Demokratik Toplum Kongresi (DTK) Eş Başkanı Leyla Güven’in, PKK Lideri Abdullah Öcalan üzerindeki tecridin kaldırılması talebiyle 8 Kasım 2018’de tutuklu bulunduğu Diyarbakır E Tipi Kapalı Cezaevi’nde başladığı süresiz dönüşümsüz açlık grevi eylemi, 123 gündür devam ediyor.

2012 yılında gazeteci kimliğiyle tecridin kaldırılması için 68 gün açlık grevi eylemini sürdüren HDP Milletvekili Tayip Temel, bir kez daha aynı taleple açlık grevinde.

Temel, “Kimin ne kadar gücü varsa; siyasetçiler öncülüğüyle, sanatçılar sanatıyla, akademisyenler bilgisiyle, halk ise demokrasi gücüyle harekete geçmelidir" dedi.

HDP Van Milletvekili Tayip Temel, MA’dan Özgür Paksoy – Mehmet Şah Oruç’un sorularını yanıtladı.

*Kürt halkı dönem dönem açlık grevi eylemleriyle taleplerini dile getiriyor. Bu eylemler hangi dönemlerde devreye giriyor?

Kürt özgürlük hareketi tarihine bakıldığında; açlık grevi eylemlerinin en kritik dönemlerde devreye girdiğini görüyoruz. Böylesi eylemler Kürt halkının ulus değerlerine, kültürüne, kimliğine ve varlığına yönelik ciddi risklerin olduğu dönemlerde başlatılmıştır. Faşizmin toplum üzerinde hakim olduğu dönemlerde açlık grevi eylemleri öne çıkıyor. Özgürlük için mücadele edenlerin, bedenleri dışında başka bir mücadele yolu kalmayınca, açlık grevi eylemleri devreye girer.

 *İlk olarak 12 Eylül 1982’de Diyarbakır Cezaevi’nde başlamıştı.

Kürtlerin tarihinde açlık grevi ve ölüm orucu eylemleri ilk olarak 1982 yılında Hayri Durmuş ve Kemal Pir ile yoldaşları tarafından Amed Zindanı’nda başladı. O dönemin şartları ile bugünün şartları kıyaslandığında, bir birine büyük benzerlikler olduğunu görüyoruz. Kenan Evren cunta rejimi, halkları yok etmeyi amaçlıyordu. Muhalif kesimleri kökünden koparmak istiyordu. Kürtlerin ulusal kimliğini kırmayı hedefliyordu. Dönemin devrimcileri bu gerçeği gördü ve böylesi bir mücadelenin öncülüğünü yaptılar. O dönem Kürtler zorlu bir durum içindeydi, basın ve yayın şartları kısıtlıydı, zindan koşullarının en kötü olduğu dönemdi. Buna rağmen o direniş Kürt toplumunda aydınlığın meşalesi oldu. Kenan Evren darbesi, Amed Zindanı’nda tutsakların direnişi sonucunda parçalandı. Bu bir hakikattir. O günden sonra Kürt siyaseti hareketi ve Kürt halkının mücadelesi büyüdü. O günden sonra zindan direnişi dalga dalga büyüdü. Ülkenin bir çok cezaevinde sol ve sosyalistler bu direniş tarzını benimsedi.

30 yıl sonra 2012 yılında büyük yankı bulan ve Öcalan ile devlet arasında yürütülen diyalog sürecini başlatan açlık grevi eylemi oldu. Sizin de 68 gün boyunca eylemi sürdürdüğünüzü biliyoruz. O sürece nasıl gelindi?

Evet, 12 Eylül 2012’de gelişen zindan direnişi döneminde cezaevindeydim. Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan üzerindeki tecridin sonlandırılması talebiyle açlık grevine başladım. Çünkü Sayın Öcalan üzerindeki tecrit, savaşın derinleşmesine neden oluyordu. Katliamların yaşanmasına yol açtı. Bu katliamlardan biri Roboski katliamıdır. Kürt halkı üzerinde büyük katliamlar uygulandı. Tecrit derinleştikçe, katliamlar yaşanıyordu. Bu nedenle Kürdistan ve Türkiye cezaevlerinde tecridin sonlandırılması için süresiz dönüşümsüz açlık grevi eylemi başladı.

Yine toplumun her kesiminden yaklaşık on bin kişinin tutuklandığı ve anadilde savunmanın yasaklandığı bir dönemdi ve sizin talepleriniz arasında anadil önündeki engellerin kaldırılması talebi de vardı.

Evet bir diğer talebimiz, anadil önündeki engellerin kaldırılmasıydı. Kürtçenin inkar edildiği bir dönemdi. Binlerce kişi tutukluydu ve yüzlerce davada Kürt siyasetçiler kendilerini kendi dillerinde savunamıyordu. Mahkeme salonlarında mikrofonlar kapatılıyordu. Kürt halkı da bu direnişe ses verdi. Eylem 68’inci gününde amacına ulaştı. Sayın Öcalan’ın çağrısıyla eylemimiz sonlandı. İmralı görüşmeleri bu şekilde başladı. Anadilde savunma hakkı tanındı.

 Aradan 7 yıl geçti ve yeniden ağır tecrit bir numaralı gündem haline geldi. Bu süreç nasıl başladı?

Diyarbakır, Strasburg, Hewlêr, Galler ve cezaevlerinde 2 bini aşkın tutsak, süresiz dönüşümsüz açlık grevinde. Başlattığımız eylem, geç kalınmış bir eylemdir. Bu eylemin amacı İmralı’daki hukuksuzluğa son verilmesi ve açlık grevi eylemcilerinin taleplerinin karşılanmasıdır.

Bugün Kürt halkı nefes alamaz bir duruma geldi. AKP-MHP bloğu, Kürt halkının varlığını, statüsünü, özgürlük taleplerini boğmaya çalışıyor. Bu nedenle faşizmin bütün uygulamaları devreye konuldu. Sokaklarda, meydanlarda, devlet kurumlarında Kürt halkının varlığı inkar ediliyor. Bir kez daha katliam politikaları öne çıkıyor. Erdoğan’ın “Burayı terk edin” açıklamaları; soykırım politikalarının başlangıcıdır. Bu tehlikedir. Ne zaman bir iktidar bir halka “ülkeyi terk edin” çağrısı yaptıysa, göç ve katliam politikalarının yakın olduğu anlamına geliyor.

Leyla Güven öncülüğünde bir direniş başladı. 1982 yılında olduğu gibi bu direniş Amed Zindanı’nda başladı. Bu direniş zindanlarda, Hewlêr’de, Galler’de, Avrupa ülkelerinde dalga dalga yayıldı. Bu direniş çok kritik bir noktaya ulaştı. Zindanlardan kötü haberler gelmeye başladı. Artık tutsakların bedenleri eriyor. Leyla Güven’in sağlık durumu ortada. Nasır Yağız, İmam Şiş ve Strasburg’da direnişi sürdüren arkadaşlarımızın sağlık durumu kötüye gidiyor. Artık kötü haberler alabileceğimiz çok kritik bir noktadayız. Elbette bütün bedeller göze alınarak bu direniş bu noktaya getirildi. Siyasetçilerden, toplumdan beklentiler var. Kötü haberlerin gelmesini engellemeliyiz. Zindanlardan tabutların çıkmasına izin vermemeliyiz. Sayın Öcalan üzerinde başlatılan ve Türkiye toplumu üzerinde uygulanan tecridi sonlandırmamız gerekiyor. Tecridin daha fazla derinleşmesinin karşısında durmalıyız.

Talep aslında hukukun uygulanmasıdır? Buna rağmen Hükümetin sessizliğini neye bağlıyorsunuz?

Talep, İmralı Adası’nda hukukun işlemesidir. Sayın Öcalan’ın ailesi ve avukatları ile sistematik bir şekilde görüşmeleri sağlamasıdır. Hukuki ve insani bir taleple ağır bedeller göze alarak, binlerce insan bedenini ölüme yatırdı. Ancak kötü haberlerin gelmemesi için herkes, her yerde sesini yükseltmelidir. Herkes Leyla Güven, zindanlar, Hewlêr, Galler ve Strasburg için sesini yükseltmelidir.

Açlık grevi eylemine katılan HDP’li milletvekillerinin sayısı artıyor. Sadece HDP ile talep karşılanır mı?

Bıçak artık kemiğe dayandı. Kimin ne kadar gücü varsa; siyasetçiler öncülüğüyle, sanatçılar sanatıyla, akademisyenler bilgisiyle, halk ise demokrasi gücüyle harekete geçmelidir ve İmralı’daki hukuksuzluğa son vermelidir.

Leyla Güven’in eylemi başlatmasıyla birlikte HDP, Leyla Güven’in sesine ses olmaya çalıştı. HDP öncülük rolünü oynadı ancak geldiğimiz noktada destek eylemleriyle sınırlı kalamayız. Leyla Güven ve tutsakların durumu çok kritik bir noktaya ulaştı. Sadece HDP değil, Türkiye’deki bütün vicdan sahipleri, insan hakları savunucuları harekete geçmelidir. Bıçak artık kemiğe dayandı. Kimin ne kadar gücü varsa; siyasetçiler öncülüğüyle, sanatçılar sanatıyla, akademisyenler bilgisiyle, halk ise demokrasi gücüyle harekete geçmelidir ve İmralı’daki hukuksuzluğa son vermelidir. Hükümete çağrımız; bir an önce adımların atılması ve Sayın Öcalan’ın avukatları ve ailesi ile sistematik bir şekilde görüşme sağlamasıdır.

Hükümetten bir beklentiniz var mı?

Hükümet adım atmak yerine, kötü bir sonuç çıkmasın ve talepler yerine getirilsin diye mücadele edenleri bastırmakla meşgul. Çok kötü bir durum. Zindandan bir tabut çıkması durumunda, kimse bu yükün altından kalkamaz. Hükümet bunun farkında değil. Grevler sürüyor, bedenler eriyor. Hükümete adım attıracak olan demokratik kamuoyudur. Halkın direnişi adım attıracaktır. Bir kez daha hatırlamakta fayda var; bu yeni bir süreç. Herkes duyarlı olmalıdır.

Kaynak: Mezopotamya Ajansı