Radikal yazarı Cengiz Çandar, Suriye’nin geleceğinin konuşulduğu Münih’teki Güvenlik Konferansı’nda dün varılan ‘ABD-Rusya uzlaşmasının’ “Türkiye’nin aleyhine dönmüş durumdaki ‘Kuzey Suriye dengesini’ bulunduğu noktada sabitleştirerek, Türkiye’nin ‘askeri hesapları’nın önüne de bir ‘set’ çekmiş olarak anlaşılmaya müsait” olduğunu yazdı. Çandar, “Türkiye, bırakın "Suriye'nin geleceği"ni belirlemeyi, sınırının 30-40 kilometre ötesine hükmedemiyor” dedi.

Bugünkü köşesinde “‘Ortadoğu’da artık bizden habersiz hiçbir şey olamazdı’, ‘Ortadoğu’da artık oyuncu değil kurucu’ idik. Artık ‘oyuncu’ olduğumuz bile tartışmalı hale geldi” diyen Çandar,”’Nüfuz’umuz, Halep’e bile uzanamaz halde” ifadesini kullandı.

Cengiz Çandar’ın Radikal’de “Ankara'nın Halep açmazı” başlığıyla yayımlanan (13 Şubat 2016) yazısı şöyle:

Türkiye, bırakın "Suriye'nin geleceği"ni belirlemeyi, sınırının 30-40 kilometre ötesine hükmedemiyor.

Münih’te dün kimilerince Suriye’de iç savaşın başladığı 2011 yılından bu yana en önemli “uluslararası karar” sayılan adım atıldı ve Amerikan ve Rus dışişleri bakanları John Kerry ile Sergei Lavrov’un başını çektiği Uluslararası Suriye Destek Grubu (ISSG-International Syria Support Group) “Suriye’de hasmane faaliyetlerin durdurulması ve insani yardım sağlanması” üzerine anlaşmaya vardı.

Suriye savaşını bitirebilecek sürece dönüşmesi umut ediliyor.

ABD ve Rusya’ya ek olarak, AB, İngiltere, Fransa, Almanya, İtalya, Çin, İran, Mısır, Irak, Ürdün, Lübnan, Umman, Birleşik Arap Emirlikleri, Katar, S.Arabistan ve Türkiye ve ayrıca Arap Birliğıi ve İslam İşbirliği Teşkilatı’nın yer aldığı “ISSG”nin altına imza attığı kararın uygulanmasına bir hafta içinde başlanacak.

Karar metninde yer alan “cessation of hostilities” yani “hasmane faaliyetlerin durdurulması” sözcükleri, Amerika’nın “derhal ateşkes” ile Rusya’nın “1 Mart’ta yani üç hafta sonra yürürlüğe girecek olan ateşkes” diye farklı pozisyonlarda üzerine bir “uzlaşma formülü” olarak ortaya çıktı. “Ateşkes”e oranla daha zayıf bir hali ifade ediyor.

Nasıl uygulanacak, uygulanabilecek mi; önümüzdeki birkaç gün içinde ortaya çıkacak.

Bu birkaç gün içinde, Halep çevresinde, Türkiye’yi birebir ilgilendiren çatışmaların şiddetlenmesi ihtimali de var. Önümüzdeki birkaç gün, Türkiye’nin “geleceği”ne ışık tutacak ipuçlarını daha da belirgin biçimde ortaya çıkartmayı sağlayabilir.

Peki, Rusya ve rejim, Münih Kararı’ndan sonra, birkaç gün içinde Halep’le ilgili yeni yerler kazanacak ve son bir hafta içinde kazandıklarını konsolide etmelerini sağlayacak şekilde askeri operasyonlarını sürdürebilirler mi?

Neden olmasın. Münih Kararı’nda buna ilişkin bir yaptırım yok ve bir dizi muğlaklık ise mevcut.

Hem, Halep ve civarında, Türkiye’nin elinden neredeyse tüm kartların alınmasına yol açan “sahadaki” gelişmeler, Cenevre-III toplandıktan iki gün sonra harekete geçen “Rusya’nın ağır bombardımanı ve onunla koordinasyon halindeki rejim ordusunun taarruzu” sonucu olmadı mı?

Türkiye ile Halep arasındaki “altlarındaki halı”, tam da Cenevre-III sırasına denk getirilen şiddetli Rusya bombardımanları ve Suriye ordusunun ilerlemesiyle çekilen rejim muhalifleri, “Amerika’nın birşeyler yapması” için bastırınca, Kerry’nin “Benden ne istiyorsunuz? Rusya’yla savaşa girmemi mi istiyorsunuz yani?” dediği New York Times’ta üç gün önce yayımlandı.

NYT, dün de, Kerry’nin, bir tür itiraf ile, Münih’te “Son birkaç hafta içinde (Rusya’nın) bombardımanlarının Esad’ın konumunu güçlendirmiş olduğunu kabul ediyorum” dediğini yayımladı.

“ISW”nin (Institute for the Study of War-Savaş Çalışmaları Enstitüsü) 5 Şubat tarihli ve “Esad Rejimi’nin Halep’teki Kazançları Kuzey Suriye’de Güç Dengesini Değiştiriyor” başlıklı bir değerlendirmesinin giriş ve sonuç paragrafları ise, özellikle Türkiye açısından çok çarpıcı bir fotoğraf sunuyordu:

“Suriye İç Savaşı’nın sona ermesinin nihai şartlarını, büyük güç politikalarından ziyade savaş alanı gerçekleri belirleyecek. Amerika ve diğer Batı başkentleri, umutlarını 1 Şubat’ta  başladıktan iki gün sonra tökezleyen BM-gözetimindeki Cenevre Görüşmelerine bağlamışken, Suriye Devlet Başkanı Başşar Esad ve müttefikleri Rusya ile İran, bu temel prensibi içselleştirdiler. Rus hava gücü ve İran insan gücü Başkan Esad’ı, Suriye’nin en büyük şehri ve 2012’den beri muhalefet kalesi olan Halep şehrinin tümüyle kuşatılmasını mümkün kılmak üzere arada beş kilometre kalan bir mesafeye taşıdı... Halep şehrinin tümüyle kuşatılması bir insanî felâketi tetikleyecek, muhalefetin moralini yerle bir edecek, Türkiye’nin stratejik ihtiraslarına meydan okuyacak ve muhalefeti uluslararası camia karşısındaki en önemli pazarlık kartından mahrum bırakacaktır...”

Şu da son paragraf:

“Halep şehrinin yaklaşan kuşatması Türkiye önüne stratejik bir açmazı getiriyor. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, içinde Suriye Devlet Başkanı Başşar Esad’ın yerine geçecek bir Sünni İslamcı hükümetin de bulunduğu, Türkiye’nin stratejik hedeflerini elde etmek amacıyla muhalefet güçlerine silah, destek ve güvenli bölge sağladı. Halep vilayetinde artan muhalefet yenilgileri ve kayıpları, Türkiye’nin öz stratejik çıkarlarını doğrudan yok ediyor ve Rus askeri personelini Suriye-Türkiye sınırının 40 mil yakınına getiriyor. Türkiye’nin bu gelişmelere askeri güçle karşılık vermesi mümkün. Cumhurbaşkanı Erdoğan çatışmaya ilişkin kontrolünü tekrar kurabilmek için, muhalefete taşınabilir hava savunma sistemleri (MANSPAD) vermeyi içeren bir dizi yüksek riskli askeri seçeneği düşünebilir ya da Kuzey Suriye’ye sınır ötesi operasyona girişebilir. Bu operasyonlar şiddetlenmiş bir bölgesel vekalet savaşı riski taşıdığı gibi Türkiye ile Rusya arasında doğrudan bir çatışmaya da yol açabilir...”

Rusya Başbakanı Medvedev, böyle bir “ihtimali” göze alarak “Üçüncü Dünya Savaşı”ndan söz etmişti. Bu, ABD’ye “caydırıcı” bir gözdağı vermeyi ifade etmek kadar, Türkiye’ye de “hangi adımları atıyorsam, seninle savaşmayı göze alarak atıyorum” mesajı taşıyordu.

Münih’te dün varılan “ABD-Rusya uzlaşması” zaten Türkiye’nin aleyhine dönmüş durumdaki “Kuzey Suriye dengesi”ni bulunduğu noktada sabitleştirerek, Türkiye’nin “askeri hesapları”nın önüne de bir “set” çekmiş olarak anlaşılmaya müsait.

Türkiye’nin Kuzey Suriye’de ve Halep aksında ne kadar zemin kaybetmiş olduğunu anlamak için, “iktidarın perde arkası hesapları”nı aktarmakla tanınan bir köşe yazarının dünkü yazısından şu satırları kaydetmekte yarar var:

“Ankara’da bir süredir alternatif senaryolar tartışılıyor... Eğer tedbir alınmazsa Halep düştü düşecek. Tedbiri kim alacak? Rusya’nın her yaptığına göz yuman müttefikimiz Amerika mı? Bu aşamada Azez’in tahkim edilmesi gerekiyor. Yaşadığımız tüm mağduriyete rağmen Suriye konusunda BM kararları çerçevesinde ve koalisyon ortakları ile birlikte hareket ediyoruz. O nedenle TSK’nın Azez’e girmesi gibi bir planlama söz konusu değil...

İkinci kritik noktayı ise muhalefetin nefes almasını sağlamak için Mare hattının açık tutulması gerekiyor. Mare hattı kesilirse muhalefetin tüm ikmal yolları kapanmış olacak. Bunun için fiili olarak bir güvenlik hattının çekilmesi gerekiyor.

Artık tampon bölge ya da güvenlik bölge seçeneklerini geçtik, güvenli hat dahi stratejik öneme haiz hale geldi. O nedenle Tel Rifat-Mare arasındaki 20 km’lik güvenli hat oluşturulmaya çalışılıyor.

Bu arada Suriye için ortak koalisyon oluşturup, İncirlik üssünü açtığımız ABD ise bu kritik süreçlerde yanımızda değil, tam aksine bizi rahatsız edecek bir pozisyonda...”

AKP iktidarının Suriye’de çuvalladığını değil de, “bir genç kızın itirafları”nı dinler gibisiniz.

Bu arada, dün YPG, Azez’in dış mahallelerine ulaştı. Suriye rejim ordusu Mare’ye yönelmeye başladı. Tel Rifat’ın ise dibine ulaştı.

Türkiye, bırakın “Suriye’nin geleceği”ni belirlemeyi, sınırının 30-40 kilometre ötesine hükmedemiyor.

“Ortadoğu’da artık bizden habersiz hiçbir şey olamazdı”, “Ortadoğu’da artık oyuncu değil kurucu” idik. Artık “oyuncu” olduğumuz bile tartışmalı hale geldi.

“Nüfuz”umuz, Halep’e bile uzanamaz halde.