayacaktır.

Arkanızda sizi siyasi ve finansal olarak destekleyen bir grup, oluşum veya hareket var mı?

Hayır, hiç kimsenin desteğine ihtiyacımız yok. Bu bir demokrasi mücadelesidir. (…) Mesela, 3 bin lira maaş alan biri, "Bir maaşımı göndermeye hazırım" dedi. Ya da "30 bin liralık bir arabam var, hemen satıp gönderebilirim" diyen insanlardan mesaj alıyorum. Dayanağım bu. (…) Ben kendimce bir fedakarlıkta bulunuyorum. Ben hayatımı ve itibarımı riske ediyorum, canımı ortaya koyuyorum. Hiçbir makam mevki, özellikle siyasi anlamda bir mevki planım yok.

Erken seçim kararını nasıl değerlendiriyorsunuz? Sizin için sürpriz oldu mu?

Bu bir erken seçim değil ki, bu bir baskın seçim. İktidarın gelen ekonomik yıkımın faturasından kaçmasıdır. Çünkü diyelim ki seçimi üç-beş ay daha sonra yapsaydı ekonomideki yıkımın faturası daha büyük bir şekilde önüne çıkmış olacaktı. İktidar büyük bir korkuyla, büyük bir panikle bir gasp anlamına gelebilecek şekilde ve akılalmaz bir şekilde erken seçim kararı aldı. 60 gün sonraya erken seçim koymak demek "Ben seçimi dün yaptım" demektir.

Seçimlerde şansınızı nasıl görüyorsunuz?

Bu sorumluluk üstlenme meselesine toplum karşılık verirse seçimlerde şansımı çok yüksek görüyorum. Hatta birinci turda bile alınabileceğini düşünüyorum. Bunu neye göre söylüyorum? Çok basit bir şey: Erdoğan'ın baskın bir seçime gitmesinin bir nedeni var. Biri ekonomi, diğeri de bütün anketlerde oyunun yüzde 40-43 bandında olması. Öbür tarafta yüzde 60 var. Diğer taraftan da Erdoğan'a mecburiyetten oy veren bir kesim var yüzde 40'ın içerisinde. Hem AK Parti tabanına sıcak gelebilecek, onların da güvenebileceği, onların da dilini anlayabilecek ve aynı zamanda bu tabanı yüzde 60 ile birleştirebilecek bir aday çıkabilirse bence ilk turda alır. Peki, bunu yapabilir miyiz? Bunu seçim süreci gösterecek.

Siz yerleşmiş bir siyasi partiden aday değilsiniz. Örneğin birçok Avrupa ülkesinde köklü partilerin yerini siyasi hareketlerin aldığını görüyoruz. Fransa'da Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron'u böyle bir hareket iktidara taşıdı. Ancak böyle bir durum Türkiye'de bugüne kadar görülmedi. Sizce Türk seçmeni buna hazır mı?

Yeni teknolojinin yarattığı bir insan türü var. Onların nezdinde sağcılık ile solculuk çok belirgin birer renk değil. Siyaset artık hizmet üzerinden yarışa dökülmelidir. Kim daha iyi eğitim verecek, daha iyi ekonomi yapacak, çevreyi daha yaşanabilir hâle getirecek, barış ortamı sağlayacak, bu yeni neslin dilini anlayacak, özgürlüğü daha da yaygınlaştıracak… Bütün bunlar ülkelerde gelişmeye başlayan yeni değerlerdir. Sadece Fransa’da değil, Türkiye’de de bu değerleri benimseyen, bütün anketlerin bize gösterdiği bir yüzde 45 var. Özellikle Konda'dan Bekir Ağırdır'ın söylediği çok önemli bir cümle var: Yüzde 45 kendini şu anda mevcut aktörlerden hiçbirine yakın hissetmiyor, hiçbir partiye umut bağlamıyor ve mevcut aktörlerin sorunları çözemeyeceğini düşünüyor. İşte o yüzden yüzde 45 dediğimiz yeni insan türüdür. Yani kimlik, inanç, mezhep, ideoloji üzerinden siyaset yapmayı reddeden insanlardır. Onlar Fransa ve İtalya'da olduğu gibi Türkiye'de de var. Bu, bütün dünyada gelişen yeni bir siyaset anlayışı. Türkiye’de de gelişiyor, büyüyor. Tam da bunu organize etmek, siyasete el koymaya çağırmaktır bu.

Yani siz insanları siyasete el koymaya çağırıyorsunuz...

Evet. Benim yaptığım bu değerleri benimsemiş insanların ülke yönetiminde söz sahibi olmasını sağlamaktır.