CHP İstanbul Milletvekili Mehmet Bekaroğlu, Erdoğan ve iktidar mensuplarının referandum kampanyasının kutuplaştırıcılığına dikkat çekti. Bekaroğlu, "Sanki savaşa gidiyoruz, 'hayırcılar'ı terör örgütleriyle anıyorlar. Sadece içeride mi; neredeyse atlarımıza atlayıp Viyana’ya doğru süreceğiz, Avusturya, Almanya, Hollanda yöneticileri de terörist listesinde" dedi.

Referandum sürecini Ortak Söz'den Gülşen İşeri ve Bülent Kutlutürk'e değerlendiren Bekaroğlu, "Böylesine bir referandumdan sonra sonuç nasıl olursa olsun bu millet tekrar nasıl birlikte yaşayacak; politikacılar, Cumhurbaşkanı bu soruya cevap vermek zorunda. Ama görünen o ki, ne olursa olsun, yeter ki buradan bir evet çıkaralım, sonra bakarız diyorlar" diye konuştu.

Referandum'un bir dönüm noktası olduğunu ifade eden Bekaroğlu, "Referandumdan evet çıkması halinde Türkiye bir tek adam rejimine geçecek; eğer bu yaşanan ve 7 Haziran seçimlerinden sonra başlayan fiili tek adam sistemine bakarsanız bir karanlık bizi bekliyor. Hayır dalgasının büyüdüğünü görüyorum, hayır çıkacak. ‘Hayır’ çıkarsa Türkiye rahatlayacak, herkes derin bir nefes alacak. 17 Nisan günü yeni bir umutla uyanacağız" ifadelerini kullandı.

Mehmet Bekaroğlu'nun Ortak Söz'de yer alan söyleşisinin bir bölümü şöyle:

Klasik bir soru ile başlayalım; ne oluyor ülkede, nereye gidiyoruz?

Anayasa değişikliği için referanduma gidiyoruz. Ancak yürütülen kampanyalara, özellikle Cumhurbaşkanı ve iktidar partisinin yaptıkları kampanyalara bakacak olursak sanki savaşa gidiyoruz. İçeride kutuplaşmanın zirvesine çıkıldı. Araştırmalar “Evet” ve “Hayır” oylarını eşit gibi gösteriyor, yarı yarıya. Cumhurbaşkanı ve iktidar partisi sözcüleri “Hayırcılar”ı terör örgütleri ile birlikte anıyor. Cumhurbaşkanı, 15 Temmuz’da bomba yağdıranlarla “Hayırcılar” aynı dedi.

Sadece içeride mi; neredeyse atlarımıza atlayıp Viyana’ya doğru süreceğiz, Avusturya, Almanya, Hollanda yöneticileri de terörist listesinde. Adalet ve Kalkınma Partisi yetkilileri, ‘Hayır’ çıkarsa iç savaş olur diyorlar. Sinop’ta densiz bir iktidar partisi mensubu, ‘Hayır’ diyenleri nasıl hendeklerde öldüreceklerinin videosunu çekip paylaşıyor. Haydi bunlar il yöneticileri, bireysel davrandılar diyelim, bir Cumhurbaşkanı Başdanışmanı “Hayır diyenlere: 7 Haziran sonrası Türkiye’deki kaos ve istikrarsızlığı mumla ararsınız” diye bir paylaşım yapabiliyor.

Elbette bunlar hayra alamet değil; böylesine bir referandumdan sonra sonuç nasıl olursa olsun bu millet tekrar nasıl birlikte yaşayacak; politikacılar, Cumhurbaşkanı bu soruya cevap vermek zorunda. Ama görünen o ki, ne olursa olsun, yeter ki buradan bir evet çıkaralım, sonra bakarız diyorlar. Bence de bu referandum bir dönüm noktası; Türkiye kör topal olan demokrasisini iyileştirmek için bir fırsat yakalayabilecek mi yoksa yürürlükteki 12 Eylül sisteminin gerisine mi düşeceğiz?

Siyasete mesleki açıdan baktığınızda toplumda nasıl bir ruh hali görüyorsunuz?

Elbette bir psikiyatr olarak mesleki kavramları siyasi ve toplumsal olayları adlandırmakta kullanmam. Ama politik psikoloji diye bir disiplin var, ben de bir dönem yüksek lisans dersi olarak politik psikoloji dersi verdim. Kutuplaşan, kamplaşan, düşmanlaşan bir toplum var. İnsanlar korkularla yaşıyor, herkeste müthiş bir gelecek endişesi var. Bunlar insanın hep olmak istediği denge durumunu bozar. Böylesi durumların kişisel ruh sağlığını etkilediğine dair çok sayıda araştırma var.

Türkiye ciddi bir kaosa sürüklenirken akademisyenlerin ihraçları, gazetecilerin tutuklanması, öğretmenlerin görevden alınması… Medyanın tekelleşmesi sürecine girdik. Tüm bu durumlar korkutuyor mu sizi, yoksa bununla mücadele etmeninin yolları olarak nasıl bir öneri sunuyorsunuz?

Çok açık ki Adalet ve Kalkınma Partisi (Sayın Cumhurbaşkanı da diyebiliriz), 15 Temmuz’u ve OHAL’i bir fırsata çevirip, iktidarlarını pekiştirmek için muhaliflerini tasfiye amacıyla kullanıyor. Bu iş artık “kurunun yanında yaşın da yanması”nı çoktan aştı; bilerek, özenle seçerek, kendilerini rahatsız eden bütün muhalifleri susturmaya başladılar. İnsanları, muhalif tüm medya organlarını susturuyorlar; ifade özgürlüğü askıya alınmış gibi. Türkiye çok zor günler gördü, ama böylesini hiç yaşamadı. Dünya kadar haksızlık hukuksuzluk yapılıyor ama hukuk içinde hak aramanın yolları kapatılmış durumda.

Tek Millet’ sloganı tüm bunların tezahürü mü?

Tekçilik anlamında “tek millet” kavramı yeni değil. Maalesef herkesin bir tek millet kavramı var; kendisinden olanı, kendisi gibileri içine koyduğu, diğerlerine “ya böyle olursunuz ya da susarsınız, hatta gidersiniz” dediği bir ‘tek millet’. Oysa biz burada tüm farklılıklarımızla birlikte bir arada olduğumuz, birlikte olduğumuz insanlar, hepimiz bir milletiz. Gerçi sıkıştıklarında, eleştiri aldıklarında ya da demokrat görünmeleri gerektiğinde “Türk’ü ile, Kürdü ile, Laz’ı ile, Çerkez’i … bir milletiz, tek milletiz” diyorlar ama uygulamalar öyle değil. Elbette çoğulculuk, çoğunlukçuluk değil. Çoğunlukçuluk, çoğunluk olanların isteklerini az olanlara, azınlık olanlara dayatır. Maalesef bugün meydanlarda bağırarak söylenen ‘tek millet’ kavramı çoğulcu değil, çoğunlukçu.

‘Tek millet’ten tek adama geçiş ve başkanlık sistemi için 16 Nisan’da önümüze seçenek sunulacak. Çok net olarak, ‘Evet’ ve ‘Hayır’ı ayrı ayrı değerlendirin desek?

Hiç kuşku yok ki bugün tartıştığımız, 16 Nisan’da oylayacağımız anayasa değişikliği paketini bu çerçeveden okuyabiliriz. Nitekim insanların böyle okuması için büyük gayretler var. Kimlik, inanç veya yaşam tarzı vurgusu yapılarak toplumun çoğunluğunu bir yerde toplamak istiyorlar. Ama bence iş böyle değil. 18 maddeye ayrı ayrı ve sonra da bir bütün olarak bakmak gerekir. Paketi birlikte hazırlayan iktidar partisi ve MHP, “rejim filan değişmiyor, sadece hükümet şekli değişiyor, cumhurbaşkanlığı hükümet şekli geliyor” diyorlar. Tabi buradaki “cumhurbaşkanlığı hükümet şekli” dünya da bir ilk ama esas demek istedikleri “başkanlık sistemi”dir.

Bu paket gerçekten başkanlık sistemi mi öngörüyor?

Değil elbette. Dünyada az da olsa başarı ile uygulanan demokratik başkanlık sistemleri vardır. Fakat bu, başkanlık sistemi değil. İktidar partisi mensupları çok kızıyor, ama bu gerçek anlamı ile bir tek adam sistemi. Evet, tek adam seçimle geliyor, yüzde 50+1 oyla seçiliyor ama o başkan, demokratik başkanlık sistemlerinde olduğu gibi sadece yürütmeyi üstlenmiyor; meclise hâkim oluyor, kanun çıkarıyor, yargıyı belirliyor. Oysa demokratik başkanlık sisteminde sert kuvvetler ayrılığı var; seçilmiş başkan hiçbir şekilde parlamentonun işine karışmaz. Aksine parlamento; başkanın hukuk içinde davranıp davranmadığını denetler, keza yargı da. Hele hele parlamento asla yasama yetkisini kimseyle paylaşmaz. Bu icat sistemde başkan, meclisin yasa yapma hakkına ortak olmuş. En vahimi, demokrasinin vazgeçilmezi olan bütçe hakkı gasp edilmiş. Bu referandumda evet çıkar da bu ucube sistem hayata geçerse, Meclis bütçeyi reddettiğinde başkan, bir önceki yılın bütçesini yeniden değerlendirme oranında artırarak uygulayacak. Demem o ki, bu öngörülen başkanlık sistemi değil.

Peki, demokratik başkanlık sistemi olsaydı CHP ‘evet’ mi diyecekti?

Biz CHP olarak Türkiye için en uygun sistemin parlamenter demokrasi olduğuna inanıyoruz. Parlamenter demokrasi derken; şu anda yürürlükte olan 82 anayasasını, darbe hukukunu kast etmiyorum. 82 anayasası ve darbe yasaları parlamenter demokratik sistemi sakatlamıştır. CHP, parlamenter demokrasi diyor ama yeni demokratik bir anayasa yaparak elbette. Tabi seçim yasaları, siyasi partiler yasası ve içtüzükten başlayarak tüm darbe yasalarını ayıklayarak. Ha şunu söylemeliyim; eğer bu teklif edilen demokratik bir başkanlık sistemi olsaydı; biz parlamenter sistemi savunmaya devam ederdik ama bu tartışma teknik bir tartışma olurdu. Şimdi durum öyle değil; bu teklif edilen demokrasiyi bütünüyle ortadan kaldıran bir sistem.

Sorumuza dönersek “Evet” ve “Hayır”la ne olur, Türkiye neler yaşar?

Referandumdan evet çıkması halinde Türkiye bir tek adam rejimine geçecek; eğer bu yaşanan ve 7 Haziran seçimlerinden sonra başlayan fiili tek adam sistemine bakarsanız bir karanlık bizi bekliyor. Her konuda büyük sıkıntılar yaşayacağız demektir. Tabi bu ülkenin daha önce de farklı badireler atlattığını unutmamak gerekir. Çok karamsar olmaya da gerek yok, bu millet bundan sonra asla bir diktatörlüğe, tek adam rejimine razı olmaz. ‘Hayır’ çıkarsa ki ben her geçen gün sokakta hayır dalgasının büyüdüğünü görüyorum, hayır çıkacak. ‘Hayır’ çıkarsa Türkiye rahatlayacak, herkes derin bir nefes alacak. 17 Nisan günü yeni bir umutla uyanacağız. Öyle sanıyorum ki, herkes bu olup bitenlerden ders çıkaracak, Türkiye, uzlaşarak bir toplum sözleşmesi, birlikte yaşama senedi, yeni demokratik bir anayasa yapmanın dışında bir yol olmadığını görecek.

SÖYLEŞİNİN TAMAMINI BURADAN OKUYABİLİRSİNİZ