Seçimlere sayılı günler kalınca köşe yazarları da oylarının rengini belli etmeye başladı. T24’te Hasan Cemal oyunu Mustafa Sarıgül’e, CHP’ye vereceğini açıklarken Aydın Engin ise ‘CHP’ye neden oy verilir ki?’ diye sordu. İşte Aydın Engin’in o yazısı:

‘CHP’YE NEDEN OY VERİLİR Kİ?’

Bir akademisyen, Zeynep Gambetti, HDP (Halkların Demokratik Partisi) Danışma Kurulu ve –yanılmıyorsam- YSGP (Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi) üyesi, bir tweet attı.  HDP’nin İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı yarışından CHP adayı lehine çekilmesini önerdi.

Hürriyet hemen üstüne atladı. Haberleştirdi.

Haberci gözüyle bakarsak Hürriyet haklı. Bu bir haber. Saygın bir akademisyen, yerel seçimlere HDP çatısı altında giren bir siyasi partinin (YSGP) üyesi ve kendi partisi yerine bir başka partiye (CHP’ye) oy verilmesini öneriyor.

HDP ve özellikle YSGP saflarında ortalık karıştı. Gambetti’nin tutumunun siyasal etikle bağdaşmadığı, sorunu üyesi olduğu partide (YSGP), ayrıca Danışma Kurulunda yer aldığı partinin (HDP)  içinde tartışmaya açmak yerine Twitter gibi bir mecrada herkese açık bir öneri üretmesi yadırgandı.

Yadırgayanlar da, eleştirenler de –bence- büyük ölçüde haklı.

Eleştiriler karşısında Zeynep Gambetti –yine bence- epey naiv bir açıklama yaptı.

Hürriyet’ten aktarıyorum:

“…Ben siyasal bir aktör değilim. Ben basit bir Twitter kullanıcısıyım. Ben HDP Danışma Kurulu’ndayım fakat partili değilim……Bunu Twitter yasağıyla ilgili olarak attım. Gerçekten beni basit bir Twitter kullanıcısı olarak görün. Ona tepkim, 'bıçak kemiğe dayandı' buydu”.

Gambetti’nin açıklamasını Twitter’in Tayyip Erdoğan’ın gazabına uğrayıp ”erişim engelleme” cezasına çarptırıldığı gece yüzbinlerce (milyonlarca?) “basit bir Twitter kullanıcısı”nın haklı öfke çığlığı olarak algılamaktan, değerlendirmekten yanayım.

Ve daha önemlisi Zeynep Gambetti böyle düşünen tek kişi, tek seçmen değil.

Aylardır CHP kanadından, CHP seçmeninden benzer baskılar, talepler, öneriler yağmur gibi yağıyordu ve yağıyor.

Sadece CHP seçmeninden, kemalist gruplardan mı?

Bakın çevrenize “Başka zaman olsa ve 40 oyum olsa bir tanesini bile Sarıgül’e vermezdim. Ama bu defa durum farklı. AKP’yi çökertmenin yolu İstanbul’u kaybetmesinden geçecek. Ötesi berisi yok: İstanbul’da oylar CHP’ye!..” diyen az kişi mi var?

Böyle düşünenler “AKP gitsin de yerine kim gelirse gelsin” mantığından yola çıkıyorlar.

Bununla yetinilmiyor, ekleniyor: “Evet kim gelirse gelsin. Nasıl olsa MHP tek başına gelmez, ayrıca gelirse de AKP’den, hele hele tek başına AKP demek olan Tayyip Erdoğan’dan daha kötü olamaz ya”…

Siyasetin acı bir ironisi  ama hiç de haksız değiller. Çünkü AKP’den, tek başına AKP demek olan Tayyip Erdoğan’dan daha kötüsünü bulmak sahiden zor.

Ama “iktidardan düşmüş bir AKP” hesabında öne çıkan siyasal parti CHP. “Gambettigiller”in hareket noktası da bu.

Şimdilik hiç olmazsa İstanbul yerel seçiminde oyların CHP’ye akıtılmasını önerenler bu noktadan yola çıkarak önerilerini temellendirmeye çabalıyorlar.

Peki bu hesap doğru mu ?

Peki bu hesap haklı mı ?

Be seçimlerde baraj yok. Olsaydı  CHP barajı rahat rahat aşan, HDP ise  barajı zorlayan bir parti.  Öyleyse…

*    *    *

Gelin bir başka açıdan bakalım:

Bu seçimde sandık başına gidecek olan:

Biiiiir: Kürtlerin;

İkiiiiii: HDP çatısı altında BDP ile elele tutuşmuş sosyalist solun;

Üüüüç: Bu seçimlerde ilk kez seçmen olup oy kullanacak “Gezi çocukları”nın…

Evet,bu üç kesimin oylarını hak etmek için CHP ne yapıyor?

Soruyu başka türlü soralım: Bu kesimler oylarını neden CHP’ye versinler?

Siz dilerseniz soruya (özellikle son soruya) kendi cevabınızı üretedurun, ben bu uzamış yazıya burada bir noktalı virgül koyayım ve yarın devam edeyim;

İkinci yazı:

OYUM OYUM, DEĞERLİ OYUM

Bu mesleğe girdim gireli, yani çok çok yıllar önceden beri hiç seçim tahmini yapmadım. Daha doğrusu yaptım da kendime sakladım ve sandıklar açılınca bazan şaşırdım, bazan “Az daha on ikiden vuruyormuşum” diye kendi kendime öğündüm.

Kuşkusuz yazdığım yazılarda, ürettiğim seçim haberlerinde kendi oyumu nereye vereceğimi açıkladığım pek çok seçim oldu. Ama okurlara dönüp “Ben oyumu şu partiye vereceğim, siz de ona verin. Çünkü doğru siyasal tavır budur, tamam mı” gibi akıl vermekten oldum bittim uzak durdum.

30 Mart seçimleri için de bu tutumumu değiştirecek değilim.

Bir seçmenim .Bir, tek bir oyum, var ve yurttaş olarak benim oyum benim için çok değerli. Oyumu nereye vereceğime ben, tek başıma ben, karar veririm. Aklımın erdiği, siyasal tercih yetimin elverdiği kadarıyla bir karardır bu ve bu benim doğrumdur.

Ancak benim doğrumun tek doğru olmadığını da iyi bilirim. Demokrat olmanın böyle bir bilinçle donanmak olduğuna inanırım.

Oysa kimileri, hem de sayıları hiç de az olmayan kimileri var ki kendi doğrusunun tek doğru olduğuna iman etmiştir; hiç kuşkusu yoktur. Farklı düşünene, kendisinden farklı yönde oy kullanacak olanı en hafifinden sapkın, dahası hain, hatta düşman görür. Hele Twitter, Facebook gibi mecralarda kılıç sallayan cengâverler en ağırından hakaretleri pervasızca savurma hakkını kendilerinde görürler.

Oralardan bana yönelen “mesajlar”, verilen akıllar beni ne etkiliyor, ne ilgilendiriyor. Herkesin kendi doğrusu yönünde oy kullanma özgürlüğünü ödünsüz savunmaktan yanayım…

Kişisel tutumuma ilişkin bu kadar açıklama yeter.

Şimdi 30 Mart seçimlerine gelelim…

*    *    *

30 Mart’ın bir yerel seçimin çok ötesine geçtiğine, bir genel seçimden de öte, bir referanduma dönüştüğüne kuşku yok. Zaten biz istemesek de artık “Kanun da benim, devlet de benim” aşamasına ulaşmış (“düşmüş” diye de okunabilir) Başbakan bu seçimi böyle anlamlandırıyor, böyle meydan okuyor.

Meydan okuması kabulümüzdür.

Sonuçta biz mi kazanırız, o mu?

Soruya cevap aramak yerine sorunun kendisini irdelemek, tartışmak daha yararlı.

30 Mart’ta AKP’nin, yani Tayyip Erdoğan’ın  kaybetmesi ya da kazanması ne demektir?

Ne olursa o kazanmış, ne olursa o kaybetmiş olacak?

Ben AKP’nin toplam oy oranında okkalı bir düşüşün, Erdoğan ve tayfasının kaybetmesi anlamına geleceği kanısındayım.

Son yerel seçimlerde AKP yüzde 38.8 oy almıştı. Ama bizzat Başbakan ilan etti: Bu seçim artık bir yerel seçim değil, bir genel seçim bile değil, bir referandum. Öyleyse seçim terazisi 2011 seçim sonucuna göre tartacak. Yani AKP’nin oy çıtası yüzde 49,8’de duruyor. Kazanması bu oranın üstüne çıkması, kaybetmesi bu oranın altına inmesi anlamına gelecek. Birkaç puanlık fark çok anlamlı olmayabilir, ama ciddi bir düşüş “kaybetmek” demektir ve bu düşüş Erdoğan’ın da düşüşün başlangıcı anlamına gelecek.

İstanbul, Ankara gibi simgesel anlamı yüksek kentlerde belediye başkanlığını AKP adayları kazansa bile, eğer toplam oy oranında önemsenmeye değer bir düşüş yaşanırsa  bu da AKP’nin kaybetmesi anlamına gelecek.

Daha kestirme bir deyişle: Erdoğan’ın ülkeyi sürüklemekte olduğu yolun tıkanması AKP oylarındaki ciddi bir düşüşle mümkün olacak.

Bu durumda “CHP mi çok oy aldı, MHP mi oylarını artırdı, HDP mi genel seçim olsa barajı aşabilecek bir düzeye yükseldi” gibi sorular çok da anlam taşımıyor.

Peki bu durumda “Oylar CHP”ye diye dayatmanın, farklı düşünenleri “sapkın, düşman, suç sayılacak ölçüde yanılmış” olarak nitelemenin nasıl bir açıklaması, nasıl bir savunusu olabilir?

Yineliyorum: CHP ile ilgili herhangi bir eleştiri ileri sürmüyorum. Bu, bu yazının konusu değil. Önemli ve anlamlı olan, oyların CHP’ye, HDP’ye, MHP’ye gitmesi değil, AKP’ye gitmemesi.

Ha, “Oylar CHP’ye verilmelidir” dayatması ile ortaya çıkanlar ağırlıklı olarak İstanbul’u hedefliyorlar ve “Topbaş gitsin, Sargıgül gelsin” demektelerse…

Teşekkürler ben almayayım.

Aylar önce “Çare Sarıgül ise çaresisiziz demektir” başlığıyla bir Tırmık yazdım.

Görüşümde herhangi bir değişiklik yok…