HDP Grup Başkanvekili Ayhan Bilgen, Meclis'te gündeme ilişkin değerlendirmelerde bulundu.

Bilgen Erdoğan'ın kayyım atamayla ilgili sözlerini eleştirdi.

Bilgen, "6 milyon oy alan bir partinin hangi adayının meşru olup olmadığına bir başka parti karar veremez. Böyle yaklaşıyorlarsa bir akreditasyon uygulaması yapsınlar, liste versinler, ona göre adaylar belirlensin. Ya da hiç seçim yapmasınlar, AKP aday göstermesin, kayyumluk için iş başvurusu alsın. Boşuna seçim masrafı yapmasınlar" diye konuştu.

Ayhan Bilgen’in açıklamaları şöyle: 

Türkiye’nin asıl gündemi, sokağın da, tüm toplumun da ana gündemi ekonomi. Böyle olmak zorunda. Ama galiba ekonomideki bu vahim tabloyu görmek istemediği için siyasetçiler, siyasi polemik yapmayı, siyasi sataşma ile gündemi meşgul etmeyi tercih ediyorlar. Şu anda resesyon ve stagflasyon tehlikesinin bir araya geldiği bir durumla karşı karşıyayız. Bu çöküştür, batıştır. Felaket tellallığı yapmıyoruz.. Göstergeler bunu ortaya koyuyor. Nisan ayında Türkiye’nin 2019 büyüme tahminini 4.4 olarak açıklayan Uluslararası Finans Enstitüsü 2019’da güncelliyor ve -0.9 diye açıklıyor. 

YURTDIŞINDA TÜRKİYE'NİN GERÇEK ENFLASYONU YÜZDE 76’NIN ÜZERİNDE GÖRÜLÜYOR

Yurt dışında Türkiye ekonomisi ile ilgili çalışan, ekonomi ile ilgili kaygılar taşıyan, bu tablonun ortaya çıkaracağı tehlikeyi gören kimi isimler Türkiye’deki gerçek enflasyon rakamlarının yüzde 76’nın üzerinde olduğunu açıklıyor. Bu somut vahim bir tabloda ekonomi ile ilgili hangi adımların atıldığını, hangi adımların atılacağını ortaya koymak, kamuoyuna hesap vermek yerine siyasi polemiği tercih ediyorlar. 

“12 Ekim’de rahip Brunson ne olacak” sorusu piyasaların temel sorusu haline gelmiş durumda. Kriz var mı yok mu, varsa dışarıdan mı içeriden mi kaynaklı? Yargı bağımsız mı değil mi? Bu soruların cevapları birlikte ele almak, makul açıklama yapmak ülkeyi yönetenlerin görevidir. 

RAF FİYATLARI İLE İLGİLİ POLEMİK AHLAKİ DEĞİL

Elbette biz ülke ekonomisinin bu kısır döngü ve darboğazdan çıkmasını istiyoruz. Ciddi bir toplumsal tehlike karşı karşıyayız. Mesele sadece sermaye piyasası ile ilgili değil, mesele devletle iş yapan kurumların ödenekleri meselesi  değil. Sokakta, tüketiciye yansıyan son fiyatlar nedeniyle mahallelerde esnafla tüketici ciddi bir gerilim yaşanıyor. Ama ürün maliyetleriyle ilgili girdileri düşüremeyen bir iktidarın raf fiyatlarıyla ilgili polemik yapması ekonomi  gerçekliğiyle de, siyaset ahlakı ile de bağdaşamaz.

İşsizlik fonunda biriken paranın banka kurtarmaya aktarılması kabul edilemez. Türkiye önümüzdeki günlerde 2001 krizinden daha feci hamleler yapmak durumuna girecek.  Şu anda batık kredilerin tek bankada toplanması ve bizim vergilerimizle kurtarılması konuşuluyor. Bu sinyaller büyük bir tehlikenin işareti. Özellikle insanların artık kendi fabrikalarını yakıyor olmasından şüphe edilen bir ortamda ekonomi ile ilgili daha ciddi değerlendirmeler yapılması gerektiriyor. 

BU KRİZİ DAR GELİRLİNİN TASARRUFU İLE Mİ ATLATACAKSINIZ?

Kamuda tasarrufla ilgili ne gibi önlemler alındı, bilmiyoruz. Bürokrasi hangi harcamaları yapmaktan vazgeçti, bilmiyoruz. Kamu eğer ciddi bir tasarruf yapmayacaksa vatandaş tasarrufu ile mi bu krizi atlatmaya çalışacağız. Dar gelirlinin tasarrufu ile mi krizi atlatmaya çalışacağız? Fırıncı, bakkal gerilimi ile mi bu krizi atlatmaya çalışacağız? 

Türkiye’nin siyasi gündemleri de önemli ama siyasi gündeme yaklaşım tarzımız da ekonomiye yaklaşımımız kadar ciddiyetten uzak. 1 hafta sonra Suriye için 15 Ekim takvimi doluyor. Silah bırakacağını açıklayanlar da var ama çatışmalar yoğun biçimde sürüyor ve silah bırakmayacağını açıklayanlar da var. Bırakanlar gerçekten bıraktı mı, nereye gittiler? Bırakmayanlar için Türkiye ne düşünüyor? Soçi’de Türkiye nasıl bir taahhüdün altına girdi. 15 Ekim’de bu gruplar silah bırakmazsa ne olacak, bedelini Türkiye nasıl ödeyecek? 

2 gün sonra 10 Ekim’in 3’üncü yılı, Gar'da 103 kişinin hayatını kaybettiği, hiçbir güvenlik teorisinde karşılığı olmayan değerlendirmelerle “kokteyl terör” tanımlamasının yapılmasının üzerinden 3 yıl geçti. Eylemi gerçekleştirenlerin telefonlarının dinlendiği, takip edildiği ortada. Peki, niye kamu ile ilgili ilgili, buna göz yumanlarla ilgili ciddi hiçbir idari soruşturma işletilmedi, bunun da açıklanması gerekiyor. Kim nereye terfi edildi, bunların açıklaması gerekiyor. 

ERDOĞAN'IN KIZILCAHAMAMDEĞERLENDİRMELERİ ÇOK VAHİM

Dün Kızılcahamam’da biten AKP kampı bir parti toplantısı ve doğal olarak da bir partinin diğer partilerle ilgili değerlendirmesi kapsamında ele alınacaksa her parti kendi siyasi kültürünün söylemini ortaya koyar. Ama dün Kızılcahamam’da ortaya konulan bilgiler, söylemler, yorumlar aynı zamanda Erdoğan’ın temsil ettiği makam dolayısıyla Türkiye devletinin yaklaşımını ortaya koyuyorsa çok vahim bir tablo ile karşı karşıyayız. 

Partilerin meşruiyetinin ölçüsü o partilerin savunduğu değerler ve halkın, toplumun o partilere gösterdiği ilgidir. Bundan dışında meşruiyet tartışması yapan darbeci zihniyeti içinden atmamış demektir. 27 Mayısçılar da, 28 Şubatçılar da meşruiyet tartışması yapıyorlardı. 

ADAYLARIMIZIN KİM OLACAĞINA SİZ KARAR VEREMEZSİNİZ

6 milyon oy alan bir partinin hangi adayının meşru olup olmadığına bir başka parti karar veremez. Böyle yaklaşıyorlarsa bir akreditasyon uygulaması yapsınlar, liste versinler, ona göre adaylar belirlensin. Ya da hiç seçim yapmasınlar, AKP aday göstermesin, kayyumluk için iş başvurusu alsın. Boşuna seçim masrafı yapmasınlar. Bütün bu ironileri vahim tabloyu ifade etmek için söylüyoruz. Dünyada seçimin işlevinin kalmadığı ülkeler kategorisi diye bir kategori var. Kimse o ülkeleri seçimle göreve gelinen ülkeler kategorisinde görmüyor ve ona göre muamele yapıyorlar. Uluslararası saygınlıkları o kategoride ele alınıyor. 

Dün Erdoğan’ın sarf edilen sözler YSK’nin de AYM’nin, Anayasa’nın da  hiçbir anlamı olmadığını ilan etmektir. Burada hukuki tabirler kullanılmamıştır. “Teröre bulaşmak” ne anlama gelir? Hukuken ne anlama gelir? Belediyelerin bir çevreye arazi tahsis etmesi, kendi tabirleriyle “parsel parsel peşkeş çekmesi” teröre bulaşma kategorisinde ele alınabilir mi? “Halep için arkadaşlara söyledik silahları bırakacaklar” demek teröre bulaşmak mıdır? Böyle muğlak tabirlerle korku oluşturmak, seçmen iradesinin tezahürünü engelleme çalışmak Türkiye’ye büyük bir haksızlıktır. Seçime girersiniz, yarışırsınız, toplum takdir ederse göreve gelirsiniz. Bunun dışında yöntemlere tenezzül etmek seçimi, sandığı, siyaseti, demokrasiyi hiçleştirmektir. Bunun da Türkiye’nin ekonomik kaosla karşı karşıya bulunduğu bir ortamda Türkiye’ye hiçbir katkısı yoktur. 

SANIRSINIZ 10 EKİM'İ ENGELLEMİŞLER

Geçtiğimiz günlerde çok sayıda partili arkadaşımız gözaltına alındı. “Olası eylemi önleme” iddiasından bahsediliyor. Ne tip eylemler gerçekleşecek? Sanırsınız ki 10 Ekim gibi bir eylem olacak onu engelliyorlar. Hayır, basın açıklaması yapacaklar, buna bile izin verilmiyor. 

Bugün gazetelerin ilk sayfalarında haber oldu. Bize çok sayıda başvuru geliyor. Geçtiğimiz yıllarda Türkiye’den IŞİD’e gitmiş, götürülmüş ailelerin çocukları. Bu insani bir dram. Binlerce insan, kiminin eşleri ölmüş, kimi kamplarda, kimi cezaevlerinde. Türkiye’ye dönemiyorlar, kimse adım atmıyor. Bu insanlar nasıl gittiler, bu iş ne kadar ciddiye alındı? Bu Suriye politikasının sonucu olarak karşımızda ve bu politikanın sebeplerine dair açıklamanın yapılması gerekiyor. 

SURİYE'DE ÇÖZÜM İSTEYENLER TÜRKİYE'DE SİYASİ ÇÖZÜMDEN RAHATSIZ

Suriye’de neredeyse herkes siyasi çözümden bahsediyor. Kimse siyasi çözüme karşı değil. Ne Esad “son terörist kalana kadar öldüreceğim” iddiasında, ne El-Kaide uzantısı örgütle ilgili ABD böyle bir söylem içinde. Kimse siyasi çözüme karşı değil; Suriye değil, Rusya değil İran değil. Türkiye de değil. Türkiye’de siyasi çözüm için sorumluluk üstlendi, dolaylı ya da gizli olarak oradaki silahlı örgütlerle görüşmeler yapıyor. Biz de bunu onaylıyoruz. Siviller ölmesin. Konuşarak çözüm bulmak lazım. Ama Suriye’de herkes siyasi çözümden yanayken Türkiye’nin sorununun siyasi yollarla çözümü neden herkesi rahatsız ediyor. İlle Suriye gibi olup ondan sonra mı siyasi yollarla çözüm için elimizi taşın altına koyacağız. Biz istiyoruz ki bu coğrafyanın tüm sorunları konuşularak çözülsün ve bu coğrafya daha fazla bedel ödemesin. Ama gayet tabi Suriye için öngörülen çözüm yolları Türkiye için de geçerli olsun görüşündeyiz. Bu parlamentodaki partiler ekonomi  sorununun da, güvenlik sorununun da, demokratikleşme sorununun da konuşularak çözülmesi yönünde elinden geleni yapmalıdır.