Cafer Solgun / Demokrat Haber

Bugün Salı, yani mecliste grubu bulunan siyasi partilerin grup toplantılarını yaptıkları gün.

Artık alıştık; her Salı, mecliste grubu bulunan siyasi partilerin başkanları medya mensupları ve çoğu zaman toplantıya çağrılmış taraftarları önünde memleket meseleleri üzerine düşüncelerini açıkladıkları konuşmalar yapıyorlar. Ve bu konuşmalar, çoğu zaman normalde herhangi bir insanın dahi ağzına almayacağı düpedüz küfür ve hakaretler ile medya organlarına manşet oluyor. “Erdoğan’dan sert mesajlar”, “Kılıçdaroğlu sert konuştu”, “Bahçeli Erdoğan’a yüklendi” veya “BDP’den sert açıklama” vb gibi.

Dolayısıyla bu konuşmalar ilgili partilerin memleket meselelerine ilişkin görüşlerini açıklamaktan ziyade, çoktandır “kim kime nasıl sert çıktı” rekabetini izlediğimiz ve giderek siyasi etik açısından seviyesizleşen şovlara dönüştü.

Muhtemelen bu partilerin taraftarları “bizimki bugün iyi konuştu” derken, “rakip parti başkanına iyi bağırdı” filan gibi bir anlam yükleyerek söylüyorlar bunu. İyi bağırıp çağırmadığı veya bir küfür, hakaret konuşmasına aynı tonda cevap vermediği zaman da herhalde moralleri bozuluyordur.

Parti taraftarlarının hissiyatları bir yana, bizim gibi “normal” (gerçi bazen kim “normal” veya memlekette “normal” olmak ne demek, karıştırır oldum) yurttaşlar açısından parti başkanlarının çoğu zaman siyasi ahlak normlarını ayakları altına alarak giriştikleri bu belagat şovları, asap bozucu bir etki yaratıyor. En azından kendi adıma böyle.

Çünkü memleketin birbirinden ağır ve hayati önemdeki gündemine bakıyor, sonra da bu konuşmalara kulak veriyorsan, bundan başka türlü etkilenmen de kolay değil.

Yine de, bugünkü grup konuşmalarına baktım ve örneğin anayasa konusunda kimin ne söylediğini anlamaya çalıştım. Önce anayasa konulu sözlerin özetini aktarayım:

AK PARTİ

Erdoğan grup konuşmasının izlediğim bölümünde anayasa konusuna değinmedi. Oysa gerek önerdiği başkanlık sistemi, gerekse de Mart’ın sonuna kadar çalışmalar bitirilmezse kendi anayasa önerilerini gündeme getirecekleri yönünde ciddi bir yaklaşım getirmişler, tartışmalara yol açmışlardı. Erdoğan bu yaklaşımlarını izah etmek, gerekçelerini açıklamak yerine CHP ve Kılıçdaroğlu’na “yüklenmeyi” tercih etti. Hem de Kılıçdaroğlu’nun avukatların gözaltına alındığı operasyonları eleştirmesini kastederek ve tabii “nerede bu Ergenekon, gidip üye olacağım” şeklindeki sözlerine atıf yaparak, Kılıçdaroğlu’nun yakında DHKP-C’ye üye olabileceğini iddia etti…

CHP

CHP cenahında Deniz Baykal kendini hatırlattı ilkin. Baykal basına kapalı grup toplantısında konuştu. Kılıçdaroğlu bu konuşmayı dinlemedi. Baykal’ın kendini hatırlatma gereği duymasının nedeni ise, anayasa konusu idi. Sarf ettiği sözler, herhalde Bahçeli’yi kıskandıracak türden: “Mübadele anayasası, ulus devletini ver, başkanlığı al anayasasıdır. Başkanlık sistemine CHP, tüm gücüyle direnmelidir”. Unutanlar için hatırlatalım; Deniz Baykal, CHP Genel Başkanı olduğu dönemde, yeni anayasa tartışmaları için “bu meclis anayasa yapamaz” demişti…

Kemal Kılıçdaroğlu’nun konuşmasında anayasa ile ilgili sözler ise, içerikten yoksun sözler olmaktan öte değildi: “Seçimlerden önce CHP olarak biz Türkiye’nin çağdaş özgürlükçü bir anayasa sahip olması gerektiğini ifade ettik. Ülkeye, demokrasiye, rejime nasıl bakıyoruz bunu herkes koyduğu önerilerle gösterdi. Biz CHP olarak anayasa değişiklikleri konusunda söylediklerimizin hep arkasında durduk. Şimdi bazı önemli düzenlemeler de var bizim önerilerimiz arasında. Örneğin torba kanun ucubesini kaldırıyoruz. Örneğin kanun hükmünde kararname çıkartmaya karşı duruyoruz. Çağdaş bir anayasa olsun istiyoruz. Çalışmalar devam ediyor”. Kılıçdaroğlu’nun “istiyoruz” dediği çağdaş ve özgürlükçü anayasa ne tür bir şey; bunu ne bu konuşmasından, ne de CHP’nin genel olarak tutumundan anlayabilmek pek mümkün değil. Örneğin vatandaşlık tanımı, anayasanın her türlü etnik ve ideolojik vurgudan arındırılması gibi konularda…

MHP

Bahçeli ise, Erdoğan’ın başkanlık sistemi için milletvekili açığını BDP ile tamamlamaya çalışacağını söyleyerek, "Türk milleti varlığını oylamak durumunda kalacaktır. Erdoğan, başkanlık sistemi için her şeyi peşkeş çekmeye karar vermiştir" diye konuştu. BDP’nin yeni anayasada vatandaşlık tanımının değiştirilmesi ve farklı dil ile kültürlerin Anayasa’da güvence altına alınmasını istediğini belirten Bahçeli, "Bir diğeri ise özerkliğin sağlanmasıdır. Bu talepler geçmişteki düşüncelerinden vazgeçmediklerini ortaya koymuştur" dedi. Bahçeli konuşmasında 9 merkezde miting yapacaklarını hatırlattı, anayasa ve diğer konularda muhalefetinin dozunu artıracağının işaretlerini verdi.

BDP

BDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş ise konuşmasında anayasa konusuna en açık-seçik değinen isim oldu. Yeni anayasanın Kürt sorunun çözümünde “can damarı” olduğunu söyleyen Demirtaş, "Sayısal gücü olan da tek başına Anayasa yapmamalıdır. Ancak bir uzlaşma çıkmıyorsa başka alternatifleri değerlendirmek siyasi partilerin takdiridir. Bunu başka yere çekmeyelim. Biz hiçbir parti ile komisyon dışında Anayasa'yı konuşmadık. O masa var olduğu sürece konuşmayız. Bu o komisyona ve orada çalışan arkadaşlara hakaret olur. Uzlaşma aradığımız yer komisyon masasıdır. Bizim sunduğumuz önerileri herkes ön yargısız bir şekilde okumalıdır. Partimizin sunduğu teklifleri dikkate almayan hiçbir parti özgürlükçü anayasa yapamaz" dedi. Demirtaş komisyona sundukları önerilerin sadece Kürtlere ilişkin olmadığını bütün dilleri, kültürleri, inançları kapsadığını belirtti.

Bu özetin üzerine ancak şu söylenebilir: Mecliste grubu bulunan siyasi partilerin grup toplantıları ve bu toplantılarda başkanların yaptıkları konuşmalardan hareketle memleket meseleleri için bu partilerin ne düşündüklerini anlamaya çalışmak nafile bir çaba. Esas politikalar hala kapalı kapılar ardında ve siyasi hesapların konusu olarak oluşturuluyor, yürütülüyor. Bu konuşmaları sadece mahalle kahvelerinde mevzu yapmak için izliyorsanız, bakın ona bir şey diyemem…