İleri kapitalizmde eğlence işin bir uzantısıdır. Makineleşmiş iş sürecinden kaçmayı arzulayanlar, iş hayatına yeniden tahammül edebilmek için eğlence arayışındadır. Spor makinelerin kendisinden alıp götürdüğü fonksiyonları insanoğluna iade eder ama ne yazık ki onu yeniden aynı makinenin hizmetine sokup insafsızca disipline etmek için." –Adorno

Sayı sıfatlarıyla tarif edilen büyükler (?) ligdeki ya da Avrupa Kupaları'ndaki arzusundan yoksun oynadıkları Türkiye Kupası maçlarında (Fethiye, Antep BB, Balıkesir, Buca..)  tel tel döküleler...Ticari olarak kar marjı düşük olan kupada devam etmek yük gibiydi ve böylece kurtulmuş oldular… (1) Hatta maç başı para alan oyucuların ödemelerinin kupa primiyle kıyaslanması konusu da sıkça tartışıldı... Peki asıl meseleleri neydi?

İlk olarak şöyle bir vurgulama yapmakta fayda görüyoruz: Bugün kulüpler birer şirkettirler ve yatırım algısıyla hareket ederler, hem transferde hem de turnuvalarda... Bu sadece büyüklerin sorunsalı değil, hemen bütün kulüplerin sorunsalıdır. Daha önce Premier Lig takımlarının UEFA Kupası maçlarına rezerv kadroyla çıkıp elendiklerini biliyoruz. Premier Lig'deki ilk beş ya da altıda olmanın getiri-prestij-getiri üçgenini öne çıkartan bir ticari kulüp davranışından söz ediyoruz. Ama hiçbir kulüp Şampiyonlar Ligi'nde aynı hamleyi yapamaz, çünkü en popüler, en çok satılan, en çok sponsor geliri olan vs şampiyonlar Ligi'nde tur atlamak 'karlı' bir iştir. Bu da bize futbolun artık oyun falan içermediğini, turnuvaların futbolun oynanması için değil tam da oynanmaması için düzenlendiğini gösteriyor. Formatından, kurallarından, TV yayınlarının haftalık bölünmesine kadar  tamamıyla şirketlerin karına ve birer şirkete dönüşen kulüplere göre şekilleniyor artık futbol organizasyonları.

Dayattıkları “profesyonellik” algısına bir bakalım: Bugün futbolda sömürü ilişkilerinin en başta gelen meşrulaştırma pratiklerini başında geliyor profesyonellik. Kapitalizmin çalışmayana hastaneden, hapishaneye kadar (çalışmak istemeyene) –psikiyatri pratiklerini hatırlayabiliriz- dışsallaştırma tekniklerini biliyoruz.. Bununla ilgili olarak “profesyonel ahlak” adı altında ürettikleri sözde değerler, aslında sistemin çalışma-sömürü ilişkisinden ve bunun yeniden üretilmesinden ibaret.

Gündelik hayattan kopuş olarak da tarif edilen, aynı zamanda çalışmayı yeniden üreten bir eğlencenin tüketim mekanı olan statlarda, işini profesyonelce yapmaya çalışan ama yapmadığı düşünülen oyuncuya tepki gösterilmesini bir tür tüketim eksikliği olarak mı okuyacağız? Kendinden daha düşük profilde kabul edilen liglerde oynayan takımlara karşı motive olamayan, aslında kulüp tarafından karlı görülmediği için motive olması istenmeyen bir gösteri maçının oynanması ve kaybedilmesinin ticari kazanç olarak algılanıp olumlu yorumlanmasına tam da şike desek çok mu fazla olur?

Endüstriyel futbolun profesyonel oyuncuları artık başarıya odaklanmış, kulübündeki oyunuyla, reklamlarıyla sürekli kar getiren ve her gün, bir tarafıyla da disiplinden taviz verilmediği (askeri pratikleri hatırlatan) antrenmanlarla bedenlerinin denetimi sağlanıyor ve başarı kavramı pratiğin karlı turnuvalarda karşılık bulmasıyla inşa ediliyor. Artık futbolcunun ne zaman sakatlanacağıyla ilgili antrenman programları kullanılıyor ve sahada birer ecza dolabına dönüşen hareketli reklam panolarını izliyoruz.

Sokaklarda, boş arsalarda, papazların çayırlarında çocuk tutkusuyla oynanmaya başlanan futbolun sanayileşmesi, başlı başına bir pazar haline gelmesi;  seyir ve oyun zevkinin, estetiğin çok daha ötesine geçerek bu teri harcayanların insan olduğunu da unutturmuştur. Artık futbolcular birer hareketli reklam panosu, kulüpler de birer şirkettir. Özel ve ortak hayat alanlarına destursuz giren, yerleşen ve tüm bunların üzerinde hakimiyet kuran sömürü düzeni; o kirli ellerini yeşil sahalara değdirdiğinden bu yana, kaçımız sadece seyir zevki için futbol izliyoruz?

_______________

(1)  Sadece GS tel tel döküldü ama penaltıların şansıyla tur atladılar!