Jîn kurşunlardan, bombalardan en çok da erkeklerden kaçar. Bütün üniformalılardan kaçar. Hayaline ulaşmak ister çünkü tek istediği şey hayattır... Reha Erdem Jîn'de hem masal hem de gerçeği anlatıyor. Yönetmenin kendisinden dinliyoruz...

Hasan Cömert / ntvmsnbc

İSTANBUL - ‘’İnsanı ‘yapan’ en önemli ögelerden biri de iklimi, coğrafyası, gündelik hayatıyla içinde yaşadığı yer, soluduğu hava, duyduğu ses. Yıllardır bomba sesleri, silah sesleri, insan haykırışları, hayvan çığlıkları ve yanık kokuları içinde yaşıyoruz. Benim asli derdim bunları da aştı: Beni en çok dertlendiren bu kan kokusuna, bu korkunç gürültüye, ölüm çığlıklarına alışma, yabancılaşma, hatta bundan skorlar çıkarma halimiz.’’

Jîn’in Kürt sorunuyla ilgili sözüne ve hikayenin gerçeklikle ilişkisine dair bunları söylüyor Reha Erdem. Keza, Jîn’in hikayesi fazlaca yanlış anlamaya, yanlış okumaya, birilerini rahatsız etmeye müsait ama Erdem’in sineması elbette (ve iyi ki) bunları aşıyor.

Doğduğumuzdan beri süregelen bir savaşın ortasında hayatta kalmaya, özlemini duyduğu duyguları, hayatını yaşamayı istiyor Jîn. Dağdan şehre inmek istiyor. Hem örgütten hem de askerden kaçarak... Ama ne mümkün! Sadece dağda değil ovada/şehirde de hayat felakettir Jîn için. Çünkü, Jîn kurşunlardan, bombalardan en çok da erkeklerden kaçar. Reha Erdem, Jîn’in kadın olarak önüne çıkan engelleri boşuna göstermez. Kadın olmakla ilgili bir filmdir çünkü Jîn. Bir masal olarak izlediğinizde bile hikayenin kötüleri erkektir, aksini iddia etmek ayıp olur zaten! Jîn’e tecavüz etmeye çalışan erkekler arasında ona el uzatan kadın o yüzden değerlidir. En güvenilir ve sahici yüzdür onunkisi. Onu koruyan, onunla göz göze gelen hayvanların bakışı da öyle…

Savaşın ne kadar ‘erkek’ bir şey olduğunu hatırlatır Reha Erdem. O yüzden de Jîn çoğu sahnede doğaya sığınır. Tabiat anaya yani. Her doğaya sığındığında ana rahminde yatıyormuş gibi görürüz Jîn’i. Güvende hisseder kendini. Ne zaman doğadan uzaklaşsa dışarıdaki belalarla karşılaşır. Savaşın çelişkisini gösterir Erdem. Dağdaki savaş sadece dağla sınırlı değildir çünkü. Ah bir anlayabilsek! Televizyona çıkıp saatlerce, günlerce ‘barış nasıl gelir’ diye konuşmaktan sıkılmayan hatta bu konuşmalarla var olan ‘koca’ adamlardan tek bir sahne ile çok daha fazla şey söyler Reha Erdem.

Filmin masalsı anlatımıyla ilgili çok şey söylendi. Hatta mecburi bir hal aldı bu durum. Kırmızı Başlıklı Kız metaforu zaten filmin tanıtımında yer alıyor. Jîn’in karşılaştığı hayvanlar, başından geçenler, tekrar eden olaylar, bir türlü kaçamama hissi ve ‘kötü’ler… Bu masalsı anlatım tercihini Erdem’den dinlemek en doğrusu: ‘’Sinemada ya da sanatta ‘gerçek’i ‘gerçekçi’ bir şekilde ele almanın ‘gerçek’e zarar verdiğini düşünüyorum. Gerçeği ‘gerçekmiş gibi’ bir yalanla çekmek, işe ta baştan bir gizli yalanla başlamak demek. ‘Ben size gerçeğin ta kendisini gösteriyorum’ estetiği, bence sinemanın en zararlı, pornografik eğilimi. Sinemanın işi gerçeğin telmaşa taklidini yeniden sunmak değil, ‘gerçek’in üstüne kafa yordurmak, hayal kurdurmak... Reha Erdem’in Jîn’de bunu başardığı aşikar. Filmin, en etkileyici yanlarından biri bu zaten. O dışarıya çıkamama, döngüden kurtulamama hissi... Jîn’in girdiği evden aldığı eşyalar, annesini telefonla araması vs. Bunların hepsi bir yandan masalsı atmosferi güçlendiriyor (kabustan kurtulamamanın somut hali) bir yandan da Kürt sorunun ne menem bir şey olduğunu gösteriyor. Meseleyi Türk – Kürt kimliği ya da ‘Bir gerilla ne yapar/yapmalı? sorusu üzerinden okumanın geçersizliği de burada yatıyor. Jîn’in niye örgütü bıraktığı değil de neden örgüte katıldığı önemli gerçek hayat için. Yıllardır bu soru sorulmadığı için savaş çığırtkanlığı galip gelmiyor mu zaten? Film içinse önemli olan Jîn’in bir simge olarak değil bir kadın olarak hayatı tercih etmesi. Savaştan kurtulmak ister çünkü Jîn. Üniformasını çıkarır ve üniformalı herkesten kaçar. Üniforma erkektir çünkü. Simgesel bir okuma değil her haliyle, canlı kanlı erkektir üniforma. Savaş, erk, iktidar o yüzden erkektir. Yoksa, karşılaştığı çobanın üniformalıyken korktuğu Jîn’e kadın kıyafetleri varken asılmasının sebebi nedir?

Reha Erdem’in doğayı kullanma biçimine alışığız diğer filmlerinden (Hayat Var, Beş Vakit ve Kosmos hatta Korkuyorum Anne) ama burada bir kat daha hayran olmak mümkün. (Film ses ve görüntüleri başka bir yazıya konu olacak kadar iyi.) Erdem, Jîn’i doğanın bir parçası haline getirirken doğanın dinginliğinin karşısına ve ortasına savaşın tahribatını koyuyor. ‘Hayat’ı böyle tersiyle birlikte göstermeyi tercih ediyor. ‘’Savaş zaten bir toplumun ruhuna girmişse bu her yerde yaşanır. Dikkat edin son yıllarda dilimizde ne çok şiddet kelimesi var. İnsanlar sevgilerini bile ‘şiddet’ sözcükleriyle ifade ediyorlar. Birbirini incitmek üzerine kurulu TV şovları, spor karşılaşmalarında zeka ve mizahlı seyirci rekabeti yerine ‘ölümüne’ bir terminoloji... Hatta daha da ileri gideyim, ‘kadına şiddet’ adı altında paketlediğimiz ‘ev katliamları’ bile gücünü ve ruhunu o savaştan alıyor.’’

Filmdeki tezatlık duygusu da bu yüzden biraz daha anlamlı hale geliyor. Bir yanda mavi gökyüzü, ovalar, yeşillik bir sonsuzluk hissi, beri yandan bombalar, silahlar, tecavüz ve erkeklikle ilgili çok şey. Reha Erdem, bunu içimize benzetiyor: ‘’İçimiz gibi... Bir yanımız mavi gök, bir yanımız kara kuyu... Bir yanımız cömert, bir yanımız fesat! En yüce amaç da cömert yanımızı biraz daha hayata hakim kılmak değil mi?’’

En çok tartışılan konulardan biri ise dantel mevzusu… Kanımca, çok anlamlı ve hikayede yerini bulan, savaşın dışındaki hayatı, Jîn’in özlediği şeyleri gösteren ufak ama etkili bir detay. Son sahnede, dantelin tekrar giydiği üniformadan bile daha güçlü bir anlatım aracı olması da Erdem’in başarılarından biri. Sembolik bir okuma yapmak artık toplu bir yazı hastalığına dönüştüğü için Erdem’e soruyorum ‘dantel’ meselesini, o da bunun bir ayrıntı olduğunun altını çiziyor: ‘’O dantel filmdeki onlarca ayrıntıdan biri, sembol değil ayrıntı, özellikle belirtiyorum... Üniformasızlığa bir özlemi olabilir Jîn’in, belki zamanlı belki zamansız böyle bir zaafı olabilir. İnsan zaaflarıyla insan olur, bunlarla altüst mücadelesi sırasında ‘yapar’ kendini.’’

Ne kadar uğraşsa da hayalini kurduğu yere/şeye varamaz. Dağlara geri döner. Onun bu çaresizlik ve isyana dönüşen yolculuğu boyunca biz de Türkiye'yi izleriz aslında. Ancak her şeye, savaşın tüm yok ediciliğine rağmen görürüz ve biliriz ki, Jîn ne istediğini bilen çok güçlü bir kadındır. Hayatı istiyor, seviyor ama yine de sonunda neye dönüşeceğini tahmin etmek zor. O dönüşümü sağlayan bu savaşın kendisi mi olacak bilmiyoruz. Reha Erdem’e sorduğumda ‘İlk adım barış’ diyor ve devam ediyor: ‘’Sonra bunun temelleri yani eşitlik. Ayrıca kadın olarak ‘ev’deki savaşı da kazanmak gerekiyor. Daha bayağı bir yolu var gibi Jîn’in. Ama şimdi –ve inşallah!- umutlu bir yol gözüktü, sanki yaraları sarılacak gibi... Arzumuz bu tabii.’’