Dışarda Deli Dalgalar İnisiyatifi'nin kolektif ürünü "Kıyıya Vuran Dalgalar-F Tipi Öyküler" kitabının ilk imza günü 2 Haziran'da İstanbul'da Murathan Mungan'ın katılımıyla gerçekleşmişti.

29 Haziran'da Ankara'da gerçekleştirilecek 2. imza gününde kendisi de eski bir mahpus olan Sırrı Süreyya Önder hapisteki yazarları adına kitabı imzalayacak, ayrıca kendisiyle bir de söyleşi gerçekleştirilecek. Konur Sokak'taki İmge Kitabevi'nde saat 16.00'da başlayacak imza etkinliği 19.00'da sona erecek.

“Kıyıya Vuran Dalgalar” bir öykü kitabı… Ancak alışılagelen öykü kitaplarından biraz farklı… “Kıyıya Vuran Dalgalar – F Tipi Öyküler”, hapishanelerdeki siyasi tutukluların, dışarıdan gönderilen fotoğraflara yazdıkları öykülerden oluşuyor. Kitabın bir yakasında içerideki siyasi tutuklular varken, bir yakasında da, uzun yıllardır hapishanedeki siyasi tutuklularla dayanışma içinde olan Dışarda Deli Dalgalar inisiyatifi var.

“Kıyıya Vuran Dalgalar”, duvarları aşan bir çift kanat. Sokakların, pazar yerlerinin, iskelelerin, denizlerin ve ormanların üzerinde çırpan… Kanatlanmış ve sokaklara fırlamış öyküleri yazan kalemler ne yazık ki hala hapishanede. Bu nedenle kitabı onların yerine 2 Haziran'da İstanbul'da Murathan Mungan imzalamıştı. Şimdi de 29 Haziran'da Ankara'da Sırrı Süreyya Önder imzalıyor. Yazarları tutsak olsa da öyküleri, sözcükleri aramıza karışsın diye onların sesi oluyor.

Onları dışarı çıkaramasak da öykülerini çıkardık: Sizi Kıyıya Vuran Dalgalar’la buluşmaya, imza gününe davet ediyoruz. İçerdekilerin sesini duyun, sesinizi bir anlığına da olsa onlarınkine katın diye. Yazarları yerine Sırrı Süreyya Önder imzalayacak, dileyen kendine alsın kitabı, dileyen okuduktan sonra www.delidalgalar.com’daki binlerce hapishane sakininden birine postalasın.

KIYIYA VURAN DALGALAR
“Kıyıya Vuran Dalgalar”, alışılageldik öykü kitaplarından biraz farklı. Yazarlarının çoğul oluşu, ama bundan da önemlisi yazarlarının hapiste oluşu, kitabı daha farklı bir gözle okumamızı sağlıyor. Kitabı oluşturan öykülerin dokuz yazarından sadece biri dışarıda. O da daha önce, -diğerleri gibi- siyasi nedenlerle on yıl hapiste kalmış.

“İçeriden” hayata bakış, belki her zaman merak konusu. Ancak öyküler, hayatın kıyısından değil, tam içinden yazılmış. Yazarları ununu eleyip eleğini asmış olmadıklarından öyküler de hala hayatla hesaplaşmakta ve bu nedenle gerçek anlamda yaşayan figürlerle örülmüş.

Kitabın ilk öyküsü, Sami Özbil’in “Eksik Bir Şey” adlı öyküsü. “Eksik Bir Şey”, aslında siyasi tutsakların bu kitapta ve bu kitapla söylemek istediklerini de özetliyor. “Hayatta biz eksiğiz” diyor doksan kuşağı. Seksen sonrası baskı ortamında toplumun en ufak demokratik kıpırdanışına izin vermemek adına katledilen, işkencelerden geçirilen, kaybedilen doksan kuşağından hayatta kalan ve eli kalem tutanlar, hayata borçlu oldukları hikayeleri anlatmışlar kitapta. Hayattan koparılarak hapishaneye kapatılmış siyasi insanlar, öykülerini anlattıkları insanları yaşayarak değil adeta soluyarak, aslında hayattan koparılmamış olduklarını da söylemekteler. Çünkü öyküler öylesine canlı ve kahramanlar öylesine etrafımızdalar ki, yazarlar bize, “bizden biri” olduklarını edebiyatın sihirli gücüyle anlatmaktalar. “Eksik Bir Şey”in, çok katmanlı bir eksikliğe vurgu yaptığını anlıyoruz kitabı okuduğumuzda. Öykülerdeki edebi tat, yazarların ve aslında siyasi tutsakların “Edebiyatta biz eksiğiz” iddiasını da ortaya koyuyor. Edebiyatın, günümüz popülist ve post modern tekelci piyasasının zincirlerini tam kıramadığı gözetildiğinde, politik muhalif kesimlerin onlarca yıl bu ülkede yaşadıklarını ve hikayelerini edebiyatın yeterince gördüğü söylemek mümkün değil. Bu “görmezden gelme” hali, bir egemen tavrın ya da egemenin yanında olma tavrının sonucu. “Kıyıya Vuran Dalgalar” kitabı, yazarlarının on küsur yıldır hapiste olmalarına karşın o derece hayatın içinden çelişkilerle örülmüş öykülerle dolu ki, onları “cezaevi edebiyatı” olarak damgalamak da mümkün değil. “Politik olanı” sloganlarda değil, hayatın içinde arayıp bulan ve oradan çıkaran edebi tavır, tam da edebi titanlara ait “politik olanı” küçümseme, edebiyat dışı ilan etme imkanını ortadan kaldırmakta ve “Edebiyatta biz eksiğiz” demekte. Bunun tersi, “Biz ve hikayelerimiz yoksak, edebiyat eksiktir” demek oluyor ki, bu söylem edebiyatın hayattan kopmasını da yeterince açıklamakta.

Kıyıya Vuran Dalgalar’ın ortaya çıkış süreci de ayrı bir öykü. Dışarda Deli Dalgalar adlı vatandaş inisiyatifi yaklaşık dört buçuk yıldır, hapishanelerdeki siyasi tutuklu ve hükümlülere kitap, mektup gönderen bir gönüllü çalışması yürütmekte. “Dışarda” pek bilinmese de, “içeride” bir şehir efsanesi olma yolunda. Zaten işin “delilik” tarafı, dışarıda bilinmeyi, tanınmayı umursamadan, içeriye dönük “isimsiz”, nereden, ne zaman geleceği belirsiz bir sıcak “dost, kardeş, yoldaş” eli yaratmakta… Dışarıdaki hayattan apansız koparılıp alındığınızda, tek başınıza kalmışken bir anda açılan mazgaldan bir dost selamının içeri uzanması, “Orada olduğunu biliyoruz” demesi… Dışarda Deli Dalgalar’ın tecridi kıracak dozerleri olmasa da, sabırlı ve güçlü karınca adımları var. Büyük harflerle konuşmaktan kaçınarak, emeği, olanı, bazen de olmayanı bölüştürerek bir paylaşım sofrasına buyur etmesi, onu yeterince “deli” ve özgün kılmakta. Kıyıya Vuran Dalgalar kitabının gerisinde dört buçuk yıldır hapishane duvarlarını sabırla döven kolektif bir emek var.

Dışarda Deli Dalgalar, dışarıdan içeriye bir köprü olma amacını, yıllar önce “Ya siz dışarıya, ya biz içeriye!” sloganıyla özetlemiş. Ya siyasi tutsakları dışarı alma, ya da onları alıncaya kadar her vesileyle içeri girme, bu gönüllü çalışmasının temel felsefesini oluşturmakta. Bir öykü kitabı çıkarmak da, bu “içeri girme”nin ve onları dışarı çıkarmanın bir biçimi olarak düşünülmüş. İçerideki öykücülere, aynı zamanda Dışarda Deli Dalgalar gönüllüleri olan fotoğraf sanatçılarının çektikleri üçer fotoğraf gönderilerek, onlardan bu fotoğraflardan seçecekleri birinin öyküsünü yazmaları istenmiş. Yani fotoğraflar dışarıdan –hayattan-, öyküler içeriden. Artık herkesin malumu olan çileli bir haberleşme macerası ile öyküler gide gele sonunda bir dosya oluşmuş. İnsanların olduğu gibi öykülerin de dört duvarın dışına çıkarılmasının hiç de kolay olmadığını tahmin etmek zor değil. “Meryem’in Oyuncakları”, “Leylak Sokak”, “Kırmızı Şapkalı Kadın”, “Kar Yangını”, “Eltiler”, “Bir Dilim Güneş” , “Herkes Gitmişti” ve diğerleri böyle çıkmış gün yüzüne… Şimdi onların yazarlarının özgür olmadığını kim söyleyebilir? Hala devam ediyorlar sokaklarda dolaşmaya, hayatla ve insanlarla didişmeye, taşta biten güllerin hikayesini yazmaya…

Sibel Öz