Erdoğan ve partisinin HDP’yi hedefleyen din istismarı, tabanda nasıl karşılık buluyor? Aleviler, “halklara eşitlik, inançlara özgürlük” başlığıyla Alevi bildirgesini açıklayan HDP’ye nasıl bakıyor? İnanç İşleri Başkanlığı, Diyanet’in alternatifi mi olacak? Dinin sivil alana bırakılması nasıl olacak?

Hızlanan ve yoğunlaşan seçim çalışmalarını büyük bir coşkuyla sürdüren Hubyar Sultan Alevi Kültür Derneği Genel Başkanı, HDP İstanbul 3. Bölge Milletvekili Adayı Ali Kenanoğlu Evrensel'e konuştu.

Serpil İlgün'ün Kenanoğlu ile ropörtajının bir bölümü şöyle:

Erdoğan’ın din/mezhep üzerinden siyaset yapması yeni bir durum değil ancak bu seçimlerde ‘Bunlar dini kaldıracak’ gibi söylemlerinin nasıl bir anlamı var?

Erdoğan ve AKP Hükümetinin genel taktiği gerilim politikası üretmek, kamplaştırmak, kutuplara ayırmak, oradan kendi tabanını konsolide etmek üzerine kurulu. Bu seçimlerde rakip olarak HDP’yi gördükleri için HDP’nin dine karşı bir tavır sergilediği algısı oluşturmaya çalışıyorlar. Kur’an-ı Kerim’le miting alanlarına çıkmaktan tutun, Kabe tartışmasına varana kadar her şeyi kullanıyorlar. Diyanet’in kaldırılması konusunu, dini engellemek gibi sunmaya çalışıyorlar. HDP’yi sıkıştırma, HDP’nin muhafazakar tabanından oy devşirme ya da AKP’ye oy vermiş dindar Kürt seçmeni kaybetmeme üzerine bir siyaset yürütülüyor. AKP’nin ve Tayyip Erdoğan’ın savurganlıkları ayyuka çıkmış durumda. Kaçak Saray’a yapılan harcamalar, yolsuzluklar artık gizlenemez, saklanamaz boyutta. Dolayısıyla bütün bunları göz ardı etmek ve milliyetçi, muhafazakâr oyları çekebilmek için dini kullanmak en kolay yöntem.

Kürtçe Kuran’ın Kürdistan mitinglerinde ortaya çıkarılmasını siz nasıl okudunuz?

Şüphesiz Diyarbakır’da bunu yapması, kirli bir siyaseti açığa çıkarıyor. Bu siyaseti Muaviye yapmıştı. Cemlerde büyüdük biz. Çocukluğumuzda bize kötü karakter olarak iki insan sunuldu hep. Bir Muaviye, iki Yezid. Muaviye şöyle anlatılırdı; sonuç almak için her türlü hileye başvuran kişi. Yezid de her türlü zalimliğin ve gaddarlığın simgesi olarak anlatılırdı. Bu iki karakter Tayyip Erdoğan’da zuhur etmiş durumda. Sonuç almak yani kendisini başkanlığa taşımak için Ağrı’daki provokasyonda da olduğu gibi, gençleri ölüme göndermekten çekinmeyen, Türkiye’yi savaşa sokmayı dahi kafasına koyabilecek birisi. Bu anlamıyla Muaviye politikasını sürdürüyor.


HDP’nin seçim bildirgesinde Diyanet’in kaldırılmasının yer alması, Diyanet’in sorgulanmasını da beraberinde getirdi ama bunu ne kadar anlatabiliyorsunuz? Erdoğan ve partisinin ‘dini yasaklayacaklar’ propagandasının etkisine ilişkin gözlemleriniz neler?

Diyanetin tartışılıp, sorgulanmaya başlanması önemli. Türkiye’de bugüne kadar tartışılamayan kurumlardan biri Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK), diğeri Diyanet İşleri Bakanlığı’dır. Kimse TSK içindeki yolsuzluklarla ilgili yazıp çizemez. Yine Diyanet toplumun çimentosu, güvencesi vs denerek koruma zırhına alınır. Ancak toplumu hem dini olarak, hem ekonomik olarak sömüren bir kurumdur Diyanet. Diyanet’teki lüks, şatafat son olarak 1 milyonluk lüks makam aracıyla simgeleşti, ancak bu sadece lüks araçla ilgili bir durum değil. Televizyonları, yayın organları var, kurdukları Diyanet Vakfı var, yurt dışı faaliyetleri var. Dini kendi kontrolü altına alıyor. Bunu yaparken de kendince makbul vatandaş tanımı oluşturuyor. Bu makbul vatandaş etnik olarak Türk, inançsal olarak da Sünni tanımı içindeki vatandaş... Böyle olmayanlar da buna dönüştürülmeli. Dolayısıyla, Şafiler bu Diyanet’te kendilerini bulamıyorlar, tasavvuf ehli insanlar bulamıyorlar, Caferiler kendi camilerini oluşturmuş durumdalar. Aleviler zaten bir bütün olarak bu yapının içinde yoklar. Türkiye’nin bir de Ezidi insanları var, Hristiyanları var, ateistleri var, Bahailer var... Bütün bu toplulukların elde ettikleri gelirlerden oluşan vergilerle beslenen bir dini holdingden söz ediyoruz. Bu anlamıyla baktığınızda kul hakkına da giren bir durum. Ama bu politika yıllarca mütedeyyin Müslümanlara da zulmediyor. Dinin tasavvuf boyutu törpüleniyor, atılıyor. Tasavvuf dinin ruhudur aslında. Siz bir dinden tasavvufu söküp alırsanız, o katılaşır. Statükocu bir hale bürünür. Dolayısıyla Diyanet, dinin özgürleşmesi karşısında engeldir. Oysa dinin sivil hayata bırakılması, insanların kendi inançsal organizasyonlarını kendilerinin yapması gerekir.

Bunu somutlaştırır mısınız? Sivil alana bırakmak derken nasıl bir sistemden söz ediyorsunuz?

Mesela Avrupa’daki uygulamalara bakalım. Şu anda Müslümanların en özgür yaşadığı yer Avrupa. İstedikleri camiyi yapıyorlar. Kaplancısından, Milli Görüşcüsüne tarikatlar faaliyetlerini yürütüyor ve bunların hepsi orada İslam birliğini temsil ediyorlar. Bunu devletin dini olmadığı için yapabiliyorlar. Biz bunu “özgürlükçü laiklik” olarak tanımlıyoruz. İnanca müdahale edemezsiniz, başka bir inancı dönüştürecek faaliyetlerde bulunamazsınız, başka insanların inançlarına kötü gözle bakamazsınız, onlara hakaret edemezsiniz. Bundan ibarettir. Biz yerel yönetimlerin güçlendirilmesini ve yerinden yönetimlerin bulundukları bölgelerdeki birtakım hususları kendilerinin belirlemesi gerektiğini savunan bir partiyiz. Bulunduğumuz ilde, bölgede var olan inançlar bir araya gelirler ve bir inanç kurulu oluştururlar. Bu kurul o devletin inançlarla ilgili sorunlarını, inançların birbirleriyle ilgili sorunlarını çözmede rol oynar. Devlet de hakemlik eder, bunda bir sıkıntı yok. Ama devlet şöyle bir şey yapmaz; bu kurulun bir bütçesi, bir makam aracı, bir memuru, ona bağlı camiler, kiliseler vs olmaz. Bunlar Avrupa’da olduğu gibi sivil hayatın kendi örgütlemesi ile oluşur.

Aslında Avrupa’ya bakmaya gerek yok. Çünkü Aleviler olarak biz bunu zaten yapıyoruz. Cemevlerimiz, kurumlarımız tarafından yönetiliyor, bütçelerimizi kendimiz oluşturuyoruz, hizmetlerimizi gönüllük esasının geçerli olduğu bağışlarla yürütüyoruz, hizmetlilerimizin ücretlerini o bağışlardan temin ediyoruz. Alevilerin kendileri için kurdukları sistemin Türkiye’ye bir bütün olarak uygulanması gerekir.

İnanç İşleri Başkanlığı bunun üst yapısı mı olacak?

Bunun adına kurul diyebilirsiniz, inanç işleri diyebilirsiniz, ismi önemli değil. Bu kurum her bölgede, ilde oradaki inançların birlikte oluşturacağı bir kurul olacak ve kendi işleyişini belirleyecek. Ama dediğim gibi insanlardan vergi toplamak, onların üzerinde tahakküm kurmak, bir inancı öne çıkarıp, diğerlerini kenara koymak değil; tam tersine inançlar arasındaki, devletle arasındaki sorunları giderecek, inançların hizmetlerini kolaylıkla yürütmesi konusundaki meseleleri ele alacak bir kurul olacak. Bizden adı konmamış bir vergi alınıyor ve Diyanet’e aktarılıyor. Avrupa’da hangi kiliseye, hangi camiye, hangi cemevine bağlıysanız, diyorsunuz ki ben inanç vergimin şuraya aktarılmasını istiyorum. Türkiye’de de dersiniz ki, “Ben inançsal hizmetlerimi Beyoğlu’ndaki şu camiden alıyorum. Namazımı orada kılıyorum, cenazemi oradan kaldırıyorum. Benim inanç vergimin bu camiye aktarılmasını istiyorum.” Devlet kolaylaştırıcılık yaparak, o parayı oraya aktarır. Ben de derim ki, “Okmeydanı Cemevinden alıyorum hizmetleri, oraya aktarın.” Bir başka vatandaş inanmıyordur, “Benim inançla işim yok, ben böyle bir vergiyi ödemek istemiyorum” der, ödemez. Bu kadar basit...

Bu sistemi ne kadar anlatabiliyorsunuz peki?

Buradaki durum aslında sadece AKP’nin bunu kullanıyor olmasından kaynaklanan bir sıkıntı değil. Diğer taraftan CHP’nin de bu konuyu kendince istismar etmesiyle alakalı bir şey.

CHP lideri Kılıçdaroğlu’nun ‘Diyanete dokunmayacağız’ sözlerini mi kastediyorsunuz?

Evet. Biz HDP olarak, anlattığımız gerekçelerle, dinin özgürleştirilmesi ve laikliğin hayata geçirilmesi gerektiğini söylerken, bununla birlikte eğitimin de dinileşmesine karşı çıkarken, CHP “Diyanet’i biz kurduk, imam hatipleri biz kurduk” diyerek, savunur bir noktadan meseleyi ele alıyor. Kendisini laikliğin bekçisi olarak öne süren bir parti, laiklikle çelişen kurumu savunuyor. Laiklik dediğiniz şey evrenseldir, kafanıza göre laiklik tarifi yapamazsınız. Bilimsel eğitim dediğiniz şeyin evrensel ilkeleri vardır. “İmam hatipleri biz kurduk” diye övüneceksin, ondan sonra “eğitimi bilimselleştireceğim” diyeceksin. Bunlar birbiriyle çelişen şeyler. Yani HDP’yi bu konuda karşısına alan sadece AKP değil, aynı zamanda CHP’dir. Laikliğin tek savunucusu HDP kalmış oluyor. Dolayısıyla, derdimizi anlatamamaktan çok, bunu anlatması gerekenlerin takiye yapmasından kaynaklı bir sorun yaşıyoruz. Sırf oy alacağım diye insanlar ilkelerinden vazgeçmemeli. Şundan eminiz, biz Diyanet meselesine girmeseydik bu kadar sorun yaşamazdık. Ama bizim için önemli olan ilkelerdir, alacağımız oyu bu ilkeler çerçevesinde alacağız. Yoksa biz de diğer partilerle aynılaşırdık.

‘Sorun yaşamazdık’ dediniz. Nasıl tepkiler alıyor, ne tür sorularla karşılaşıyorsunuz?

Ağırlıkla söylenen şu; “Söyledikleriniz doğru, haklısınız ama burası Türkiye, keşke bu konuya girmeseydiniz.” Acaba bundan kaynaklı olarak insanlar oy vermemezlik eder mi, kaygısı taşınıyor. Ama tam da Türkiye yanlış kurgulandığı, bütün bu sistem yanlış ele alındığı için bu konulara girmek zorundayız. HDP bunun için var. Bunları anlatıyoruz. Şunu söyleyeyim, Alevilerde de, mütedeyyin dindar kesimde de bu konuyla ilgili herhangi bir sıkıntı yok.

İnanç İşleri Başkanlığı, HDP seçim bildirgesinde yer almıyor. Erdoğan’ın din istismarını yükseltmesi karşısında geliştirilen bir formül olduğu yönünde değerlendirmeler var. Öyle midir?

İsim değil, işlev önemli. İşlevinin ne olacağı bildirgede var aslında. Partinin açıklamalarında da var. Belirttiğim gibi, yerel yönetimlerin güçlendirilmesi esasına dayalı olarak, yerelde inançların bir araya gelerek oradaki işleyişi sağlayacak bir kurul oluşturulması. Temel işlevi bu...

Yani Diyanet’in alternatifi değil?

Kesinlikle değil. Diyanet gibi bir kurum değil, Diyanet gibi yetkileri olan, holdingleşecek bir yapı değil. Devletle inançlar arasındaki sorunları giderecek ve inancın toplum tarafından daha kolay yürütülmesini sağlayacak bir kurul olarak düşünebiliriz.

HDP olarak, ‘Halklara eşitlik, inançlara özgürlük’ başlığıyla, Alevi kimliğinin tanınmasından, istihdamda fırsat eşitliğine 15 maddelik bir Alevi Bektaşi Seçim Bildirgesi yayınladınız. Buna neden gerek duydunuz? AKP’nin, ‘Aleviler arasında görüş ayrılığı var, mutabakat sağlayamıyorlar’ iddiasını hatırlatarak, bildirge mutabakatlık meselesine nasıl bir yanıt vermiş oluyor?

Biz Alevi kurumları olarak HDP ile bir ittifak yaptık. Bu ittifak çerçevesinde HDP’den aday olduk. HDP zaten bir ittifaklar oluşumudur. Emek, kadın, çevre hareketleri; sol-sosyalist partiler, LGBTİ gruplar gibi birçok toplumsal kesimle birlikte inanç, etnik kesimler HDP’nin şemsiyesi altında ortak bir mutabakatla mücadele yürütüyor. Bizim için belirleyici unsur, Alevilerin taleplerinin HDP tarafından benimsenmesi ve sahiplenilmesi. Bu, Alevileri bir cemevine toplayıp ya da Hacı Bektaş’a gidip, “Şöyle iyisiniz, böyle güzelsiniz, benim arkadaşım da Alevi” vs demek değil tabii. Aleviler bu tarzdan bıktı.

Bu ülkede Alevilerin yüzyıllardır mücadele ettikleri, bedel ödedikleri talepler var. Bu talepler ortaklaşmış talepler. Alevi kurumlarının farklılaştığı, ayrıştığı talepler değil. Bu taleplerin bu parti tarafından kabul edilmesi ve resmi belgesi olan seçim bildirgelerinde yer alması gerekir. Sahiplenme böyle olur. HDP, “Bizim istediğimiz de bu. Biz zaten bunun için varız” dedi. Bu bildirgeyle, Alevilerin evdeki kediyi sever gibi sevilecek bir toplum olmadığını, tam da siyasetin merkezinde, tam da sorunun odağında yaşayan bir topluluk olduğunu ve bu sorunların bir siyasi partinin ana meselelerinden biri olduğunu göstermiş olduk.

Aleviler, ne olursa olsun CHP’ye sadakat gösteren bir toplum olarak bilinir. 7 Haziran’da bu ne kadar değişecek?

Öncelikle, Alevi toplumu ilk defa bu seçimlerde alternatif bir partiyle karşı karşıya... Bu güne kadar Alevi toplumunun tercih yapabileceği, yüzde 10 barajını aşabilecek tek bir parti vardı. Kendi dünya görüşüne uygun olarak sosyal demokrat görünümlü partiyi tercih etmek gayet insani bir durumdu. Bunu yadırgamak abes. Tarihleri boyunca birçok sıkıntıyla karşılaşmış, bir sürü bedel ödemiş bir toplum olarak risk satın alabilecek bir pozisyonda değil Aleviler. Daha güvenli ve emin adımlarla yol almak istiyorlar.

Dolayısıyla, CHP-Aleviler ilişkisi için söylenen ‘Stockholm sendromu’ durumu söz konusu değil?

Kesinlikle. Böyle bir yaklaşım Alevi toplumunu anlamamaktan, Alevi toplumuyla ilgili sosyal gerçekliği bilmemekten kaynaklıdır. 7 Haziran’da ilk defa Alevi taleplerine sahip çıkan, kendisini laik olarak tanımlayan, özgürlükçü yaşam biçimini benimseyen, üstelik de Alevi kimliğine sahip, Alevi inancının içinden gelen, Alevi örgütsel yapısında bulunan, ömrünü bu mücadeleye adamış bizim gibi insanları da aday gösteren bir partiyle karşı karşıya. Ve bu partinin yüzde 10 barajını aşması söz konusu. Aleviler, mutlaka bir çözüm yolu bulacak ve HDP’yi de bu terazinin kefesinde değerlendirecekler. Aleviler karşılarındaki tehlikeyi biliyorlar. Eğer HDP barajı aşamazsa ve Erdoğan tek adam diktatörlüğünü oluşturursa Aleviler için sorun sadece cemevi, zorunlu din dersleri falan olmayacak. Yaşamsal bir sorunla karşı karşıya kalacaklar. Çünkü yanı başımızda IŞİD ve onu destekleyen Erdoğan var. Aleviler bunun korkusunu da yaşıyor. O açıdan Aleviler için bu seçim sadece HDP barajı aşacak mı, CHP şu kadar oy alacak mı seçimi değil.

Alevilerin HDP’ye destekleri tek seçimlik mi olacak?

Bu tamamen HDP’ye ve bize bağlı. Dört yıl boyunca HDP’nin performansına, Aleviler ve Türkiye ile ilgili bakış açısına bağlı. Alevi toplumunda hala HDP ile ilgili kaygılar var.

Nasıl kaygılar bunlar?


“Çözüm süreci çok önemli, yürütmek de istiyorsunuz bunu görüyoruz. Erdoğan ‘başkanlık sistemini kabul etmezseniz bu çözüm süreci biter’ derse siz bunu kabul etmek zorunda kalabilir misiniz?” gibi endişeleri paylaşıyorlar. Sadece Alevilerden değil, Sünni kesimden de bu sorular geliyor. Dolayısıyla HDP’nin dört yıldaki performansı, hem Alevilerin, hem toplumun diğer kesimlerinin taleplerini ne kadar sahiplendiği, savunduğu meselesi, Alevi oylarının da geçici mi, kalıcı mı olacağı konusunu belirleyecektir. Partimi tanıyan, HDK’nin kuruluşundan bu yana bu partide yer alan birisi olarak şuna inanıyorum; barajı aşıp parlamentoya girdiği andan itibaren HDP’nin ilk üç ay sonra oyu yüzde 15’lere, altı ay sonra yüzde 20’lere çıkacak. Bundan eminim.

Birkaç gün önce bir cemevinde yaptığınız konuşma medyada, “Kılıçdaroğlu’nu biz başbakan yapacağız” başlığı ile yer alınca dikkat çekti. Ne demek istemiştiniz?

Aslında haberin metninde öyle olmadığı var, ama dediğiniz gibi başlık başka bir durumu ortaya çıkarıyor. Toplantı sırasında bir hanımefendi “Kılıçdaroğlu Alevidir, ona destek olalım, Başbakan yapalım” gibi bir şey söyledi. Ben de dedim ki, “Kılıçdaroğlu’nun başbakan olma ihtimali ancak HDP’yi desteklerseniz olur. Çünkü CHP’nin tek başına iktidar olma şansı yok. Ancak bir koalisyon olma halinde bir ihtimal başbakan olabilir. Bu ihtimali sağlayacak olan da HDP’nin parlamentoya girmesidir.” Haberin içeriğinde bu bilgiler olmasına rağmen, okunurluğu sağlamak için atılan başlık, Kılıçdaroğlu’nu başbakan yapmaya odaklanmışız gibi bir algıya yol açıyor.

Röportajın tamamı için tıklayın