Meyhaneler hizmet sektörü işletmeleridir ama hizmet de beklerler. Belediyelerin çöplerini zamanında almasını isterler. Eskiden Beyoğlu’nun sabunlu sularla yıkandığı saatler vardı. Bir gece 11 gibi ve bir de sabaha karşı bir saatte. Böylece köşelere bırakılan çöplerden sızan yağlar ve alkollü maddelerin sıvısı da tertemiz olurdu.80 öncesi falan; tamamen kendiliğinden ve güngörmüş esnaf tecrübesiyle; çöpler kapıda veya tromvay yolunda olmazdı. Saati geldiğinde herkeste belirli bir telaş, koşturur ve elleriyle verirlerdi çöplerini. Bir de gene o tarihlerden sonra başlayan çöp ayrımı işleri yoktu. Hâlâ var denemez… Ama şişeler başa bela olurdu. Onun da çaresi şişe toplayıcılarıydı. Biz, Moiz ağabeye verirdik. İncecik, dal gibi bir adam. Cuma gecesi, sabaha kadar Beyoğlu’nun şişelerini toplardı. Cumartesi de sabaha kadar Aksaray’ın şişelerini toparlardı. Depozit varsa bile sonradan çıkmıştır. Moiz ağabeyi bir Pazar günü, Şişhane’de şimdi üzerinden sağa dönüp Azapkapı’ya yönelen yolun üzerindeki ‘Sarı Madam Kahvesi’nde gördüm. Köşedeydi ve çok büyük bir bahçe ve gene çok büyük ve hoş mimarisi ve dekoruyla kapalı bölümü. Orada oturmuş, arkadaşlarımızı bekliyorduk. Beyoğlu’na çıkıp sinemaya gidecektik. Biliyorsunuz, bazı ara istasyonlar vardı ve kravatlarımızı oralarda takar ve caddenin 50’ye yakın sokağından öyle girerdik. Şaka şaka. Zaten herkes kravat takıyordu… Moiz ağabey, yanında çok sayıda erkek ve kadın, kapalı salonun bir köşesini işgal etmişlerdi. Gündüzleri bahçede oturan aileler olurdu ama niyeyse içeride görünce şaşırdım. İnanın hepsi kravatlıydı ve kadınlar da gayet şık. Meğer Neve Şalom Sinagogu’ndan gelirlermiş. Törenleri bitmiş, kahve içmeye uğramışlar. Ağabeye kendimi tanıttım ve selam verdim. Çok sevinmişti. Hafta içi yaka bağır açık ve biraz da kirli paslı çalışan ağabeyimiz, lordlar gibi hoş bir kıyafetle, dostları arasındaydı.

Gene gecenin ileri saatlerinde gelen ve zamanla bizim küçük kaplar icat ederek verdiğimiz yemek ve meze fazlalıklarını alacak fukara insanlar olurdu. Ve her kapının ipini çeken kişi(ler) belli olurdu. Verirdik ve kazancımız bize yeter, şükürler olsun derdik.

İçki ruhsatlarımızın olmasına karşın, ilkesel olarak 16’dan sonra önce bira servisi yapılırdı, üst kata. Giriş katında gene ayran ve tost gibi yiyecek maddesi. Hepsinin farklı müşterisi vardı... Karışmak istemezlerdi galiba.

Bir vakitler Alışveriş Merkezleri Derneği’ne dergi yapmış ve ne çok şey öğrenmiştim. Mesela büyük marketlerin yerlerinin büyük taşlarla kaplı olmasının sebebini. Meğerse sallana sallana gidip yol boyu gördüklerinizi arabaya atmakla ilgiliymiş. Biz de gündüz kafeterya gibi çalışırken; Almanya gurbetçilerin akrabalarımızın demesiyle görece hızlı, pop müzik dinletir olmuştuk. Dayak yer gibi hızla yutarlardı yiyeceklerini ve giderlerdi. Dolaşıma çok müşteri girerdi. Meyhanelerde ise; müşteri otursun ve yesin, içsin istenir. Çok yavaş çalan fasıl ve TSM şarkıları olabilirdi ve garsonlar yavaş servis yaparlardı ama boşalan tabağı uçarak kaldırırlardı…

Afiyet şeker olsun, efendim…

TARİHTEN NOTLAR

İstanbul'da Fatih döneminden beri meyhaneler bulunduğu ve bunların Bizans'tan kalmış oldukları çeşitli kaynaklarda yer almaktadır.

Evliya Çelebi Tahtakale, Galata, Eyüp, Üsküdar kadılıkları içinde Hamr(içki) Emanetine bağlı 1,000 den fazla meyhanenin faaliyet gösterdiğini, bu meyhanelerde çalışanların sayısının 6,000 i bulunduğunu Seyahatnamesinde yazmıştır.