ÖDP Başkanlar Konseyi üyesi Alper Taş, IKBY’nin bağımsızlık referandumu, Türkiye solunun Kürt sorununun çözümüne yaklaşımı ve gündeme ilişkin açıklamalarda bulundu.

ÖDP’nin “Irak’ta savaş değil barış, bağımsızlık değil demokratik birlik” başlıklı  bildirisini savunan Alper Taş, Kürtlerin bağımsızlık isteklerine saygı duyduklarını fakat Irak’ta bir arada yaşamı savunduklarını söyledi.

 Taş, “Kürtler illa ayrılıp ayrı bir devlet kuracağız diyorsa, bu onların hakkıdır. Biz böyle kurulacak bir Irak Kürdistanı’na karşı değiliz. Ben, devletleşmeyi yaşamak isteyen bir Kürdün duygusunu anlayabiliyorum. Ama bir sosyalist olarak Kürtlerin ve bölge halklarının çıkarlarının birlikte yaşamaktan geçtiğini önerebilirim. “Bijî Kürdistan” sloganı atmayacağım gibi “kahrolsun Kürdistan” sloganı da atmam” dedi.

“Biz Kürt halkının ayrı devlet kurma hakkına karşı değiliz. Sadece bu çözümün 21’inci yüzyıldaki bölge ve emperyalizm koşullarında doğru bir yol olmadığını söylüyoruz. Doğru çözümün birlikte yaşamak olduğunu söylüyoruz” diyen Taş, “Irak’ta da çözümün Kürtlerin statüsünün garanti altına alındığı demokratik birliktelikten geçtiğini düşünüyoruz. Fakat bunu söylediğimiz için milliyetçilikle, ulusların kaderini tayin hakkını gözardı etmekle eleştiriliyoruz. Oysa ulusların kaderini tayin hakkını reddedecek bir noktada olamayız. Ama bu hakkı fetişleştiren, bunu zamandan, mekândan, yaşanılan dünyadan, bölgeden, halkların durumundan, emperyalistler arası ilişki ve çelişkilerden kopartarak tek başına ele alamazsınız. Ulusların kaderini tayin hakkının sadece ayrı bir devletten geçtiğini söylemek de mekanik bir yaklaşımdır” dedi.

ÖDP Başkanlar Konseyi üyesi Alper Taş, Gazete Duvar’dan İrfan Aktan’ın sorularını yanıtladı.

*Kürdistan’ın bağımsızlık referandumuna yönelik Türkiye solunun koyduğu şerhler üzerine Lenin’in Ulusların Kaderlerini Tayin Hakkı kitabı gündeme geldi. Hatta sosyal medyada kitabın kapağından bir caps yapıldı ve solun tutumu “Ulusların Kaderlerini Tayin Hakkı (Kürtler Hariç)” denilerek tiye alındı. ÖDP olarak yaptığınız “Irak’ta savaş değil barış, bağımsızlık değil demokratik birlik” başlıklı açıklamanıza yönelik Kürt solundan yapılan eleştirileri nasıl yorumladınız?

Açıklamamız epey eleştiri almakla birlikte hakaretler, milliyetçilik ve hatta faşistlikle itham edilmeler de oldu. Kürt meselesine dair dayandığımız paradigmalar, düşünceler var. O düşünceler ışığında İran, Irak, Suriye ve Türkiye’deki Kürt sorununa bugünün dünya ve bölge halklarının gerçekliği bağlamında baktığımızda bir arada yaşam temelinde çözümünü doğru yol olarak görüyoruz. Elbette bir arada yaşamda Kürtlerin eşit ulus statüsü gözetilmeli.

*Eşit ulus statüsünden tam olarak neyi kastediyorsunuz?

Örneğin Türkiye Kürtlerinin geliştirdiği demokratik özerklik projesini bir arada yaşam projesi olarak değerlendirdik. ÖDP’yi kamuoyuna tanıtan da “eşit, özgür, demokratik Türkiye’de bir arada yaşam” hedefidir. Kürtler ezilsin, ikinci sınıf muamele görsün ama bir arada yaşayalım gibi bir felsefeye sahip olmadık. Meseleyi “hepimiz kardeşiz” gibi naiflikle de ele almadık. 21’inci yüzyılda bölgedeki en temel sorunun Kürtlerin statü sorunu olduğunu düşünüyoruz. Kürtlerin statü sorunu çözülmeden Ortadoğu’da istikrar olmaz. Bugün Kürtlere, 19’uncu veya 20’nci yüzyıldaki gibi yaşayın demek insani, vicdani değil. Kürtlerin artık bir statüyle yaşamaları gerektiğini biz ÖDP olarak her yerde, her zaman söyledik.

*Peki bunun nasıl bir statü olması gerekiyor sizce?

Ayrı, bağımsız bir devlet değil de, o ülkenin sınırları içinde ama eşit ulus statülerinin güvence altına alındığı demokratik bir çözümü savunuyoruz. Bizim bu önerimiz doğru bulunmayabilir ama düşüncemiz budur.

*Irak için de aynı perspektife mi sahipsiniz?

Irak’ta da çözümün Kürtlerin statüsünün garanti altına alındığı demokratik birliktelikten geçtiğini düşünüyoruz. Fakat bunu söylediğimiz için milliyetçilikle, ulusların kaderini tayin hakkını gözardı etmekle eleştiriliyoruz. Oysa ulusların kaderini tayin hakkını reddedecek bir noktada olamayız. Ama bu hakkı fetişleştiren, bunu zamandan, mekândan, yaşanılan dünyadan, bölgeden, halkların durumundan, emperyalistler arası ilişki ve çelişkilerden kopartarak tek başına ele alamazsınız. Ulusların kaderini tayin hakkının sadece ayrı bir devletten geçtiğini söylemek de mekanik bir yaklaşımdır.

‘AYRI DEVLET HAKKINI BİZ DE SAVUNUYORUZ AMA…’

*Fakat Lenin şöyle diyor: “… Belirsiz ve genel tümceleri, anlamdan yoksun tumturaklı sözleri art arda sıralayarak değil, sorunu sosyalizmin gelişine kadar erteleyerek değil, ama açıkça ve dosdoğru bir biçimde kaleme alınan ve baskıcı uluslar sosyalistlerinin ikiyüzlülük ve korkaklığını da özellikle hesaba katan bir program önererek, ezilen ulusların kurtuluşunu istememiz gerekiyor. İnsanlık sınıfların ortadan kaldırılmasına nasıl ancak ezilen sınıf diktatoryası geçiş döneminden geçerek yol açabilecekse, ulusların kaçınılmaz birleşmesine de öyle ancak bütün ezilen ulusların tam özgürlük, yani onlar için ayrılma özgürlüğü geçiş döneminden geçerek yol açabilecektir.” Meallersek, “birleşmek ayrılmaktan geçer” diyor aslında…

Lenin’in kitabında öyle bir paragraf var, bu doğru. Ama kitaba bir bütün olarak baktığında, Lenin, ulusların kendi kaderini tayin ilkesini proletarya devrimleri çağında ortaya koymuştur. Doğrudur, ulusların da sona ermesi, aslında her ulusun devletleşmesiyle mümkündür. Uluslar da tam özgürlüğe sahip olmalı ki, esasen komünizmin nihai amacı ulusları, sınırları, sınıfları aşmaktır. Hedef sınıfsız, sınırsız, sömürüsüz bir dünya kurmaktır. Uluslaşmayı yaşamayan halkların sosyalizm sürecine erişmesinin sıkıntılı olabileceği varsayımı söz konusudur. Keza sosyalizmin, kapitalizmin en gelişkin aşamasında gelişebileceği varsayımını da gözardı etmemek lazım. Lenin buradan hareketle bir analiz yapmış. Ama az önce de söylediğim gibi Lenin proletarya devrimleri döneminde ve proletarya davasına bağlı olarak ulusların kaderini tayin ilkesini ele alıp tartışmıştır. Bugünün dünyası proleter devrimler çağı değil, emperyalizm çağı. Lenin, ulusların ayrılma hakkını proletarya devriminin temel stratejisi üzerinden ele almıştır. Buradan da hareketle Lenin, sömürgeler sorununu, sömürge devrimlerinin emperyalizmi yıpratan öğeler olduğunu tespit etmiştir. Lenin’in veya sosyalistlerin ayrı bir devlet hakkını savunuyor olmaları, ayrılmayı önerecekleri anlamına gelmez.

*Size göre Kürtler ayrı bir devlet kuramaz mı?

Lenin’de net olarak vardır; bir sosyalist partinin ayrılmayı hak olarak görmesi, halklara ayrılmayı önereceği anlamına gelmez. Biz Kürt halkının ayrı devlet kurma hakkına karşı değiliz. Sadece bu çözümün 21’inci yüzyıldaki bölge ve emperyalizm koşullarında doğru bir yol olmadığını söylüyoruz. Doğru çözümün birlikte yaşamak olduğunu söylüyoruz.

‘BİJİ KÜRDİSTAN SLOGANI DA ATMAM KAHROLSUN KÜRDİSTAN SLOGANI DA’

*Lenin’in ulusların kaderini tayin hakkını tartıştığı, teslim ettiği dönemde de yine bölge ve emperyalizm koşulları Kürtlerin bağımsız bir devlet kurmasına engel olmuştu. Aradan yüz yıl geçtiği halde yine aynı koşullara gönderme yapılınca Kürtler şunu soruyor: “O halde ne zaman?”

Kürtler illa ayrılıp ayrı bir devlet kuracağız diyorsa, bu onların hakkıdır. Biz böyle kurulacak bir Irak Kürdistanı’na karşı değiliz. Ben, devletleşmeyi yaşamak isteyen bir Kürdün duygusunu anlayabiliyorum. Ama bir sosyalist olarak Kürtlerin ve bölge halklarının çıkarlarının birlikte yaşamaktan geçtiğini önerebilirim. “Bijî Kürdistan” sloganı atmayacağım gibi “kahrolsun Kürdistan” sloganı da atmam. Keza demokratik muhtevasına, emperyalizmle kurduğu ilişkilere itirazım olsa da böylesi bir devlete karşı geliştirilecek savaş ve saldırı politikalarının karşısında dururum. Lenin de kitabında, “ayrılma gerici bir temelde de olsa, bir ulusal harekete dönük şiddet, terör olgusu karşısında devrimcilerin yapması gereken o teröre karşı durmaktır” diyor.

*Express dergisinin haftaya çıkacak yeni sayısı için konuştuğumuz ve şu an Süleymaniye’de yaşayan Kürt yazar Necmettin Salaz şöyle diyor: “Lenin bir Kürt devrimcisi olarak bana şu görevi veriyor: ‘Sen ayrılmayı düşleme, halkları birleştir.’ Ama Türk devrimcisine de şu görevi veriyor: ‘Biri ayrılmak istiyorsa, bırak ayrılsın.’

Biz Kürtlerin ayrılmaması gerektiğine dair fikrimizi söylerken ayrılma hakkının karşısında durmuyoruz. Aynı tutumumuz Türkiye Kürtleri için de geçerlidir. Ama “ayrılmanız doğru değildir” deme hakkına sahibiz. Biz illa oradaki ulusal hareketin politikasını doğru bulmak zorunda değiliz. Ama yanlış bulduğumuz kararına da saygı duyarız. Bizi eleştirenler diyor ki, “Kürtlerin ayrılmasını, bağımsız devlet kurmasını teşvik edin.” Sanki bunu söylersek ancak, milliyetçilikten azade olurmuşuz gibi. Proletarya partisinin görevi, bir halkın ayrılma hakkını savunmakla birlikte bu hakkın kullanımı konusundaki fikrini de o halka anlatmaktır. Ama o halk yine de “hayır kardeşim, ben ayrılmak istiyorum” derse, o zaman diyeceğimiz bir şey yok.

*Siz Türkiye solunun, Kürtlere dair devrimci vazifelerini yerine getirdiğini düşünüyor musunuz?

Kürt halkının bir ulus özelliğine sahip olduğunu bu memlekette ilk dile getirenler sosyalistlerdir. Kürtlerin ulus gerçekliğini, bir ulusal baskıyla karşı karşıya kaldıklarını, kimlikleriyle özgürce yaşama hakkı olduğunu sosyalistler ortaya koymuştur. Türkiye İşçi Partisi’nden Dev Genç’e, Mahir Çayan’lara kadar bu böyledir. Yıllardır bunun çalışmasını, propagandasını, ajitasyonunu yapmış, bunun bedellerini de ödemişlerdir.

*Peki Kürt hareketleriyle Türkiye solu arasında neden hep gerilimli bir dostluk oldu?

Bir ulusal hareketle sınıfsal hareket arasında her zaman gerilimler olabilir, normaldir.

*Ama Kürtlerin de hem ulusal hem sınıfsal hareketleri oldu…

Evet ama ağır basan nitelikleri ulusaldır ve bu doğaldır. Kürtlerden bizim gibi kaba bir sınıf analizi yapmalarını beklememiz doğru değil. Onların ittifakları daha geniş olur, daha esnek bakabilirler, çeşitli ittifak arayışları içinde olabilirler. Kürt hareketiyle Türkiye sosyalist hareketi zaten 1980 öncesine kadar iç içeydi. Ortak bir mücadele, ortak örgütlenme süreçleri yaşandı o dönem.

‘TÜRKİYELİLEŞME STRATEJİSİ BAŞARILI OLUYORDU’

*Bu ortaklık nerede bozuldu?

1989’da sosyalist dünyanın yenilmesiyle beraber Kürt hareketinde kimlik ve ulusal talepler daha baskın hale geldi. Bu talepleri küçümsemiyoruz. Sonuçta kimlik taleplerini reddederek, görmeyerek, küçümseyerek, kabaca “ya proletersin ya burjuva” gibi bir ikileme sokarak günümüzün sol mantığı inşa edilemez. Çünkü sınıf dışında da çelişkiler vardır ve sosyalistler buna da yanıt vermek zorundadır. Fakat önceki dönemlerde kimlik sorununun sınıf mücadelesi içinde çözüleceği düşünülmüş ama ne ulusal kimlik sorunları ne kadın sorunu ne çevre sorunları bu çerçevede çözülebilmiştir.

*Dolayısıyla Kürt hareketiyle Türkiye solu arasındaki ihtilafın kaynağı esas olarak kimlik ve sınıf mücadelesi ayrımı mı?

Ayrıca Kürt hareketinin bir dönem Türkiye sosyalistlerine ilişkin geliştirdiği şiddet, baskı ve susturma politikaları da yaşandı. PKK bir dönem Türkiye Kürdistan’ında söz hakkının kendisinde olduğunu savundu ve bazı yapıların orada siyaset yapmasını engelledi. Bazı sol örgütlere karşı şiddet uyguladı. Son dönemlerde bundan uzaklaşılmış ve solla yakınlaşılmıştır elbette. Özellikle 7 Haziran öncesinde bu çok daha belirgin oldu. “Türkiyelileşme” stratejisi başarılı da oluyordu doğrusu. Fakat 7 Haziran’dan sonra bu sürdürülmedi veya sürdürülemedi. Şunu da teslim edelim: 21’inci yüzyılda, sınırlara dokunmaksızın, bir arada yaşamı koruyarak ama Kürtlerin statüsünü de ortaya koyarak daha ilerici öneriyle gelen de yine Kürtlerdir. Öte yandan açık konuşalım ki, biz ulusların kaderini tayin hakkı meselesini hep proletarya devrimleri çağı bağlamında tartıştık. Fakat emperyalizmin cirit attığı bu çağda, bu meseleyi güncel bağlamıyla yeteri kadar tartışmadık. Bu konuda en kafa yorucu tartışmayı, bir ulus devlete sahip olmadan kendimizi nasıl aşabiliriz tartışmasını Türkiyeli Kürtler, Öcalan yapıyor. Çünkü ulus-devlet de insanlığa iyi şeyler getirmedi. Ulus devlet başka halklar için kan, kıyım, katliam demek, bunları gördük. Şimdi 21’inci yüzyıla statüsüz giren Kürtler, bu statü sorununu ulus devleti hedefleyerek mi aşacaklar yoksa başka bir çizgiyle mi?

*Bu Kürtlerin iç tartışması olmak zorunda değil mi?

Hayır. Türkiye solunda iki yanlış eğilim var. Bir tanesi “Kürtler neylerse güzel eyler, biz de onların arkasında duralım” eğilimi. Diğer eğilimse, “Kürtler emperyalizmin maşasıdır, kendilerine ait bir iradeleri, iç dinamikleri yoktur, dolayısıyla Kürtlere karşı pozisyon alalım” yönündedir. Bu ikincinin adına sol demek de doğru değil zaten. Peki biz 21’nci yüzyılda bu meseleyi hâlâ Lenin’e göndermeler yaparak mı ele alacağız, yoksa yeni açılımlar sunacak mıyız?

‘GÖREVİMİZ IRAK KÜRTLERİNİN İRADESİNİ VERİ ALMAKTIR’

*İşçi sınıfıyla ilgili de Lenin’e göndermeler yapılarak yol alınıyor ama önceki yüzyılın işçi sınıfıyla şimdiki işçi sınıfı da aynı değil…

Elbette, bunlar önümüzdeki sorunlar. Lenin döneminde sayıca az olan proletaryanın ideolojik hegemonyasına bakın bir de dünyanın yarısının proleter olduğu bu çağdaki ideolojik zayıflığa bakın. Bizim sıkıntılarımızın kaynağı bu. Kapitalizm bu kadar krizde, insanlığa mutluluk ve refah sunamıyor ama buna rağmen sol yerine gerici ve ırkçı hareketler büyüyor. Çünkü biz hâlâ inandırıcı ideolojik yanıtlar veremiyoruz. Geçmişin yükünü aşabilmiş değiliz. Dünya emekçi halklarına hâlâ “70 yıllık bir pratiğimiz oldu ama özgürleştirici olamadık, çeşitli talepleri göremedik, sosyalizm bu değil” diyemedik. Bunun bir sebebi de ulusal hareketlere da ön açıcı, geliştirici perspektif sunamamamız.

*Dolayısıyla Lenin’i aşmak mı gerekiyor?

Elbette, sonuçta marksizm bir dogma değil ki. Marks’ı Lenin, Lenin’i Mao güncellemiştir. Mahir Çayan Türkiye özgülünde bunu yapmaya çalışmıştır. Biz de günümüz dünyasında bunu yenilemek, yeni fikirler ortaya koymak zorundayız.

Konumuza geri dönelim; ÖDP olarak Kürdistan referandumuna çekince koydunuz ama sandığa giden halkın yüzde 92’si bağımsızlık için “Evet” dedi. Şimdi pozisyonunuz nedir?

Halkın bu tercihine karşı bir antipatimiz yok, saygı duyuyoruz.

*Sadece bu mu?

Hayır! Sol ve devrimcilik, böyle bir iradenin bastırılmasına, ezilmesine karşı tutum almayı da gerektirir. Çözüm önerilerimizin dışında bir gerçeklik yaşanmış olabilir, bu gerçekliği doğru bulmuyor da olabiliriz. Kaldı ki ÖDP olarak işaret ettiğimiz tehlikeler, savaşın derinleşmesi, halkların iç savaş yaşaması umarız gerçekleşmez. Dolayısıyla biz şimdi barış içinde bir geçiş için uğraşmak zorundayız. Ayrıca Irak Kürtlerinin referandumu bağımsız devlet için kullanacakları kesin değil. Belki Kürtler bir arada yaşamın koşullarını güçlendirmek için referandum iradesini kullanacaklar. Sonuçta bizim görevimiz, bu referandum dolayısıyla Türkiye’de gelişecek bir anti-Kürt faşist dalganın karşısında durmak ve Irak Kürtlerinin iradesini veri almaktır.

‘ÖZERKLİK SİLAHLA İLAN EDİLMEZ, İNŞA EDİLİR’

*Türkiye’deki Kürt hareketi de yoğun bir baskı altında. Bu baskılara karşın Türkiye soluyla Kürt hareketi arasında ihtilaflar neden devam ediyor?

Türkiyeli Kürtler artık bağımsızlık veya ayrı devlet talebinden bir arada yaşam, demokratik özerklik çizgisine geldiler. Fakat şimdiki soru şu: Demokratik özerklik için silahlı mücadele gerekiyor mu? Son kırılma 7 Haziran’dan sonra gerçekleşti. Bölünme fobisiyle hareket eden bazı laik kesimler 7 Haziran’da Kürt hareketine ilgi gösterdiler. Dinlediler, sözlerine kıymet verdiler, umut beslediler ve gidip oy da verdiler. Keza öncesinde Kobani süreci var. Türkiye’nin batısında, IŞİD’le savaşan Rojavalı Kürtlere büyük bir sempati oluştu. Bu desteği ortadan kaldırmak isteyenler provokasyonlar yaptı. Fakat 7 Haziran sonrasında Kürt hareketi, bize göre çok anlamsız, temelsiz, yanlış bir politik stratejiye yöneldi. Tekrar silahlı bir mücadeleyle süreci başka bir evreye doğru taşıdı. AKP zaten barış stratejisinin kendisine kaybettirdiğini görüp savaş stratejisine yönelmişti. Kürt hareketi ise bu savaş stratejisini boşa çıkaracak hamleler yapmadı. Sonuçta Kürt bölgeleri darmaduman, özerklik çabaları da tasfiye oldu. Özerklik silahla ilan edilmez, inşa edilir. Nitekim inşa da ediliyordu. Devletin çizdiği çerçevede yürütülen bir savaş, Kürt hareketinin batıdaki popülaritesini de zedeledi, Kürt bölgesindeki toplumsal tabanını da altüst etti. Bu, oluşmuş olan büyük kazanımların da tasfiyesine yol açtı. Solcular, demokrat çevreler AKP’nin 1 Kasım’da tekrar iktidara gelmesinin bir sebebi olarak bunu görmeye başladı. Oysa Kürt hareketi “AKP yine savaşa yöneliyor, biz bu oyuna asla gelmeyeceğiz, herkesi kitlesel, barışçıl eylemlere çağırıyoruz” deseydi, şu an bambaşka bir Türkiye’de yaşıyor olabilirdik. Böylesi bir çağrıya Türkiye’nin batısından fazlasıyla yanıt gelirdi.

Gerçi bu da yapılmadı değil. Nitekim böylesi bir çağrı sonucu 10 Ekim 2015’te Ankara’da büyük bir barış mitingi gerçekleştirilecekken IŞİD katliam yaptı. Keza 5 Haziran’da HDP’nin Diyarbakır mitingine bomba kondu, 22 Temmuz’da Suruç katliamı gerçekleştirildi.

10 Ekim’e gelmeden önce başlatılmış bir savaş vardı. Ama mesela Kürt hareketi 7 Haziran öncesinde örneğin Ağrı, 5 Haziran’daki Diyarbakır provokasyonunu boşa çıkardı. O provokasyonlara karşı Kürt hareketinin gösterdiği solduyu halkta etki yarattı.

Röportajın tamamı burada.