HDP Grup Başkanvekili Ayhan Bilgen, Meclis'te yaptığı basın toplantısında gündeme ilişkin değerlendirmelerde bulundu.

Kayyım atanan belediyelere ilişkin Sayıştay raporuna değinen Bilgen, "Ne yazık ki basında zayıf da olsa Sayıştay Raporları’nı okuyoruz. Türkiye’nin kendisine sorması gerekiyor. Sayıştay Raporları hiçbir idari soruşturma gerektirmiyorsa, Meclis’in Sayıştay Raporları’ndan hareketle etkin bir araştırma yapması ihtiyacı duyulmayacaksa Sayıştay’a ne gerek var? Sayıştay bir Anayasal kurumsa ortaya koyduğu çalışmaları yok saymak nasıl bir hukuksuzluğu ifade eder?" dedi.

Bilgen şunları söyledi:

Eş Genel Başkanlarımız, milletvekillerimiz tam 2 yıldır tutuklular. 2 yıldır tutukluluk Türkiye iç hukukunda da uluslararası kararlarda da uzun tutukluluk olarak kabul ediliyor. Konunun hukuki boyutu kabul edilemez nitelikte, ancak sorunun siyasi olduğu çok açık. DEP’li milletvekilleri 10 yıl cezaevinde tutuldular, Türkiye sonunda “biz üzerimize düşeni yaptık sıra Avrupa’da” diye açıklama yaptı, Türkiye’nin adaylık süreci ile ilgili.

Biz kimsenin siyasetçileri rehine gibi görmesini kabul etmiyoruz. DEP’liler 10 yıl cezaevinde tutuldular, ne oldu? Onların davaları, siyasi iddiaları mı bitti? Yoksa Türkiye’deki demokrasi mi darbe yedi? 24 Haziran seçim sonuçları, son tutuklamaların da siyaseten hedefine ulaşmadığını göstermeye tek başına yetiyor. Türkiye artık krizleri çözmek, sorunları bitirmek yerine krizleri yönetmek ve krizlerden faydalanmak gibi bir arayışa girmiş durumda. Gerek bizim milletvekillerimiz, siyasetçilerimiz, gerekse tutuklu gazeteciler, akademisyenler, sivil toplum temsilcileri ile ilgili önümüzdeki günler AİHM’den çıkacak kararlar Birleşmiş Milletler Keyfi Gözaltı ve Tutuklama Çalışma Grubu’ndan çıkacak kararları bekliyorlarsa bu bu ülkeye yapılacak en büyük kötülüktür. Bu tutukluluklar kabul edilemez düzeydedir. Bundan sonrasında da bu yaklaşımın bir an önce terk edilmesi, bir an önce serbest kalmaları gerektiğini ifade ediyoruz.

Nasıl hukuki krizler daha sonra toplumsal kırılmalara, psikolojik kopuşlara neden oluyorsa, dış politikadaki krizler de eğer sadece yönetme ve faydalanma bakış açısı ile hareket edilirse bölgesel çatışmalara dönüşür. Bugün Kıbrıs sorununun çözümsüzlüğünün önümüze gelişi Doğu Akdeniz’de tatbikat, petrol arama çalışmaları ve bunun bir bölgesel çatışmaya dönüşme potansiyelidir. Suriye’deki krizin yönetilme biçimi bölgesel savaşlara dönüşme potansiyelini taşıyor. Sorunlardan azami fayda elde edilmesi anlayışı ile değil sorunların çözülmesi anlayışı ile hareket edilmesi gerekiyor.

YOZGATA 4 BİN KİŞİLİK CEZAEVİ YAPARAK MI İŞSİZLİK VEENFLASYON SORUNUNU ÇÖZECEKSİNİZ

Önümüzdeki günlerde krizin kaosa dönüşebileceği alanlardan birisi de ekonomi. Bir sorunun çözümü için önce nedenlerini doğru okumak gerekiyor. Enflasyonla ilgili güya topyekün mücadele yürütülüyor. Ancak TÜİK rakamları gösteriyor ki TÜFE’de yıllık yüzde 25 ÜFE’de 45’i bulmuş durumdayız. Ortada bir öngörü var mı hayır? Sonunu öngöremiyorsunuz, beklentileri tutturamıyorsunuz ama sorunu çözebileceğinizi düşünüyorsunuz. Nasıl çözeceksiniz? İşsizlik ve enflasyon birlikte seyir ettiğinde Yozgat’a 4 bin kişilik cezaevi yaparak mı işsizlik ve enflasyon sorununu çözeceksiniz. Bu anlayış sorunu çözmek bir yana daha toplumsal bir kaosa dönüştürme potansiyeli taşıyor. İç piyasalardaki kriz önümüzdeki günlerde bir büyük küresel krizle buluştuğunda bunun Türkiye’ye maliyeti çok daha büyük olacak. Telafisi imkansız toplumsal gerilimler, bireysel intihar vakaları yaşanacaktır.Toplumsal barış tehdit altına girecektir.

Çok net biçimde soruyoruz. Üretici Fiyat Endeksi’nin resmi rakamlara göre yüzde 45’le açıklandığı bir yerde üretici nasıl ayakta duracak? Üreticinin girdi maliyetleri dolayısıyla bu kadar zorlandığı bir durumda toptancı nasıl fiyat artırımı yapmadan piyasada mal dağıtabilecekler? Esnaf, özellikle küçük esnaf bu tabloda tüketiciye fiyat artışını yansıtmadan nasıl ayakta durabilecek, nasıl dükkanını kapatmadan işini sürdürebilecek? Bu kadar sorunun son muhatabı da dar gelirli tüketici hayatını nasıl devam ettirecek? Elbette ki biz dış politikadaki krizin de, ekonomik krizin de, hukuk krizinin de bir yönetim anlayışından kaynaklandığını düşünüyoruz.

SAYIŞTAY RAPORLARI HİÇBİR İDARİ SORUŞTURMA GEREKTİRMİYORSA SAYIŞTAYA NE GEREK VAR?

Bütçe komisyonda görüşülüyor. Bugün Ulaştırma Bakanlığı ile ilgili bölüm görüşülecek. Önümüzdeki günlerde de Genel Kurul’a gelecek. Ne yazık ki basında zayıf da olsa Sayıştay Raporları’nı okuyoruz. Türkiye’nin kendisine sorması gerekiyor. Sayıştay Raporları hiçbir idari soruşturma gerektirmiyorsa, Meclis’in Sayıştay Raporları’ndan hareketle etkin bir araştırma yapması ihtiyacı duyulmayacaksa Sayıştay’a ne gerek var? Sayıştay bir Anayasal kurumsa ortaya koyduğu çalışmaları yok saymak nasıl bir hukuksuzluğu ifade eder? Çok açık iddialar var. Usulsüz satın almalar, ihale dışı hizmet alımları ve utanılacak düzeyde kişisel harcamalar, belediye hizmeti olarak sunulmuş, bunlar kayyumlarla yönetilen belediyelerde de var. Kayyumlarla ilgili hiç olmazsa Sayıştay Raporları üzerinden bir açıklama yapmak yerine yine kayyumlarla yönetmeye devam etmek bu ülkeyi yolsuzluk içerisinde yönetmekle tercih etmek değil midir?

Eğer 15 Temmuz, 17-25 Aralık’ın bir devamı ise bu kadar şeffaflıktan uzak olan anlayış yeni 17-25 Aralık’ları beraberinde getirmez mi? Biz bu konuyu sadece bir ekonomik denetim konusu olarak görmüyoruz. Türkiye’deki yönetim anlayışıyla doğrudan ilgili konular olarak görüyoruz.

OLDU OLACAK KHK ile İHRAÇ EDİLENLERİ DİRİ DİRİ GÖMÜN

Kamuoyuna Sağlıkta Şiddet Yasası diye sunulan ve hekimler başta olmak üzere tüm sağlık çalışanlarının talep ettiği, bizim de değerli bulduğumuz, eksik de olsa önemsediğimiz sağlıkta şiddeti engelleyen çalışmanın yanına, KHK’lerle işinden olan sağlık emekçilerinin özel sektörde dahi çalışmasını engelleyen düzenlemenin konulmasını siyasi ahlak açısından nereye koyacağımızı bilmiyoruz.  Bari oldu olacak KHK ile ihraç edilen insanları diri diri gömün! OHAL Komisyonu 40 bin başvurunun 37 binini reddetmiş durumda. Bu sorunu uluslararası çözüme itmekten başka bir işe yaramaz. Bu ülke insanına reva görülen muamele, 6 yıl eğitim almış insanların güvenlik soruşturmasından geçmeyerek son derece subjektif gerekçelerle işsiz kalması aynı zamanda bu ülkedeki doktor ihtiyacını görmezden gelmektir, hasta haklarını önemsememektir. 

Biz Parlamento’da yapıcı muhalefet yapmaya devam edeceğiz, ancak KHK’lilerle ilgili bu düzenleme Sağlıkta Şiddet Yasası ile birlikte geçirilmeye çalışırsa, bütün toplumun talebi doğrultusunda en etkili şekilde muhalefetimizi yükselteceğiz.