AKP’nin yerel seçimlerde yüzde 30 bandında kalacağı öngörüsünde bulunan Saadet Partisi İstanbul Milletvekili Cihangir İslam, “AK Parti’deki kayıp devam ediyor. Gemi su alıyor. Fakat deliğin artık MHP yaması ile kapatılacağını zannetmiyorum” dedi. 

“Bu suça ortak olmayacağız” bildirisine imza attığı için Kafkas Üniversitesi Tıp Fakültesi’ndeki görevinden ihraç edilen hak savunucusu ve eski Mazlum Der’in kurucularından Prof. Dr. Cihangir İslam, AKP iktidarının baş aşağı gidişinin durdurulmayacağını söyledi.

Saadet Partisi’nden İstanbul milletvekili seçildiğinden bu yana Meclis’te yaptığı konuşmalarla AKP’nin tepkisini toplayan İslam, AKP-MHP ittifakı, yeni yönetim sistemi ve yerel seçimler üzerine Mezopotamya Ajansı’ndan Berivan Altan ve Selman Güzelyüz'ün sorularını yanıtladı.

İslami kesime ait itirazlar üzerine yükselip iktidara gelen AKP’nin bugününü nasıl değerlendiriyorsunuz? 

Öncelikle AK Parti’yi düzgün tanımlamak lazım. AKP Parti olağanüstü dönem partisidir. Yani 28 Şubat döneminde olağanüstü şartlarda kurulmuş bir partidir. O şartlarda Refah Partisi ve Fazilet Partisi art arda kapatılmış, bu dönem içerisinde yükselişte olan Refah Partisi adeta bölünmeye zorlanmıştır. O dönemde de diyorduk, bu dönemde de diyoruz AK Parti’ye küresel güçler tarafından yüklenen birinci misyon, küresel kapitalizmin bu ülkedeki tesisatı görevi olmuştur. Yani kapitalizmin borularının döşenmesi görevi verilmiştir. İkincisi, Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) kapsamında bugün Ortadoğu’daki huzursuzlukların temel kaynağı diyebileceğimiz bir projedir. Bir anlamda o da AK Parti’yi ifade ediyor. O fonksiyon onun üzerine yüklenmiştir. Üçüncü nokta, daha çok özel ve daha arka planda belki tartışılan bir noktadır. İslam’ın belli bir yorumunu, ben bunu İslami algının, anlayışın kapitalizme ile ve kapitalist değerler ile uzlaştırılması çabası olarak görüyorum. Bir anlamda dinler tarihine baktığımızda, Hristiyanlık tecrübesi içinde gördüğümüz Protestanlaştırma çabası içinde değerlendirilebilir. Bu fonksiyonu icra etme üzerine gelmiştir.

Başarılı olup olmadığı noktasındaki değerlendirmeniz nedir?

Küresel kapitalizmi büyük oranda sokmayı başarmıştır. Düşünün Türkiye yaklaşık olarak 500 milyar dolar borca imza atmış ve bunun hemen hemen tamamı betona, lüks tüketime, lüks arabaya, uçağa vb. Silahlanmayı da buna katabiliriz. Şimdi bu çerçevede değerlendirdiğimizde AK Parti sözünü vererek iş başına geldiği o birinci noktada bir anlamda kendi elinden geldiğince yerine getirebilmiştir. BOP, sınırların tekrar düzenlenmesi ve enerji havzalarının bir anlamda kontrol altına alınması gibi hedefleri olan bir şey. Sınırlar değişkenlik gibi gösteriyor ama genel olarak baktığınızda bu Ortadoğu halklarının istediği düzlemde gitmiyor. Bölgede yine süper güçleri görüyorsunuz. Herhalde BOP’ta amaç bu kaostu. Bir diğer nokta İslami inanç algısını kapitalizme uzlaştırılması. Bundan Protestanlık denilen bir anlayış çıkabilir. Ben burada bir mezhebi mahkûm etmiyorum. Ancak İslami değerler açısında baktığımızda, sömürü ve kul hakkı gibi kavramları dikkate aldığımızda, imkânsız olanın topluma benimsetilemese de giydirildiğini görebiliyoruz.

Biraz daha açar mısınız?

Yani bir haksız kazanç elde eden bir zümre yaratılmıştır. Bakın son 16 senede iki kesimin büyüdüğünü görüyoruz. Dolar milyonları ve yoksulluk. Bu aslında haksız kazancın gözümüzün önünde cereyan ettiği anlamına gelir. En yüksek gelir grubu ile en düşük gelir grubu arasında ki fark açılmıştır. Şöyle bir kandırmaca yaklaşıma girilir ve denir ki; kişi başına milli geliri 10 bin dolara yükselttik. Peki, dört kişilik bir aile düşünün. Dört kişilik bir ailenin yıllık geliri 40 bin dolar olması beklenir. Bu 40 bin doları altı ile çarpalım aşağı yukarı bu dört kişilik ailenin yıllık milli geliri 240 bin TL olur. Bu ayda 20 bin TL ye tekabül ediyor. Şimdi soruyorum; Türkiye’de hangi ailenin hanesine 20 bin TL giriyor. İşte kandırmaca olduğunu görüyoruz. Evet, Türkiye üreterek kalkınmasını devam ettiren bir ülke olmadı. Türkiye borçlanarak kalkınmaya çalışan ve kalkınmayı da rasyonel olamayan bir şekilde gerçekleştiren konuma düştü. Elinize bir sermaye geçse bunu ilk önce gelir getiren bir kapıya mı yatırırsınız yoksa gider hemen kat, yat araba gibi tüketime mi harcarsınız? Bu yolu seçerseniz kısa sürede arabaya ve aldığınız o yatta koyacağınız yakıtta kalmaz.
 
Gelinen noktada AKP ülkeye ne bırakmış oldu?

AK Parti iktidarı döneminde elimizde kalan Saray kültürü oldu. Zihinsel üretimin durması oldu. Bakın 90’lı yıllarda yüksek performans gösteren entelijansiyanın (aydınlar topluluğu) yok olduğunu görüyorsunuz. Yani fikir üretimi yok. Muhafazakâr kesimin kendi gelişini daima demokratik ortamlara olabiliyor. Yani işin içine olağanüstü dönemler girdiğinde bu kültürel açılım gerçekleşmiyor. AKP zihin üretim alanını da çoraklaştırmıştır. Netice de bu düşünen insanlar ya memurlaştırılmış ya televizyon üzerinde yandaş olarak devşirilmiş. Entelektüelin bağımsız ortamı maalesef lağvedilmiş. Başka bir kesim var, muhalefette kalan bir kesim. Bayrağı onlar taşıyor şimdi. Elbette bu zihinsel üretim devam edecek.  
 
Ortaya getirilen şeyin adalet olmadığını görüyoruz. Hapishanelerdeki insan sayısı artmış, tüm muhalefet o veya bu nedenle susturulmaya çalışılmış. Otoriter rejim kimliğe bakmaz, otoriter rejim iktidarı destekleyenler ile desteklemeyenleri ölçü alır. Yani bir anlamda egosantrik bir sınıflandırma yapar. Benim teklifim şu olmuştu en son. AK Parti’nin açık ismi Adalet ve Kalkınma Partisi’dir. Ben onlara Adalet kavramını iptal edin demiştim.

Yaptığınız değerlendirmeler çerçevesinde, getirdikleri yeni hükümet sistemini nasıl değerlendirmek gerekiyor? 

AK Parti netice olarak bir anlamda baştan itibaren reel siyaset yapacağını ilan etmiş bir partidir. Reel siyaset kavramına baktığınızda sıcak gibi görünür ama bunu hangi anlamda kullanıldığı önemlidir. Real siyasette kast edilen şey ‘siyasetin ancak ve ancak bir menfaat birliği olması’ halinde bir geçerliliği olacağı düşüncesidir. Aslında bu görüş bile karşısında olduklarını iddia ettikleri materyalist anlayışın adeta içselleştirilmiş bir cümlesidir. Bizim için siyaset elbette ki menfaat ilişkilerini düzenleyen bir mekanizmadır ama ahlakın şemsiyesi altında olması gerekir. AK Parti bu ülkede bilginin, mantığın ve ahlakın zeminini yok etmiştir. O yüzden sık sık söylediğimiz gibi radikal makyavelisttir. Yani iktidarda kalmak için tüm ideolojik araçları ve tüm ideolojik baskı araçlarını kullanmıştır ve kullanmaktadır. Başkanlık sistemi niçin gündemimize geldi. AK Parti tek başına iktidarda kalamayacağını hissetti. Yani yüzde ellilerde olma rüyası bitti. Benim tahminim mahalli seçimlerde de AK Parti yüzde 30 bantlara gelmeyecektir. Onun bir tedbiri olabilir. İkinci olarak AK Parti her zaman yargıyı bir yük olarak gördü. Yani denetlenmek istenmeyen bir mekanizma içerisinde çalışmak istiyorlar. Tek kişinin yönetmesi ile işlerin kolaylaşacağını sanıyorlar ama sadece kendilerinin değil tüm ülkenin başına dert açıyorlar. Böyle bir demokrasi yok. Aslında böyle bir insani yönetim yok.  Biran önce bu sistemi hukuk devletine doğru evirtmeliyiz.
 
1 Kasım tarihinde Meclis’te yaptığınız konuşmanın bir bölümünde “Ortada bir çatışma varsa bu illa doğru ile yanlışın çatışması değildir, doğru ile yanlış çatışır, yanlış ile yanlış da çatışır; batıl ile batıl da çatışır. 15 Temmuz akşamı iki batılın çatışmasını seyrettik” dediniz. İktidar buna hayli kızdı. Neden? 
 
Hukuk kitaplarını açın medeni hukukta batıl evlilik diye bir şey göreceksiniz. Batıl evlilik, evli olan bir insanın bir başkası ile evlenmesi yani denetimden kaçmış bir şekilde o evlilik meydana gelmiş. Ama eşlerden bir tanesinin de bir başkası ile medeni nikâhı var. Yani iki medeni nikahtan ikincisine batıl evlilik deniliyor. Geçersiz, hükümsüz ve boş. Yani legal değil, aslında ettik de değil, diyor hukuk. Bizim orada bundan kastımız şudur; siz eğer siyasetçiyseniz nikâhınız milletle, halkla kıyarsınız. Onların temsilcisi olursunuz. Onların denetiminde çalışırsınız. Yani sizin siyasi çerçevenizi onlar belirlemiştir. Ya da sizin sunduğunuz çerçeveye onay almışsınız. Diyoruz ki siz milletten gizli olarak bir toplulukla bu dini de olabilir ideolojik de olabilir. Önemli olan yetkisi, ehliyeti ve liyakati olmayan bir toplulukla yönetimi paylaşmışsınız. İşte bu ilişkiye biz yanlış diyoruz. Boş diyoruz. Ben ortopedi doktoruyum. Farz edin sizde bana bir hasta olarak müracaat ettiniz. Ortopedik bir şikâyetiniz var ve dedim ki bir operasyon yapmam gerekir dedim ve sizde bana güvenerek bana yetkiyi verdiniz. Siz benim ameliyatımı yapın dediniz. Biz sizi narkozla uyuttuk ve siz uyurken ben arkadaşımı aldım onu da ameliyata soktum ve ortaya bir komplikasyon bir problem çıktı. Yani başınızı ağrıtan bir problem çıktı. Şimdi burada sorumlu olan sadece doktor mudur yoksa yanında gelen o insan mıdır yoksa ikisi birden midir? Bana göre ikisi birden. Yani ehliyeti ve liyakati olmadığı halde bilerek bu insan bu gayri meşru teklifi kabul etmiş ve olayın içine dâhil olmuştur. Ama tabiri caiz ise, sadece tartaklanan doktorun daha sonra sizin rızanız dışında çağırdığı kişi olmuştur. Şimdi siyasi iktidarın burada sorumluluğu nedir? Benim sorduğum soru odur. Bu iki suçludan sadece darbecileri sorumlu tuttuk. Fakat bu darbecilerin daha önceki tarihleri var. Yani milletin verdiği yetkiyi başkası ile paylaşarak kullanan bir şey var. Benim demek istediğim şey budur.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “herkes yoluna” açıklaması ardından, AKP-MHP arasında yeniden seçim görüşmesi gerçekleşmesi ve bir ortaklaşmaya gidilmesini nasıl değerlendirdiniz?

Artık delik büyümüştür. AK Parti’deki kayıp devam ediyor. Gemi su alıyor. 24 Haziran’da yüzde 42 dedik anketler bunun çok daha aşağılarda olduğunu da gösteriyor. AK Parti’nin belediyeleri elde tutma garantisi ortadan kalmıştır. Şuanda kendine bir ortak arıyordu ve onla ortaklık yapabilen bir tek MHP vardır. Aslında onların ittifakı 24 Haziran’da değil 17-25 Aralık’tan bu yana devam eden bir ortaklıkları vardır. Tabi AK Parti’nin icraatına ortak olanlar onların siyasi faturasına da ortak olmayı kabul etmiş demektirler. Çünkü seçmen bunu da dikkate alacaktır. Fakat deliğin artık MHP yaması ile kapatılacağını da zannetmiyorum. Gemi su almaya devam ettiği için delik daha da büyümüştür. Mahalli seçimlerde halkımızın ciddi bir ikaz geliştireceğini düşünüyorum.

Bu aşamada muhalefete nasıl görev düşüyor?

Ortada parçalı bir muhalefet var. Hatta muhalefet partilerinden bazıları bir birlerine düşman olmasalar dahi bir arada görünmenin kendilerine siyasi kayıp getireceğini ifade ediyorlar. Ama bana göre Türkiye’de referandumda ortaya çıkan 24 Haziran’da da süren ortak tutum devam ettirilmeli. Bu kendiliğinden, mahalleden insanlar kendi ortak çabaları ile bir şeyler yaptı. Bunu çok önemsiyorum. Bunların hepsinin anlamı ‘Biz farklıyız ama bir arada yaşayabiliriz’ ilkesine ve bir birimize saygı sevgi çerçevesinde tarihi böyle yazabiliriz anlamı ifade ediyordu. Bence bu tutumun sürdürülmesi gerekir. Yani bir kesimin hainleştirilmesi,  sürekli bir öteki olarak yaratılması, tüm bu ötekileştirmelerden kurtulup, bir arada yaşanmanın temelleri altında bunun yapılması gerekir. Bunun tek çıkar yolu da farklılıklarımıza saygı göstererek, farklı olanı en az kendimiz kadar yaşamaya hakkı olduğunu kabul ederek, kabul etmek. Bu aslında Türkiye’de yeni bir yaşamı da restore etmektedir. Yeni bir paradigma referandumdan itibaren ortaya çıkmıştır. Bizde yüzde 50’ye yakın direnen bir kesim vardır. Bunun ucu açıktır. Yani demokrasi tarafını tutan, bir arada yaşamayı gündeme getiren kesimin önü açıktır. Ben bunun inşallah daha da büyüyeceğini umuyorum.

Muhalefetin ittifak çalışmaları nasıl gidiyor?

Muhalefetin ittifak meselesi halk içinde aşılmış bir problem. Bence HDP’nin İYİ Parti’nin, CHP’nin ve Saadet Parti’nin ittifakı birlikte gerçekleştirmesi gerekir. Ben bu ittifaktan kaynaklı siyasi bir kaybın olacağını sanmıyorum çünkü tabanda bu durum aşılmıştır. Çoktandır aşıldı. Bu noktalar çok önemli. Türkiye ancak çoğulcu bir demokrasi ve hukuk devleti ile önünü açabilir. Yani etnisite olarak kendisini Türk olarak tanımlayan herkese söylüyorum ve diyorum ki eğer kendiniz için istediğiniz Kürt kardeşleriniz için istemiyorsanız sorun daha çözülmemiş demektir.
 
Bu mahalli seçimlerde özellikle bir arada yaşamayı ve demokrasiyi insan haklarını savunan partiler bunun yukardan bir ittifak olması gerekmiyor. Çünkü her yerelin, her ilin, içerisindeki farklı ilçenin işleme ihtimali yüksek olan kombinasyonlar ve ittifaklar mümkün. Önemli olan dürüst ve çalışkan insanları iş başına getirmek ve birlikte yönetmeyi öğrenmek.

AİHM’in HDP eski Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş hakkında verdiği tahliye kararı ve hükümet cephesinin “hamle yapar, işi bitiririz” çıkışını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayip Erdoğan, 1999-2002 yıllarında haklı olarak siyasi yasaklı olma, milletvekili adayı olmama gibi yargının aleyhte kararı ile karşılaştı ve AİHM’e başvurdu. O dönemde kendisini destekledik çünkü bu bir hak ihlaliydi. Yani hak ihlalinin kimin hakkında olması problem değil. Problem olan hak ihlalinin kendisidir. Türkiye’de bu siyasi ahlakın yerleşmesi lazımdır. O yüzden Meclis kürsüsünde konuya ilişkin seslendim ve cevap bekliyorum. Şimdi karşı çıkıyorsunuz ama hükümet değil karşı çıkan sayın cumhurbaşkanı. Zaten hükümet kanadının da onun hilafına söz söyleyebileceklerini sanmıyorum. Yani niçin karşı çıkıyorsunuz. Bu tutukluluğun kalkmasına dair bir karar alınmış. Türkiye AİHM’e imza koymuş bir devlettir. Devlette de devamlılık vardır. O yüzden yöneticilerin bireysel görüşleri bu yükümlülüğü ortadan kaldırmaz. Bir an önce Sayın Demirtaş ve arkadaşları tahliye edilmeleri gerekir.