Türkiye’de halen bulaşıcılık katsayısı 1,56. 1'in üzerindeki değerler tehlikeli görülüyor, örneğin İngiltere ve Almanya'da bu katsayı 0,50'ye düşmüştü ve bunun üzerine ekonomiyi açma kararı verilmişti. Biz ise sanki biraz erken açılıyoruz. Alışveriş Merkezleri önünde sıralar oluşuyor. Sokağa çıkma yasağı olan günlerin sonunda ise açık alanları ve toplu ulaşımı umarsızca ve kayıtsızca dolduran vatandaşların sosyal mesafesiz tutumları kaygı uyandırıyor.

Dünya liderleri covid-19 salgınının yaşandığı bu günlerde yaptıkları konuşmalar ve verdikleri demeçler yoluyla milletlerini, halklarını, toplumlarını bütünleştirmeyi amaçlıyorlar. Zira bu hayati bir gereksinim, özellikle de bu tür kritik dönemlerde. Örneğin Alman seçmenlerine seslenen ve kendisi de fizik ile kimya alanlarında bir bilim kadını olan Başbakan Merkel, ayakta ve direkt bireylerin gözlerinin içine bakarak yaptığı konuşmalarda bilime vurgu yapıyor, asla kimseyi ötekileştirmeksizin “her birinize ihtiyacımız var”, “herkes önemli”, “yalnızca birlikte üstesinden gelebiliriz” gibi mesajlarını özenle vurguluyor. Almanya bugün covid-19 salgınına karşı teknolojisi ve gayet hazırlıklı sağlık altyapısı ile en başarılı ülke konumunda bulunuyor. Kanada Başbakanı Trudeau ise yine ayakta durarak gerçekleştirdiği konuşmasında Kanada’nın resmi anadilleri olan Fransızca ile İngilizce dillerini birlikte kullanarak “Kanadalılar” temasını işliyor. Ayırmıyor, kutuplaştırmıyor. Daha doğrusu buna gerek duymuyor. Modern çağın Rus tiranı Putin bile “Dostlarım, Ruslar” derken adeta her bir Rus bireyin gözlerinin içine bakmak suretiyle kalplerine ve zihinlerine inmeye gayret ediyor. ABD Başkanı Trump ile Avustralya Başbakanı Morrison ise konuşmalarını oturarak yapıyorlar. Fakat masadan öne eğilerek çeşitli jest ve mimiklerle bu konuşmalarını dikkatle destekliyorlar. Doğrudan kameraya bakmaya çaba harcıyorlar. Bizim kıymetli partili Cumhurbaşkanımız ise, dimdik, sabit ve pek değişmeyen bir yüz ifadesi ile ifa ettiği “ulusa sesleniş” konuşmasına ilk önce ana muhalefet partisini gömerek başlıyor. Canlı yayında kendisini izleyen milyonlar kendi hususi ve ticari hayatlarını doğrudan etkileyen önemli kararları duymaya beklerken ve bu maksatla devlet babaya kulak kabartmışken, kuşkusuz kaçınılmaz olarak çok ağır bir parti propagandasına maruz kalıyorlar. Bu monologlara maruz kalınmasının ardından, Tonton Özal’ın “İcraatın İçinden” programları bile açık ara sempatik anılar olarak belleklerimizde yer ediyor.

Bir 19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramını daha karantina ve evden çıkma yasağı şartlarında eda ettik, yaşadık ve tecrübe ettik. Üstelik aynı gün mübarek Kadir Gecesine denk geliyordu. Tabii ki milli ve dini duygular birbirine karıştı, vecd ile harmanlandı. Sabah gazetesi Vahdettin ve Damat Ferit fotoğrafları eşliğinde bayram kutlamaları yaparken, akşam saat 19:19 itibariyle, yurt genelinde Milli Marşımız okundu. Tam bir çelişkiler ve gariplikler ülkesiyiz. Oysa hatırlanacak olursa, Fetva-i Şerif Sureti, Şeyh Dürrizade Abdullah fetvası olarak bilinen 10 Nisan 1920 tarihli Fetva-i Şerif Suretinde milli mücadeleye katılanların öldürülmesinin vacip olduğu ve bu tür hareketlere katılanların da şehit ve gazi sayılacakları ifade ediliyordu. Bu fetvalar İngiliz ve Yunan askeri kuvvetlerinin uçakları tarafından milli mücadeleye katılanların yoğunlaştığı noktalara bırakılıyor ve dağıtılıyordu. Ne gençlerimiz ne yaşlılarımız anıyor şimdi o günleri. “Gençlik” demişken, Pierre Bourdieu ne güzel söylemiştir: “Gençlik sadece bir sözcük, farklı sınıflardan gençlerin tek bir grup sayılabilmek için çok az ortak özellikleri var...”

Hz. Ali de “Devletin dini adalettir” dememiş miydi? Beyin önemli bir organ. Vücudun %2'sini oluşturmasına rağmen, yakıtın, yani vücuda alınan toplam enerjinin dörtte birini tüketiyor. Buna rağmen, insan türünde bu organımızı yeterince ve usulünde kullanmayanlar çoğunlukta. İnanma ve/veya düşünme bağlamında sıklıkla kullanılan bir metafordur. İnsan karanlığa dayanabilir ama soğuğa dayanamaz. Bu yüzden genellikle üşümektense karanlıkta kalmayı tercih eder. İnanmak ne kadar kolaysa, düşünme ameliyesi bir o kadar zor ve zahmetlidir.

Engin Ardıç isimli Saban yazarı “Genelev patronunun geneleve düşmüş kadını ‘borçlandırarak kendine bağlaması’ her zaman tercih ettikleri politikaydı, Türkiye bunu artık yutmayacağını gösterince bozuldular...” diyerek dış güçlere meydan okumaya devam ediyor. Aynen bir süt reklamındaki süt dolu inek memelerinden tahrik olan RTÜK üyeleri ile aynı zihin düzleminde. Evet, kaos ve kozmos kıskacındaki mistifkasyona boyun eğen yoksul ruhlar!

Yeni Türkiye’nin devlet kanalında yine bir Ramazan günüydü. Huzur, huşu, lider…