İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener partisinin grup toplantısında yaptığı konuşmada iktidarın pandemi önlemlerini eleştirdi. Akşener, en az iki hafta karantina ilan edilmesini isteyerek "Buradan Sayın Erdoğan'a bir kez daha sesleniyorum; Gelin en az 14 günlük bir karantina uygulayın. Aşı umuduna kadar Türkiye rahatlasın" dedi.

Akşener'in mesajları şöyle: 

- Bugün, Öğretmenler Günü. Bugün, Türkiye Cumhuriyeti’nin gerçek mimarlarının günü. Bugün, hayatın her alanında, atılan her büyük adımın arkasında, emeği olan öğretmenlerimizin günü. Sanayici de onlardan öğrendi, ticaretle uğraşan da… Diplomatımız da onların tedrisatından geçti, gazetecilerimiz de… İşçimiz de öğrenci oldu, işletmecimiz de…

- Hazreti Ali der ki; “Bana bir harf öğretenin, kırk yıl kölesi olurum.” Ne muhteşem bir söz değil mi? Ama maalesef, bu muhteşem sözden feyz alamayanlar, öğretmenlerimizi hep hor gördüler. Buradan iktidardakileri uyarıyorum; Kurt kışı geçirir ama, yediği ayazı unutmaz. Öğretmenlerimiz de onlara reva gördüğünüz bu 18 yılı, hiç ama hiç unutmayacak. Ay sonunu getiremediği için, ek iş yapmak zorunda kalışını, asla unutmayacak.

- Öğrencisiyle pazardaki tezgahının başında karşılaşınca, yüzünü saklayışını, asla unutmayacak. Bu kadar kutsal bir mesleği, mevsimlik işçiliğe çevirenleri, asla unutmayacak. Sözleşmeli öğretmenlik diye bir saçmalık uydurup, onları güvencesiz bırakanları, asla unutmayacak. Çektikleri çileye rağmen, onlara gösteriş meraklısı diyen bakanları, asla unutmayacak. Onlar sizi unuttu, ama biz unutmayacağız.

TÜRK GEMİSİNDEKİ ARAMA 

- Önceki gün Akdeniz'de yaşanan olay bizim için bir milli güvenlik meselesidir. Alman fırkateyninin Yunanlı bir komutanın yönetiminde Türk bandıralı gemimize yaptığı hukuksuz arama bir anlamda sınır ihlalidir. Çünkü uluslararası sulardaki bir gemi bayrağını taşıdığı ülkenin toprağı kabul edilir. Herhangi bir şüphe olması durumunda yapılması gereken Türkiye'ye bilgi verilmesi, Türk bakanlarının da gerekli prosedürü gerçekleştirir. Tam aksini yapıp baskın yapmayı tercih ettiler. Bunu basit bir işmiş gibi geçiştiremeyiz. Hükümetten, uluslararası hukuktan doğan haklarımızın, hukukumuzun korunması için atması gereken gerekli adımları bekliyorum.

EN AZ İKİ HAFTA KARANTİNA İLAN EDİLSİN

- Sağlık Bakanlığının açıkladığı verilere göre vaka sayılarında salgını yoğun yaşadığımız Nisan ayının bile üstüne çıktık. İlk günden beri yaptığımız bir öneri var. En az iki hafta karantina ilan edin, bu iş kontrolden çıkıyor diyoruz. Diyoruz da ancak kendimiz duyuyoruz. Buradan Sayın Erdoğan'a bir kez daha sesleniyorum; Gelin en az 14 günlük bir karantina uygulayın. Aşı umuduna kadar Türkiye rahatlasın. Ama bunu yaparken işletmeleri ve çalışanları ayakta tutacak tedbirleri almayı ihmal etmeyin. İşletmelere nakit desteği verin. Çalışanlara nakit desteği verin. Biz bu konuda ısrar ettikçe, beyefendilerin ilk tepkileri işin ekonomik boyutu oluyor. Oysa, Türkiye’nin parası var. Türkiye’nin gerekli desteği verecek gücü var.

- Maalesef bu durum bir zihniyet meselesi. 19 yılın sonunda bu zihniyetin bizi getirdiği nokta çok açık. Dün biriken ne varsa sattılar, Bugün de geleceğimizi ipotek altına alıyorlar. Dün zaten gitti, bugün zarardayız ve bu yönetim anlayışıyla, yarınımız da artık tehlikede. Ülkesinin geleceğini düşünen, ülkesini kalkındırmayı hedefleyen bir anlayış, öncelikle çocuklarına yatırım yapar. Gelişmiş ülkelerde çocuk haklarının gelişmiş olmasının, çocuklara yatırım yapmaya büyük önem verilmesinin, temel sebebi işte budur. Atatürk’ün de, Cumhuriyet’in daha ilk yıllarında, çocuklarımıza ve gençlerimize büyük önem vermesinin sebebi de tam olarak budur. Çünkü çocuklarını düşünmeyen bir zihniyet, geleceği inşa edemez. Ne yazık ki çocuklarımıza gereken önemi vermiyoruz. UNICEF’in 2020 raporuna göre, Türkiye, 41 ülke arasında, çocuk politikaları konusunda, maalesef en başarısız ülke. Çocuklarımızın üçte biri, yoksulluk sınırının altında yaşarken, yalnızca yüzde 53’ü hayatından memnun. Bu oran Hollanda’da yüzde 90, Meksika’da yüzde 86, Hırvatistan’da yüzde 82. TÜİK’in verilerine göre; 5-17 yaş grubunda, çalışan çocuk sayımız 720 bin. Aralarında 5 yaşındaki çocuklarımız bile var. Resmi rakamlar böyleyse, gerçeğini siz düşünün.

- Okuyacakları yerde, Oyun oynayacakları yerde, ekonomik şartlar nedeniyle, hayatın yükünü omuzlayan çocuklarımız var. Çocuklarımızın çalışma sebeplerinin başında, yüzde 40’a yakın bir oranda, aile ekonomisine destek sağlamak geliyor. Yani yüzbinlerce aile, bu desteğe muhtaç.

- Ankara, İzmir ve İstanbul’da, düşük ve orta gelirli ailelere mensup, yaklaşık 3000 çocukla yapılan araştırmaya göre, çocukların değiştirmeyi en çok istedikleri şey, adaletsizlik ve eşitsizlik. Ne kadar acı, değil mi? Çocuklarımızın dramı maalesef bununla da bitmiyor. Adli Sicil kayıtlarına göre, çocuklara yönelik cinsel istismar suçlarında, son 8 yılda yüzde 29 artış oldu. 2019 yılında, tam 11 bin 446 çocuğumuz, aile mahkemesinin kararıyla, 16 yaşında evlendirildi. İşlerine geldi mi dillerinden düşürmüyorlar ama, bundan 100 yıl önce, Osmanlı’da evlenme yaşı kızlarda 17, erkeklerde 18’di. Böyle utanmazlık olur mu? Bir de onca kavganın, gürültünün arasında unutulan, kimsesiz çocuklarımız var. Her birinin hayatı, adeta bir trajedi. İnsanın söylerken boğazı düğümleniyor.

- Bakın size bir rakam vereyim; Türkiye’de, sadece yurtlarda 13 bin 867 çocuğumuz var. Koruyucu aile yanındaki çocuklarımızın sayısıysa 7 bin 259. Sokakta yaşayan kimsesiz çocuklarımızla ilgiliyse, maalesef net bir bilgi yok.  Eğer çocuklarımızın, yetersiz beslenmeden doğan vitamin eksikliği nedeniyle, 2-3 yaşına geldikleri halde dişleri çıkmıyorsa, ortada büyük bir sorun var demektir. Eğer kız çocuklarımız, sırf kanunlar yetersiz diye, küçücük yaşlarında anne oluyorsa, ortada büyük bir sorun vardır demektir. Eğer 'sek sek oynama yaşındaki kız çocuklarıyla evlenilebilir' diyen sapıklar, her yerde kol geziyorsa, ortada büyük bir sorun var demektir. Eğer iktidar, 19 yıldır çocuklarımızın içinde bulunduğu durumu görmezden geliyorsa, ortada büyük bir sorun var demektir.

- Ülke yönetmek ciddiyet ister. Ciddiyet kaşları çatmak değildir. Ciddiyet, sorunları paydaşlarıyla birlikte sorun aramaktır. Devleti yönetirken sergilenecek ciddiyet bu seslere kulak vermek, böyle duyarlı insanlarla kafa kafaya vererek sorunu çözmektir. Buradan ilan ediyorum; Çocuklarımızı yalnız bırakmayacağız. Çocuklarımızı çaresiz bırakmayacağız. Liyakatsiz ellere teslim etmeyeceğiz.

- Gelin şu faiz sebeptir, enflasyon sonuçtur demekten vazgeçin. Partili Cumhurbaşkanlığı sisteminin başladığı Temmuz 2018'den bu yana Türkiye ekonomisinin, ekonomik göstergelerine göz atmak yeterli. Temmuz 2018'de vergi gelirinin yüzde 10'u faiz ödemelerine gidiyordu. Bu ile o zaman yüksek bir orandı ama bugün milletin binbir zorlukla ödediği vergilerin yüzde 20'si bir avuç faiz lobisine gidiyor.

- Yine Temmuz 2018'de devletin iç ve dış borç toplamı 1 trilyon liraydı. Bugün 1.9 trillyon liraya ulaştı. Son iki yılda yanlış borçlanma stratejisinin bütçemize maliyeti 135 milyar lira oldu. Yani sayın Erdoğan'ın partili Cumhurbaşkanlığı sistemi ve damat inadı bize 135 milyar liraya mal oldu. 

- Sağlıkta reform dedin, kamu hastanesi bırakmadın. Eğitimde reform dedin, öğretmenleri mevsimlik işçiye çevirdiniz. Bürokraside reform dedin, memurluğu ekabir partililere peşkeş çektiniz. Demokraside reform dedin, tek adam rejimini kurdunuz. Milletin derdi tencereyi kaynatmak, senin derdin sarayda sefa sürmek. Kendi koltuğunu kurtarmayı, bu millete reform diye pazarlamayı artık bırak Sayın Erdoğan.

- Amerika'yı yeniden keşfetmeye gerek yok. Atılacak adımlar belli. İş ve dış siyasetteki en küçük dalgalanmada piyasa daha fazla faiz talep edecektir. Bu iktidar sayesinde Türkiye'nin sorunları yapısallaştı. Yapısal tıkanıklık ancak yapısal müdahalelerle açılabilir. En büyük yapısal çözüm Partili Cumhurbaşkanlığı siteminden vazgeçmektir. Salgının yeniden arttığı bu günlerde gelir kaybına uğrayan küçük esnafımıza, mutlaka, karşılıksız ve doğrudan gelir transferi yapılmak zorunda.