HDP Grup Başkanvekili Meral Danış Beştaş, Meclis’te düzenlediği basın toplantısında gündeme ilişkin değerlendirmelerde bulundu.

Avrupa Konseyi’ne bağlı İşkenceyi Önleme Komitesi’nin (CPT) İmralı raporuna değinen Beştaş,”Türkiye cezaevlerindeki kapasite fazlalığı, işkence, kötü muamele ve tecrit resmi olarak, uluslararası olarak CPT’nin raporu olarak kamuoyuna yansıdı. CPT raporu daha önce OHAL koşullarında işkence ve kötü muameleyi gözler önüne sermişti. Şimdi yayınlanan raporda ise pandemi koşullarında durumun cezaevlerinde ne kadar ağır seyrettiğini gözler önüne seyrediyor. Rapora göre CPT iki defa İmralı Adası’nı ziyaret etti. Sayın Öcalan ve diğer mahpusları dinledi ve oradaki koşulları yerinde inceledi. CPT’nin raporunda İmralı’da işkence olduğunu bir kez daha söylemek isterim” diye konuştu.

Kürt sorunun çözümüne dair çabaları önemsediklerini ifade eden Beştaş, “CHP Kürt sorunu üzerine yeni rapor yazıyor. 89’da başlamışlardı. Basından takip ettiğimize göre, toplumsal mutabakat komisyonu, ortak akıl heyeti ve gerçekleri araştırma komisyonunun kurulmasının sağlanması, Türkiye’de çözüm adresinin Meclis olarak gösterilmesi konusunda daha önce yayınlanan raporların güncellenmiş bir haliyle karşı karşıyayız. CHP kurultayında toplumun ve CHP tabanının yoğun baskısı ile bu raporların yayınladığını biliyoruz. Yine de Kürt sorununda gösterilen tüm çabaları çok önemsiyoruz” dedi.

Siyasi partilere seslenen Beştaş, “Siyaset yapma iddiası olan herkesin Kürt sorunu konusunda tavır belirleme, AKP ve MHP iktidarının inkar politikalarına karşı Kürt halkının yanında tavır almaya çağırıyoruz. Kürt halkını yok sayarak, haklarını inkar ederek varılacak yer demokrasi mezarlığından başka bir şey değildir. Bugüne kadar yaşadığımız siyasi tarih bunu gösterdi. Kuşkunuz olmasın önümüzdeki dönemde Kürt sorununda inkar politikalarının özneleri de demokrasi mezarlığında yerlerini alacaktır. Hiç kimse iktidara nefes aldıracak siyasi operasyonlar yapmak için Kürt sorununu araçsallaştırmasın. Bunu kabul edemeyiz. Kürt sorunu binlerce yıllık hafızanın, yüzyıllık bir hak ve adalet mücadelenin adıdır. Kürt sorununu çözmek isterken AKP ve MHP’nin inkarcı politikalarını mahkum ederek, onların karşısında durarak işe başlayabilirler. Bu politik ve ahlaki bir sorumluluktur” ifadelerini kullandı.

Beştaş’ın açıklamaları şu şekilde:

CPT raporuyla başlamak istiyorum. CPT 2017 ve 2019 yıllarında gerçekleştirdiği iki ziyaretin raporunu Türkiye onay vermediği için açıklamamıştı, açıklayamamıştı. Geçen hafta, Türkiye’nin de izin vermesi üzerine CTP bu raporu açıkladı. Tahmin edeceğiniz üzere oldukça vahim tespitler içeriyor. Türkiye cezaevlerindeki kapasite fazlalığı, işkence, kötü muamele ve tecrit resmi olarak, uluslararası olarak CPT’nin raporu olarak kamuoyuna yansıdı.

‘CPT RESMİ OLARAK TECRİDİ, İŞKENCEYİ VE KÖTÜ MUAMELEYİ BELGELEDİ’

Raporun içeriği kamuoyu bilgisi dahilinde, içeriğine değinmeyeceğim ama önemli bazı tespitler var. İşkenceyi Önleme Komitesi'nin açıkladığı gibi işkencenin olduğu bir ülkede, işkencenin savunulduğu bir ülkede demokrasi ve hukuk devleti yoktur. Hiçbir ilke yürürlükte değildir. Çünkü işkence insanlığa karşı işlenmiş bir suçtur ve TCK’ye göre de işkencede zaman aşımı yoktur.

İşkencenin failleri, işkenceyi yaptıranlar ve işkencecileri koruyanlar er ya da geç yargı önünde hesabını verecektir. CPT raporu daha önce OHAL koşullarında işkence ve kötü muameleyi gözler önüne sermişti. Şimdi yayınlanan raporda ise pandemi koşullarında durumun cezaevlerinde ne kadar ağır seyrettiğini gözler önüne seyrediyor. Rapora göre CPT iki defa İmralı Adası’nı ziyaret etti. Sayın Öcalan ve diğer mahpusları dinledi ve oradaki koşulları yerinde inceledi. CPT’nin raporunda İmralı’da işkence olduğunu bir kez daha söylemek isterim.

‘TECRİT EDİLEN BARIŞTIR, ÇÖZÜM İRADESİDİR’

Tecrit derken bu konuyu açmak gerekiyor. İmralı’da uygulanan tecrit sadece orada kalan mahpuslara ve Öcalan’a uygulanan bir tecrit değildir; bu barışın tecrididir. Çözüm yolunun kesinlikle önündeki en büyük engeldir aynı zamanda. Türkiye yurttaşlarının bunu böyle okuması gerekir. Artık çözümün ve barışın yolunu açmanın zamanıdır. Türkiye’de Kürt meselesinde çözümsüzlük en derin bunalımı yaşayan bir yerdedir.

Parlamentonun çözüm merkezi olduğunu bir kez daha önemle belirtmek istiyorum. TBMM’nin CPT raporlarına duyarsız kalamayacağını, işkencenin tespit edildiği bir yerde bunu görmezden gelemeyeceğini buradan TBMM’den ifade etmek istiyorum. Parlamento ve Genel Kurul’da defalarca bunu ifade ettik. Tüm cezaevleri ve İmralı arasındaki önemi ifade ettik. Ama maalesef 3 maymunu oynamaya devam ediyorlar. İmralı’da tutulan mahpusların dış dünya ile teması yok. 2011 yılından bu yana avukatlarla görüşme yapılmıyor. 2014 Ekim’den bu yana da aile ile de görüşme yaptırılmıyor. Tam anlamıyla dış dünyadan izolasyon ve bu işkencenin dış dünyayla paylaşılmasını engelleme, barış konusundaki savunuyu halkla paylaşmayı engelleme, çözüm yolunu tartışmayı engelleme anlamına gelmektedir. 2013-2015 yılları arasında Öcalan'ın Kürt meselesinin çözümü ve Türkiye’nin demokratikleşmesi konusunda sunmuş olduğu öneriler Türkiye’ye rahat nefes aldırmıştır.

‘AKP-MHP 100 YILLIK İNKARI, ASİMİLAYONU, İŞKENCEYİ GÜNCELLEMEK İSTİYOR AMA BAŞARAMAYACAKLAR’

Biz HDP olarak Türkiye’de demokratikleşmenin, Kürt meselesinin adil ve demokratik bir zeminde, eşit ve özgür bir yurttaşlıkla çözümünün ancak mümkün olabileceğini her zaman söyledik. Bugün de söylüyoruz. Şu anda çözüm süreci döneminde almış oldukları sorumluluk yaptıkları işler sebebiyle arkadaşlarımız cezaevinde tutuluyor. Sevgili İdris Baluken çözüm sürecinde İmralı heyetinin bir üyesiydi. Tamamen hükümetin bilgisi dahilinde, istemler doğrultusunda çaba sarf ederken, şimdi Sincan Cezaevi’nde rehin tutuluyor. Yine Selahattin Demirtaş ve diğer arkadaşlarımızın rolünü hatırlatmak istiyorum. Peki biz ne diyoruz? AKP ve MHP, bu konuda tecridi derinleştirerek çözümü engellemek ve Kürt meselesinde 100 yıllık inkarı, imhayı, asimilasyonu, işkenceyi ve bir halkın yok sayılmasını tekrar güncellemek istiyor. Ama bunu başaramazlar. Türkiye’nin 4’te 1 nüfusunu oluşturan Kürtlerin özgür yurttaş olmadığı sürece bu ülkede demokrasinin d’sinden söz edilemez. Bu nedenle şunu söylemek istiyorum. Tecrit çözümün önündeki engeldir; bu engeli kaldırın.

‘KÜRT SORUNU BİTMEDEN SAVAŞ, SAVAŞ BİTMEDEN YOKSULLUK BİTMİYOR’

Abdullah Öcalan 99’dan beri orada barışı, demokrasiyi savunmak dışında halkların bir arada özgür-eşit yaşamını savunmak dışında bir söz söylemedi. Bu sadece bir kişinin bir kesimin meselesi değildir. Bu Türkiye’de yaşayan 83 milyon yurttaşın meselesidir. Bugün ölen askeri ve onun ailesini de polisin ailesini dağda ölen Kürt gencin ailesini de ilgilendiriyor. Bütün yurttaşlar olarak hepimizi ilgilendiriyor. Bu mesele çözülmeden savaş bitmiyor, savaş bitmeden ekonomi düzelmiyor. Ekonomi düzelmeden, kesinlikle yoksulluğa çare bulunmuyor. Aş, iş talebi de karşılanmıyor ve tabii hak ihlalleri bütün hızıyla devam ediyor.

‘COVİD-AKP İŞBİRLİĞİ HAYATIN HER ALANINDA OLDUĞU GİBİ CEZAEVLERİNDE DE UYGULANIYOR’

Bütün cezaevlerine ilişkin şunu söylemek isterim; pandemi konusunda şöyle bir tablo var. Pandemi fırsata çevrildi. Aslında hayatın her alanında çevrildi. Ama cezaevlerinde Covid 19 tam anlamıyla tecridi derinleştirmek, mahpusların birbirini görmelerini engellemek, aile görüşlerini engellemek, hatta telefon görüşmelerini engellemek için fırsat olarak kullanılıyor. Mahkumlar hastaneye götürülmüyor, aileleri ile görüştürülmüyor. Hiçbir sosyal haktan yararlandırılmıyor. Kandıra Cezaevini örnek vereyim. İnfaz koruma memurları ailelerinin yanına gidiyor, yemekhanede yemek yeniyor, mahpuslarla doğrudan temasları var. Covid onlar içinde bir risk ama mahpuslara ne yapılıyor. Haftalık çıktıkları spor yasaklanıyor, aile görüşleri yasaklanıyor. İletişim hakları mektup- telgraf hakları, sohbet hakları engelleniyor. Mahpuslar kendi odalarında izole ediliyor, tecrit ediliyor. Bunun Covid 19 ile ilgisi yok. Bu tamamen hapishaneleri tecrit merkezine dönüştürmek, hakları kısıtlamak için bir fırsat olarak değerlendiriliyor. Covid-AKP işbirliği var. Covid-AKP işbirliği hayatın her alanında olduğu gibi cezaevlerinde de uygulanıyor. İşkence ve kötü muamelede sınır tanımıyor. Üstelik hijyen koşullarına, sağlık koşullarına, tedavi koşularına dair tedbirler kesinlikle yeterli değil.

‘AİLE GÖRÜŞÜ YAPTIRMAMAK VE BİZ MAHPUSLARI DÜŞÜNÜYORUZ DEMEK BÜYÜK BİR İKİYÜZLÜLÜKTÜR’

Adalet Bakanı Eylül ayında bir açıklama yapmıştı cezaevlerine dair. 3 mahpusun yaşamını yitirdiğini söylemişti. O günden bugüne hiçbir söz söylemedi, hasta mahpuslar başta olmak üzere on binlerce tutuklu ve hükümlü ölüm riski ile baş başa yaşıyor. Şu anda Sincan’da 4 kadının yaşamı tehlikede. Bir şekilde orada tutulmaya devam ediyorlar. Af Örgütü de Türkiye’deki cezaevlerine ilişkin raporunu defalarca açıkladı, basın açıklamaları yaptı. Cezaevlerindekilerin içinde bulundukları koşullar adı konulmamış idamdır ve bunu kabul etmemiz mümkün değildir. Adalet Bakanlığı bir an önce cezaevlerindeki izolasyonu bitirmeli ve aile görüşmelerini yaptırma sürecini başlatmalıdır. AVM’ler açıkken, sahiller tıklım tıklım doluyken, insanlar Covid 19 ile başbaşa bırakılırken cezaevlerinde görüş yaptırmamak ve biz tutukluları düşünüyoruz demek büyük ikiyüzlülüktür. Bu gerçeği herkes görüyor, bunu kabul etmemiz mümkün değildir.

‘İSTANBUL SÖZLEŞMESİ TARTIŞMALARIYLA KADINLARI SUSTURMAK İSTİYORLAR’

İstanbul Sözleşmesi meselesi gündemimizde olmaya devam ediyor. Çünkü kadınlar ölmeye devam ediyor, çünkü kadınlar şiddet görmeye devam ediyor. İstanbul Sözleşmesine karşı erkeklerden oluşan bir platform kurulmuş. İstanbul Sözleşmesi neden kaldırılmalı diye garip bir çalışma yürütüyorlar. Türkiye Düşünce Platformu diye adını koymuşlar düşüncesi olmayan bir platform aslında bir görev ifa ediyor. Neyse ki kendilerini feshetmişler. Erkeklerin kadına yönelik bir şiddet konusunda etkili olması iktidarın onlara toleranslı olmasını da kamuoyunun takdirine sunuyorum.

Evet, İstanbul Sözleşmesi’ne ilişkin çok şey söylendi, çok tartışma oldu. Biz kadınlar İstanbul Sözleşmesinden çekilmeye izin vermeyeceğiz. Pandemi koşullarında Diyarbakır’dan İzmir’e Türkiye’nin her yerinde kadınlar, yaşamın her yerinde kadınlar yaşamın arkasında durmaya devam edecek. Kadınlar bu sözleşmeden çekilmeye izin verilmeyeceğini vurguluyor. Kadınlar susturulmaya çalışılıyor. Tek bir amaç var kadınlar sussun. Kadının adını silmeye, aile içine hapsetmeye ve sadece aile olarak tanımlamaya dönük bir politika var. İstanbul Sözleşmesi kadına yönelik şiddetin önlenmesini devlet politikası haline gelmesini engellemeyi hüküm altına alıyor ve zorunlu kılıyor. Bunun da toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin sağlanması ile mümkün olacağını söylüyor. İlk dönemlerde AKP iktidarı sözleşmeyi imzalamakla çok övünüyordu, şimdi algı operasyonu ile çekilmeyi tartışıyorlar. Toplumun talebi bu, aile düzenini bozuluyor gerekçelerini ifade ediyorlar. Öyle bir aşamaya geldik ki, kadınların mücadele ile kazandığı ve kadınların kağıt üzerinde de olsa eşit hak sahibi olmasına yönelik düzenlemelere tahammülleri yok.

‘SÖZLEŞMEYİ TARTIŞMAYA AÇMAK İÇİN UYDURULAN YALANLAR’

Sözleşmenin kaldırılması için hangi gerekçeler söyleniyor, kısaca onları söyleyeyim ve kamuoyunun takdirine bırakayım. Diyorlar ki “sözleşme dine ve kültürümüze aykırı.”

Yalan; sözleşmede dine dair doğrudan hiçbir madde yok. Aksine 4. maddede kimseye dini inancından ötürü ayrımcılık yapılamayacağı söyleniyor. Dinin ve kültürün bir ayrımcılık sebebi olmayacağını vurguluyor. Bir başkası “sözleşme boşanmayı artırıyor” diyor. Bu da başka bir büyük yalan. Sözleşmede evlenmeyi ya da boşanmayı teşvik edici hiçbir madde yok. “Sözleşme şiddeti engellemiyor” diyorlar.

Evet sözleşmenin şiddeti engellemesinin nedeni, uygulanmamasıdır. Sözleşme, imzalandığı günden bu yana sürekli tartışma konusu edilmiş, iç hukuka uyarlanmamış ve uygulanmamıştır. Diyorlar ki “toplumun çoğunluğu sözleşmeden rahatsız”.

Bu da başka bir yalan. Hayır efendim toplum bundan rahatsız değil. Son araştırmalara göre toplumun yüzde 63.6’sı sözleşmeden çıkılmasını onaylamıyor. Diyorlar ki “6284 sayılı yasa nedeniyle erkekler haksız yere ceza alıyorlar”. Bu da başka bir yalan. Bu cezaları haksız bulanlar aslında kadına yönelik şiddet UYGULAMAYI hakkı olduğunu düşünen erkeklerdir. “Sözleşme nafakayı erkeğe yüklüyor” diyorlar ama bu da başka bir yalan. Sözleşmede nafakaya dair hiçbir söz yok.

‘SÖZLEŞME TÜRKÇE’DİR, TÜRKİYE’DE HAZIRLANMIŞTIR’

Sözleşme dış güçlerce hazırlanmış diyorlar, bunu okurken dehşete düştüm. Çünkü ben sözleşmenin iskeletini oluşturan Nahide Opuz davasının başvurucu avukatıyım. Nahide Opuz davasının nasıl bir süreçten geçtiğini gayet iyi biliyorum. Türkiye kadına yönelik ayrımcılıktan mahkum edildi. İlk defa AİHM “bu ülkede kadın olduğu için bir kadına ayrımcılık var” dedi. Türkiye bu sözleşmenin kurucu üyesidir. Türkçe yazılmıştır, İstanbul’da hazırlanmıştır. Kurucu ülke Türkiye, ilk imzalayan Türkiye, dava Türkiye davası ve diyorlar ki dış güçlerce hazırlanmıştır. Bu kadar büyük bir yalanı kime yutturacaklar. İnanmak mümkün değil. O dönem de Mevlüt Çavuşoğlu bu sürecin takipçisiydi.

‘KADINA YÖNELİK SAVAŞ AÇILMIŞTIR, İSTANBUL SÖZLEŞMESİNDEN VAZGEÇMEYİZ’

 “Sözleşme eşcinselliği özendiriyor diyorlar”, hayır böyle bir madde yok. Sadece şiddete karşı cinsel kimliğe dair ayrım yapmayı yasaklıyor. İnsanlar arasında kimliği ne olursa olsun ayrım yapmayı yasaklıyor. Ayrımcılık karşıtı yasalar uluslararası alanda bir değerdir. “Sözleşme ile sadece kadının beyanı ile başka bir delil olmadan erkekler cezaevine atılıyor” diyorlar.

Bu da içi kof kocaman bir yalan. Sadece kadının beyanı ile verilen hapis cezası falan yok. Bu sadece koruma kararlarında oluyor. Kadın gidiyor can havliyle karakola diyor ki eşim beni dövdü raporunu alıyor, ispatlıyor koruma kararı alınıyor ve dava daha sonra devam ediyor.

Bu da ne kadar samimi olmadıklarını, kadın düşmanı politikalarını ortaya koyuyor. Bizler İstanbul Sözleşmesi’ne sahip çıkmaktan ve İstanbul Sözleşmesi yaşatır demekten vazgeçmeyeceğiz. İstanbul Sözleşmesine dair kuracağımız söz çekilme değildir, yapılması gereken İstanbul Sözleşmesinin yeniden uygulanmasıdır. Çünkü şu anda kadına savaş açılmıştır, iktidar yönetiminde kadına savaş açılmıştır. Kadınlar her gün ölmeye devam ediyor erkek egemen sistem tarafından. Biz sözleşmenin savunucusu ve takipçisi olmaya devam edeceğiz.

‘KÜRT SORUNUNUN ÇÖZÜMÜNE DAİR SAMİMİ ÇABALARI ÇOK ÖNEMSİYORUZ’

Diğer bir mesele Kürt meselesi Türkiye’nin hiçbir zaman gündeminden çıkmadı, çıkmayacak çözüm oluncaya kadar. Ama birilerinin her gün Amerika'yı yeniden keşfetmesine acı acı gülmekten kendimizi alamıyoruz. CHP Kürt sorunu üzerine yeni rapor yazıyor. 89’da başlamışlardı. Basından takip ettiğimize göre, toplumsal mutabakat komisyonu, ortak akıl heyeti ve gerçekleri araştırma komisyonunun kurulmasının sağlanması, Türkiye’de çözüm adresinin Meclis olarak gösterilmesi konusunda daha önce yayınlanan raporların güncellenmiş bir haliyle karşı karşıyayız. CHP kurultayında toplumun ve CHP tabanının yoğun baskısı ile bu raporların yayınladığını biliyoruz. Yine de Kürt sorununda gösterilen tüm çabaları çok önemsiyoruz. CHP bugüne kadar Kürt halkına karşı uygulanan baskı politikalarına karşı hiçbir zaman net tavır almamıştır. Her zaman ikircikli olmuştur bunu biliyoruz ve not alıyoruz. Partimize yapılan siyasi soykırım operasyonlarında yeterli bir duruş göstermekten kaçınmıştır. Yine de bu girişimi anlamlı buluyoruz.

‘KÜRT MESELESİ DİYARBAKIR’DA ROJBAŞ DİYEREK POPÜPÜLİST POLİTİKALARLA ÇÖZÜLMEZ’

Bu ülkede demokrasinin yeşermesinin tek koşulu Kürt sorununun demokratik yollarla çözülmesidir. Kürt sorunu Türkiye'nin meselesidir. Sadece Kürtlerin sorunu değildir. Kürt meselesini çözülmemesinden bütün Türkiye zarar görüyor. Sadece Diyarbakır’a giderek “rojbaş” diyerek güzel sözler söyleyerek Kürt meselesi popülist politikalarla çözülmez. Davutoğlu’da Diyarbakır’a gitmiş rojbaş diyerek birkaç güzel cümle sarf ederek Kürtlerin oyunu alabileceğini sanıyor. Ama Kürt halkının buna karnı tok. Demirel’den Çiller’den Mesut Yılmaz’dan daha nicelerinden iyi biliyor. O güzel sözler söyleyenlerin Kürtlere neler yaptığı hafızamızda diridir. Kürt halkının iradesi yok sayılarak çözüm mümkün değildir. Bunun için HDP vardır. HDP Türkiye’de herkesin temsil edildiği bir partidir. Biz 83 milyonun iradesiyle birlikteliğiyle bu sorunun çözülebileceğini söylüyoruz. Hep birlikte bu mücadeleyi yürütelim ve çözümüne ortak olalım diyoruz. Rapor yayınlamak tespit için elbette önemlidir ama önemli olan gerçek ve kurucu bir siyaset izlemektir. Korkmadan, çekinmeden “ey Kılıçdaroğlu”, “ey Babacan” sözlerine kulak tıkamaktır. Bu konuda kararlı olmaktır, çözümün yolu buradan geçmektedir.

‘AKP VE MHP’NİN İNKARCI POLİTİKALARINI MAHKUM EDEREK İŞE BAŞLAYABİLİRLER’

Önümüzdeki dönemde dün Diyarbakır'da gördüğümüz üzere birçok parti güzel laflarla Kürtlerin oyuna talip olacaktır. Siyaset yapma iddiası olan herkesin Kürt sorunu konusunda tavır belirleme, AKP ve MHP iktidarının inkar politikalarına karşı Kürt halkının yanında tavır almaya çağırıyoruz. Kürt halkını yok sayarak, haklarını inkar ederek varılacak yer demokrasi mezarlığından başka bir şey değildir. Bugüne kadar yaşadığımız siyasi tarih bunu gösterdi. Kuşkunuz olmasın önümüzdeki dönemde Kürt sorununda inkar politikalarının özneleri de demokrasi mezarlığında yerlerini alacaktır. Hiç kimse iktidara nefes aldıracak siyasi operasyonlar yapmak için Kürt sorununu araçsallaştırmasın. Bunu kabul edemeyiz. Kürt sorunu binlerce yıllık hafızanın, yüzyıllık bir hak ve adalet mücadelenin adıdır. Kürt sorununu çözmek isterken AKP ve MHP’nin inkarcı politikalarını mahkum ederek, onların karşısında durarak işe başlayabilirler. Bu politik ve ahlaki bir sorumluluktur.

‘SAMİMİYETSİZLİĞİN CEVABINI HALKIMIZ VERECEKTİR’

Sorunun adını daha koyamadan, Kürt derken defalarca düşünenler Kürt meselesinde çözüm üretemezler. Bir kere adını doğru koymakla sorunun çözümünü doğru göstermekle işe başlayabilirler. Samimiyetsizliğin cevabını halkımız verecektir. Davutoğlu’na son bir sözüm var. Diyarbakır konuşmasını dikkatle dinledik, Kürt sorununa yaklaşımı, partimize ve Kürtlere dönük saldırılar karşısında ne yaptığını hatırlatmayacağız. Çünkü herkes bunu hatırlıyor Silopi’yi, Sur’u, Cizre’yi hatırlatmaya gerek yok. Kaldırılamayan cenazeler var daha. Taziyeler devam ediyor ve acılar çok taze. Ama hala sorunu güvenlik gözlüğüyle görüyor. Davutoğlu’na çağrımız o güvenlik gözlüğünü çıkarsın. İşe hak, adalet ve hukuk ve gerçek anlamda tarihsel arka planla bakmayı öğrensin.

‘İMRALI'YI MUHATAP ALIN DİYORUZ’

Bugün Öcalan’ın adını neredeyse kullanmayı yasaklayacaklar, neredeyse tecrit demeyi yasaklayacaklar. Kürdistan demeyi yasaklayacaklar. Bu yasakları kimse dinlemez. Bu yasaklamanın amacı çözümü engellemektir. Neticede Öcalan İmralı cezaevinden barış mücadelesi veriyorsa ve bu hükümet onunla masaya oturup konuşmuşsa bunu unutturamazlar. Biz bu noktada duruyoruz. Bunu söylemekten vazgeçmiyoruz. Bu nedenle İmralı'yı muhatap alın diyoruz. İşlerine gelindiğinde muhatap almayı, işlerine geldiğinde ismini yasaklamayı bu toplum iyi düşünsün. HDP olarak gerçekleri söylemekten vazgeçmeyeceğiz.

‘EKONOMİDE ÇAKILDIK BUNUN ADI UÇUŞ MODU DEĞİL’

Ekonomide uçuş modunda değiliz, çakıldık. Erdoğan uçuş moduna geçtik diyor ama bunun adı uçuş modu değil bunu adı çakılmak. TL hızla dibe gidiyor. 5 yıldır ilan edilmeyen devalüasyonlar yaşanıyor, döviz her birim yükseldiğinde bütün bunlar halklarına enflasyon, borç olarak, işsizlik olarak dönüyor. İktidar ise powerpoint sunumu yapmaktan başka bir şey yapamıyor. Bu iktidar istemediği için değil yapamadığı için olumlu adım atmıyor ve sorumlusu kendisidir. Sofralardan eksilen yiyeceklerin sorumlusu AKP iktidarıdır. Tek dertleri var; kendi iktidarları, gelecekleri ve bekaları. Enflasyon, dolar, işsizlik yoksulluk AKP iktidarı düşmeden düşmez. Gidişat onu gösteriyor. 18 yılın acı gerçeği bu.

‘HERKES BOĞAZINDAN KESİLEN PARANIN SAVAŞA GİTTİĞİNİ BİLSİN’

Halkın hakkını kursağına girecek ekmeğin parasını savaşa harcıyor. Diyor ki merminin fiyatı nedir. Bu kadar büyük bir cesaret var. Boğazından kesilen paranın mermiye gittiğini bilmiyorum demesin kimse. Kürt meselesi çözülmeden savaş devam ediyor. Savaşa karşı net bir şekilde barışın yanında olmak lazım. Ekonominin uçuş moduna geçmeyi bıraktık normal bir seyirde izlemesi bile mümkün değil. Hazine bir ülkenin değil bir ailenin hazinesine dönüşmüş durumda. Hazine damatlara gidiyor. Ne kadar kötü yönetildiğini halk gayet iyi biliyor.

‘BOŞ BUZDOLAPLARI İLE ÖVÜNÜYORLAR İÇİNDE NE OLUP OLMADIĞINI SÖYLEMİYORLAR’

Yolsuzluk ve yoksullukla mücadele edeceklerdi, bu konuda en yüksek noktadayız. Yoksulluk ve yolsuzluk uçuş modunda gerçekten. Ne oluyor halka boş buzdolabı verdiklerini söylüyorlar. Seçimlerde halka buzdolabı dağıttıklarını gördüğüm için haklarını yemeyelim. Dersim'de paket içinde buzdolabı verdiklerini gördüm. Sorun buzdolabının içinde ne var? Boş buzdolapları boş. İçinde sebze meyve et olup olmadıklarını söylemiyorlar. Boş buzdolapları ile övünüyorlar.

 İktidar büyük bir ekonomik çöküşün içinde. Ne 30’lar ne 90'lar ne de 2000’li yıllarda böyle bir çöküş görülmedi. Biz 31 Mart’ta aş ekonomi ekmek dedik ama bugün onlar yine beka yalanına sarılarak halkı aldatmayı tercih ediyorlar. Buzdolabı demişken şunu da soralım: Bin odalı sarayda acaba kaç buzdolabı var? Bu sayıyı artıran saraydaki buzdolabı olmasın. Şu anda cezaevinde Demirtaş’a buzdolabı verilmediğini bütün Türkiye öğrendi. Hiçbir cezaevinde küçük buzdolabı dışında buzdolabı verilmiyor. Parası ile de olsa verilmiyor.

Cezaevlerinde neden büyük buzdolabı verilmiyor? Bunu açıklasınlar. Bu yaz koşularında soğuk su içemeyen, sebze meyvesini koruyamayan  beslenme hakkından yoksun olan onlarca mahpus var. 2002’den bugüne kadar ne yaşandı önce bunun hesabını vermelerini istiyoruz. Danışmanları vermiş önlerine verilerini buzdolabı sayısını bununla övünüyorlar, ekonomi çöküşte değil diye anlatıyorlar. Halleri hiç iyi değil. Buzdolabı ile övünen iktidarın sonu artık belli. Bunların işleri güçleri dolap çevirmek, buzdolabı da oradan akıllarına geliyor. Seçmen zamanı gelince onları buzdolabına tıkar, o zaman buzdolabının ne olduğunu anlarlar.

‘SARAY ÇALIŞANLARINA HAFTADA 3 KEZ TEST YAPILIYOR’

Bir diğer konumuz Covid. Covid - AKP işbirliği devam ediyor. Çok vahim bir tablo var.  Hepimiz risk altındayız; 83 milyon insan her an hastalığa yakalanabilir.  AKP-MHP insanları bu salgınla yüz yüze bıraktı. Şeffaflıktan eser yok. Her şey gizleniyor. En son yoğun bakım ve entübe hasta sayısı gizlenmeye başlandı. Bazı illeri arıyorum. Topluyorum 4 il 1000 ediyor, ediyor ama 81 ili açıklıyorlar 1000 etmiyor. Niye yalan söylüyorsunuz. Siz halkı ölüme terk ediyorsunuz. Hastanelerle altyapılarla övünüyorlar. Şunu çok iyi biliyorum hastanelerde kaldırımlarda insanlar yatıyor. Siirt’e geçen hafta gittim, test yapılmıyor. Geçen hafta bir olay yaşandı skandal denildi, Hatay Milletvekili bir ayda 8 test yaptırmış, 8'incide pozitif çıkmış. Cumhurbaşkanlığı sarayında haftada 3 kez test yapılıyormuş.

‘COVİD İLE MÜCADELE EDİLMİYOR, AKP COVİD İLE İŞBİRLİĞİ YAPIYOR’

Soru sorduk cevap verilmedi. Kendileri sırça köşklerinde otursunlar, halk test istesin yaptıramasın. Halka gerçekleri söylemeyin ama siz bulunduğunuz köşklerden her gün gerçekleri çarpıtarak açıklamalar yaptırarak pandemi ile mücadele ediyoruz deyin. Hayır etmiyorsunuz! Pandemi ile işbirliği yapıyorsunuz. Türkiye’nin genelinde durum vahim. Ama Kürt illerinde durum daha da vahim. Kürtler bir kez daha ayrımcılığa mahkum edilmiş. Oralarda testi yapılmıyor. Hastanelerde yer yok. Sağlıkçıların test yapamadığı bir ortamda bir milletvekilinin 8 test yaptırması korkunç bir durumdur, Cumhurbaşkanlığı sarayında haftada 3 kez test yapılması korkunç bir durumdur. Diyarbakır, Mardin, Urfa’da yoğun bakımda yer yok. Hastalar eve gönderiliyor. Bu tablonun sorumlusu iktidardır. Dün beni Batman’dan aradılar annesi hasta gidip test yaptırmak istemiş 1500 TL para talep etmişler. Sağlık Bakanlığı para talep edilmeyecek diyor ama her yerde istiyorlar. Sağlık Bakanı’na sorarsınız AKP mücadele ediyor. Ama Mücadele edilmiyor AKP Covid ile işbirliği yapıyor. Fırsatını gayet iyi kullanıyor.

‘1920’DEN BERİ TBMM İŞLERİNE BU KADAR MÜDAHALENİN OLDUĞU  BAŞKA DÖNEM OLMAMIŞTI’

Son konu iç tüzük tartışmaları, Meclis Başkanı Şentop açıklama yaptı, bir aksaklık olduğunu ve yeni içtüzük çalışmalarına başlanacağını söyledi. Aksaklık yok, bu bir kriz. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi krizidir. Bir uçurumdayız, doların nereye vardığını hepimiz görüyoruz. Doların yükselmesi demek cebimizdeki paranın azalması demek. Herkes bunu düşünürken onlar gelmiş aksaklık diye yumuşatmaya çalışmışlar. Bu tek adam rejiminin krizidir. Bu AKP’nin krizidir ve bunu yumuşatmaya çalışıyorlar. 1920’den beri TBMM işlerine bu kadar müdahalenin olduğu bir başka dönem olmamıştı. Bu Meclis'e yapılabilecek en büyük kötülüktür. Alelacele sosyal medya susturulmak istendi, susturamayacaklar. Şimdi bu içtüzük çalışması da Meclis'i susturma, muhalefeti susturma çabasıdır. AKP - MHP’lileri değil onlar zaten konuşmuyorlar. Muhalefeti susturma çabasıdır. Bunun arkasında ne var? Muhalefetten rahatsızlar. Çünkü biz Meclis kürsüsünden gerçekleri her fırsatta açıklıyoruz ve bundan rahatsızlar.

‘ANAYASA ASKIDA, SARAY YASASI YÜRÜRLÜKTE’

Doların 7,5 tl sınırına dayanması mı aksaklık? Merkez Bankası’nın eksi rezerve geçmesi mi aksaklık? Açlıktan, yoksulluktan kırılan insanların Meclis önünde kendisini yakması mı aksaklık? Bu liste çok uzun. Şu anda bir anayasasızlık var ama anayasasız derken hiçbir yasa yok demeyin bir yasa var. Saray yasası var. Anayasa askıda hukuk askıda ama saray yasası yürürlükte. En son Anayasa Mahkemesi’nin kararına dayanarak söylüyorum. Bütçeyi yapan Strateji ve Bütçe Başkanlığı ile İletişim Başkanlığı gibi 4 kurumun Anayasa’ya aykırı kurulduğunu Anayasa Mahkemesi söyledi. Biz 2 yıldır Anayasa'ya aykırı olarak kurulan kurumların yaptığı bütçe ile yönetiliyoruz. Saray yasası, saray bütçesi derken tam da bunu söylüyoruz.

‘ŞİMDİ DE İÇTÜZÜK YERİNE SARAY İÇTÜZÜĞÜ YAPMAK İSTİYORLAR’

Saray yasası tek değil şimdi de saray içtüzüğü yapılmak isteniyor. Anayasa yerine saray yasası, içtüzük yerine Saray tüzüğü hazırlanacak. İşte tek adam yönetimi dediğimiz tam da budur. Kendimize haksızlık etmek istemem, çok büyük bir emek veriyoruz. HDP ve muhalefet olarak çok büyük bir çaba içindeyiz, emek veriyoruz. Ama iktidar ve ortağı söz kurmadan, Saray'dan hazırlanan bir kanun teklifi komisyondan virgülü değişmeden geçiyor ve Genel Kurula geliyor oradan da değişmeden geçiyor. İktidar kendi vekillerini ortağı ile birlikte noter gibi görüyor. Konuşmayın, cevap vermeyin sadece oy verin diyorlar. Bu kanun tekliflerinin onlar da ne olduğunu bilmiyorlar. Bir gün bir konuşma yapılıyor, ertesi gün komisyona bir taslak geliyor ve onaylanıyor. Bu koşullarda içtüzük değişikliği susturmaya yöneliktir. Meclis'i daha fazla etkisizleştirmeye yöneliktir. Önergeler de 10 dakikadan 5 dakikaya, 5 dakikadan 3 dakikaya düşen sürelerle daha kısaltılmak isteniyor. Çünkü hiçbir yerde söz kurulması kabullenilemiyor. İç yüzlerinin görülmesi kabullenilemiyor. Bu da içtüzükten geçiyor diye düşünüyorlar ama biz gerçekleri her koşulda söylemeye devam edeceğiz.

Soru: Kılıçdaroğlu’nun Kürt meselesine yönelik sözlerine ilişkin ne söylemek istersiniz?

Biz samimi, dürüst, çözüm odaklı girişimleri önemsiyoruz. Kılıçdaroğlu'nun da bu söylemini önemsiyoruz. Ama sadece Kürtleri araç olarak gören, oy kullanma aracı olarak gören, sandıkları doldurmayı hedefleyen ve seçim bittiğinde Kürtlere en büyük kötülüğü yapan girişimleri Kürt halkı çok iyi analiz edebilir. Kürtlerin yaşadığı acı deneyimler onları inanılmaz derecede mahirleştirmiştir, politize etmiştir. İstedikleri kadar parti kursunlar. Kimin çözüm odaklı düşündüğünü, kimin halk yararına, çözüm odaklı ve demokrasi temelinde yaklaştığını analiz edebilecek güçtedir Kürtler. Biz Kürt halkına güveniyoruz.