Kadın ile erkek; insan türünün herhâlde tarihindeki en büyük kültürel devrimlerinden biri cinsellikten “aşkı” yaratması...

Psikalaniz biliminin kurucusu Sigmund Freud, 19. yüzyılın sonlarında “içgüdüsel enerji” olarak libido kavramını ortaya attı. Freud’a göre “Toplumsallık ile bireysellik arasındaki huzursuzluk ve gerilimi yöneten” libido, “kontrol edilme ihtiyacı” gereği dönüşüme uğramalıydı. Bu içgüdüsel enerjinin insanlık için sosyal hayata yönlendirileceği en doğal yolu seksti.

Fransızca bir terim olan libido Türkçeye “insanın davranışlarının temelini oluşturan cinsel içgüdü” diye geçer. Diğer bir tanımıyla da “insana yaşama gücünü veren enerji”dir. Nitekim Freud da insan yaşamını, yaşama içgüdüsü ile ölüm içgüdüsü arasında savaşın olduğu bir tiyatroya benzetir. İnsana yaşama gücü veren libido bir yanıyla da insanda yaratıcılığı teşvik eden yegâne güçtür.

Frankfurt Okulu düşünürlerinden Psikanalist Erich Fromm ise Freud’un teoreminden biraz farklı açıklamıştır cinsel birleşmeyi, şefkat kavramıyla... Sevmeyi bir “sanat” olarak adlandırdığı; insan, anne tanrı sevgisi, kendini sevme gibi “sevgi nesnelerini” etraflıca incelediği Sevme Sanatı eserinin “cinsel sevgi” bölümünde şöyle diyor:

“Sevgi, bedensel bir birleşme istediği doğurabilir; bu durumda cinsel ilişkide ölçüsüz bir arzu, ele geçirme ya da geçirilme isteği değil, tümüyle şefkat vardır. Eğer fiziksel birleşme arzusu sevgi kaynaklı değilse, cinsel sevgi insana duyulan sevgi demek değilse, o zaman şehvetli ve geçici bir birleşmenin ötesine geçmez. Cinsel çekim o an için birleşiliyormuş duygusu uyandırır ama sevgisiz gerçekleşen bu ‘birleşme’ sonunda, birbirine öncesinden daha yabancılaşmış iki insan kalır geriye. Bu insanlar bazen birbirinden utanır, büyü bozulunca yabancılıklarını eskisinden daha yoğun olarak duyduklarından, giderek birbirlerinden nefret bile ederler. Şefkat, Freud’un inandığı gibi cinsel içgüdünün yüceltilmesi değil, doğrudan doğruya insan sevgisinin dışavurumudur ve fiziksel olduğu gibi fiziksel olmayan sevgi biçimlerinde de ortaya çıkar.”

Böyle bir girizgâhtan sonra sanıyorum şunu söyleyebiliriz: Tinsel ve tensel olanı “aşkın” bir duyguyla bir araya getirmeyi “başarabilen” kadın ile erkek hayatı sıradanlıktan kurtardı, birbirini özel kıldı, birbirine “sevgiyle” bakmaya başladı.

Sevgiye doğdu insan. O yüzden sevinç oldu dünyaya gelişi, ilk kelimesi, ilk hecesi… “Çünkü Tanrı evreni yedi günde değil, bir göz açıp kapayıncaya kadarki sürede yarattı. O çakan sevgiydi işte!” (Yaşar Kemal, İnce Memed)

İnsan sevgiyle var oldu! Bildi, duydu, sezdi, güvendi, inandı, sevdi... Onunla tamamlandı, tazelendi, güzelleşti... Derken hayal kırıklıkları yaşadı, acı duydu… Kederlendi günbatımlarında iki duble rakıyla, bir akşamüstünün yoksunluğunda…

Öyle ki kadın ile erkeğin biricik “aşkı” şiirlere, bestelere, filmlere, romanlara esin oldu. Romeo ve Juliet gibi tragedyalar yaratıldı, Beyaz Geceler, Kürk Mantolu Madonna’lar, Sevda Sözleri yazıldı. Kavuşmayı olduğu gibi hasreti de en güzel hâliyle ifade etmenin yollarını aradı durdu insan: Üç kelimeye sığdırdı: Hasretinden Prangalar Eskittim… Yüzyıllarca anlattı ve hâlâ anlatmaya devam ediyor.

Yıllar evvel okuduğum ancak yeniden hatırlanmayı, okunmayı fazlasıyla hak eden bir kitaptan bahisle bitireyim yazıyı.

Türkçeye 2000 yılında çevrilen Don Miguel Ruiz’in Ustaca Sevmek adlı kitabı insanın kalbinden zihnine değin önce kendisiyle kurduğu ilişkiye, kadın-erkek, insan-doğa ilişkisine dair önemli ipuçları veriyor.

Sevmeyi öğretmiyor ama insan odağında merceği “sevgi kültürüne” çeviriyor. Kanıksanmış alışkanlıkları sorguluyor, öğrenilmiş “çaresizliğe” karşı ezber bozuyor, kişiye ayna tutuyor.

“Sevgi”yi insanla, hayvanla, doğayla; dünya ile kurulan iletişim biçimiyle ele alıyor, yalın bir dille... Bence en önemlisi de sevgiye inanıp inanmama meselesini gündeme getiriyor.

Kapitalist tüketim kültürünün nesneler üzerinden yarattığı dünyaya mı karşılık geliyor “Sevgililer Günü!” Hâliyle…

Günümüzde sevgi kavramının içinin boşaltıldığı aşikâr. Sadece bundan dolayı değil, sevginin en çok “yüceltildiği” gün ve ötesine ışık tutması ihtimaliyle de okunası bir kitap, Ustaca Sevmek...

Sevmek…

“Sevmek ne uzun kelime.”