Yerden yedi bilemediniz sekiz karış uzun, eni ise boyuna hemen hemen denk, kalın cam gözlüklü şişko çocuk ile başım beladaydı. Bana karşı ilk eylemi, boyundan uzun bisikleti ile oldu. Bir kamikaze gibi üstüme sürdüğü bisikletten o bir yana, ben bir yana düştük. Şuram buram ağrımasına rağmen çocuğa yardım edeyim diye ayağa kalktım, bir de ne duyayım, arkadaşlarına Arapçayla “nasıl vurdum Türk’ü” demez mi?

Ona Arapça ile “ulek eşek oğlu eşek” diyerek yoluma devam ettim. Büyük şaşkınlık yaşadı. “Türk, Arapça küfür biliyor“ diye çevresindeki çocuklara şaşkınlıkla söylendi.

Birkaç hafta sonra şişko çocuk bisikletin üstündeyken, alışveriş torbama bir tekme attı ve tüm yumurtaları kırdı. Öfkelendim, zira bir yemek kanalından öğrendiğim kadar piyaz yapmayı deneyecektim. Kırık yumurtaların hepsiyle ne idüğü belirsiz unlu bir tatlı yapıp, çöpe attım. Başarısız kırk üçüncü tatlı girişimi olarak da mutfak defterine kayıt geçtim. Ya sabır diyerek, meseleyi unuttum.

Birkaç gün sonra nehir kenarındaki parka yürüyüş yaparken, üç dört siyahî çocuğu sıraya dizmiş ve onları tokatladığını gördüm. Çocukların aileleri yardıma koşunca, şişko çocuk kendini nehre bırakıp bir balık gibi hemen karşı kıyıya geçti. Oradan ailelere el kol hareketleri yaparak herkesi yıldırdı.

Şişko çocuk ve çetesi ayrıca kütüphaneye dadanmıştı. Aleni tüm milletin ortasında kütüphane malı olan laptopu alıp yere fırlattığını birkaç sefer gördük. İsveç’in değil dünyanın dahi en güzel ikinci kadını kütüphaneci Carolina’yı bir köşede hüngür hüngür ağlatmışlardı. Buranın yasaları ve kültürü asla bir çocuğa el kalkmaz diyordu. Şişko çocuk ve çetesi bu hakları çok iyi biliyor ve suiistimal ediyordu.

Bitmedi. Bu el diyarında selamlaştığım, hatta dayanışma içinde olduğum, iddiaya girerim Çin’in en efendi kadını ve en efendi adamının biricik kızının üstüne bisikleti sürmesi ve yere düşen Çinli küçük kıza tekme tokat girişmesi bardağı taşıran son damla oldu.

Bunu bir savaş sebebi saydım. Ve “ilk önce sen başlattın mösyö burjuvazi” şiarı ile mahalle çocukları ile mücadele komiteleri kurmaya karar verdim.

İlk işim kendini İngiliz aristokratı zanneden kapı komşum olan çocukla konuşmak oldu. Bu İsveçli çocuk büyümüşte küçülmüş derler ya öyle biriydi, dokuz yaşına yeni basmış bu çocuk okula bisikleti ile gidip geliyor, ailenin bir üyesi olan köpeği gezdiriyor, alışveriş bile yapıyordu. İki tekerlekli olan her şeyi sürmesini biliyor. Kaykay, paten, Scooter ve adını bilmediğim bir sürü şey. Bu sebeple ona hayrandım.

Beni her gördüğünde “Selam, bugün iyi bir gün, keyfini çıkar” derdi. Kar, kış, yağmur, güneş fark etmez standart bunu söylerdi.

Apartmanın girişinde karşılaştığım bu çocuğa “yardımına ihtiyacım var” dedim. O da “memnuniyetle” dedi. Şişko çocuğu anlattım ona, kendisi de muzdaripmiş, kaç defa yolunu kesmiş. Bu kendini İngiliz aristokratı sanan İsveçli çocuk hemen bir komitenin kurulmasının gerekliliği kabul etti. Sonra da benim fahri halkım sayılan ve istisnasız tüm aileleri ile aramın iyi olduğu Eritreli çocukları bu komiteye ikna ettim. Lakin garip olacak ama en kolay örgütlenen Arap çocuklar oldu. İstisnasız tüm Suriyeliler bu çocuktan dayak yemişti. Bazıları dayak zoruyla çetesinde yer alıyordu. Büyük bir gönüllülükle saflara katıldılar.

Nihayet Çinli ailenin davetiyle tüm çocuklar adına “Godis Fest” dedikleri şeker yeme partisinde buluştular. Bu buluşma, komitelerin ilk kongresi sayılabilirdi mahalle tarih yazıcılarına göre.

Bu kongrede çocuklar nasıl bir mücadele yürüteceklerini tartıştılar. Çeşitli görüş ayrılıkları çıktı. Kimi çocuklar, bu şişko çok gaddar ona karşı gizli mücadele verelim. Yoksa bizi pataklar dedi. Kimi, zorba şişkoyu bir yerde kıstırıp pataklayalım, kimi onun bir hasta olduğunu tedavi edilmesi gerektiğini iddia etti, kimi ise onu kazanmak ve değiştirmek gerektiğini iddia etti. Çocuklar ailelere de sordular. Yine değişik fikirler çıktı ortaya.

Mücadele yöntemi konusunda çocuklar şöyle bir uzlaşmaya vardırlar; Önce çocukları bir çatı altında toplayalım, aileler ve okul yönetimi ile konuşalım, ayrıca kendimizi savunacak metotlar düşünelim.

Daha sonra merkez komite seçimlerine gidildi. Çinli kız, Arap bir çocuk, İsveçli ve 2 Eritreli’den oluşan bir merkez komite seçildi. İki Eritreli olmasının nedeni nüfuslarının kalabalık olmasıydı.

Aynı zamanda kendilerine Şişko Çocuk Çetesine Karşı Mücadele Komiteleri ismini veren grup kısaltma olarak” Sibbhult Rüzgarı” adını aldı. Zira yaşadığımız mahalle rüzgârı ile şöhretliydi.

Öncelikle Sibbhult Rüzgarı çocukları bilinçlendirme faaliyetine başladı. Bir kampanya ile sahaya çıktılar. Bu kampanyanın adı “Şiddetten arınmış bir Sibbhult için hep birlikte hareket edelim” kampanyasıydı.

Kampanya için sloganlar ve talepler oluşturuldu.

Birlikte ve güvenle.

Akran zorbalığına son.

Güvenli Sibbhult.

Sibbhult çocuklar için güvenlidir.

Bu ve fazlası sloganları, semtte yaşayan çocuklar kendi dillerine de çevirdiler.

Şişko çocuk çetesi ise boş durmadı. Tüm yapılan duyuruları sabote ediyordu. Üstelik bu çete gruplar halinde gün boyunca sokaklarda dolaşarak dövebildikleri tüm çocukları dövmeye başladı. Hatta kütüphaneye dadanıp sürekli gizli ve açık şekilde kitaplara ve bilgisayarlara zarar veriyorlardı. Zavallı Carolina’yı her gün ağlatıyorlardı. Her gün bu çete daha çok zorbalaşıyordu.

Sibbhult Rüzgarı grubunun en güçlü çocukları dönüşümlü olarak iki noktada nöbet tutmaya karar verdiler. Önce kütüphanede kamu malı olan kitap ve bilgisayarlar için ve çocuk parkında dolaşarak, caydırıcı güç olmaya başladılar.

O yağmurlu güne dek, çocuklar birçok metot ile bu şişko çocuk çetesine karşı mücadele verdiler. Birçok insanı da bu mücadeleye kattılar. Mesela efendi pedagog Tina bu şişko çocukla birçok sefer konuştu. Öğretmenler, aileler ve dahi abi ile ablaların tüm tedbirleri ancak kısmi çözümler üretiyordu.

Gerçi akran zorbalığına karşı bir bilinç oluştu, oluşmasına da zorbalığı bitiremedi. Ta ki o yağmurlu güne dek.

Yağmurlu bir gündü. Şişko çocuk yağmur altında garip hareketler yapıyordu. Birçok insan kütüphane kapısı önünde toplanmıştı. Hem yağmurun dinmesini bekliyor, hem de şişko çocuğu izliyordu. Şişko çocuk yağmura karate yapıyordu. Yağmur tanelerine sözde uçan tekme, kafa, yumruk atıyordu. Üstelik karateciler gibi de bağırıyordu. Herkes ile gülümseyerek bu tiyatroyu izliyorduk. Birden yağmur dindi. Çinli küçük kız bisiklet kaskını giyerek, bisiklet park yerine doğru yöneldi. O sırada şişko çocuk yolunu kesip onu engelledi. Birkaç dakika süren bu olayda, Çinli kız fizik kurallarını yerle bir eden şiddetle uçan tekme ile çocuğu yere düşürdü. Çocuk eğimli olan bahçede ta kaldırıma dek yuvarlandı. Müthiş bir andı o an. İnsanların zihninde alt üst oluşturacak bir andı. Çocuklar büyük bir coşku ile hurra diye bağırıyordu.

O an tıpkı Naim Süleymanov’un 1988 Seul olimpiyatlarında 60 kg'da koparmada 152,5 kg kaldırarak tarihe geçmesi gibiydi.

Çanakkale savaşında Seyit Onbaşının 215 kilogram top mermisi namluya sürmesi,

Jamaikalı atlet Usain Bolt’ın yüz metreyi 9.58 saniyede koşması gibi tarihi bir andı.

Çocukların zihninde oluşan suni dengenin yıkılma anıydı o an. Yenilmez gaddar, zorba çocuğun, dal gibi incecik, bir kızın tekmesi ile yuvarlanması, korku duvarının, öğrenilmiş çaresizliğin yıkılması gibiydi.

Bu olay bire on katılarak dilden dile anlatıldı. Gaddar çocuk bir hafta ortalıkta görünmedi, kimi çocuklar şişko çocuğu, efendi pedagog Tina’nın yanında gördüklerini iddia etseler de kesin bir bilgi yoktu. Nihayet bir hafta sonra bu çocuk tedavi olacağını anlattı arkadaşlarına. Birçok acı şeyler yaşayıp travmalar ile baş edemeyince şiddete başvuran çocuk, birkaç ay sonra sakin, arkadaş sever, neşeli ve en önemlisi usta bir bisiklet sürücüsü olarak arkadaşların arasına geri döndü.

Mahallenin çocukları yine Çinli kızın ailesinin daveti ile adına “Godis Fest” dedikleri şeker yeme partisinde toplandılar. Bu davete şişko çocuk ve arkadaşları da katıldı. Eğlenceli bir gündü. Şöyle bir karar alındı o gün. Şişko Çocuk Çetesine Karşı Mücadele Komiteleri artık bir ihtiyaç olmaktan çıktığı için feshedilip, şişko çocukla beraber Sibbhult Bisiklet Kulübü kurulmasına karar verildi. Şişko çocuk da o gün, bisikletçi çocuk adını aldı.