Emperyalizm uşağı Akit Gazetesi “Şarap kokan maşalardan, barut kokan paşalara” manşetini atıyor. Bir zamanlar Yalçın Küçük “Musul’u almazsak, Diyarbakır da elimizden gider” diyordu. Şimdi ise iktidarın yavru ortağı MHP adlı partinin lideri Devlet Bahçeli ise “İdlib’i almazsak Diyarbakır’ı da kaybederiz” diyor. Hiç kuşkusuz işte bunlar aynı zihniyetin parçacıklardır. Bir başka örnekse, AG Araştırma Şirketinin başındaki Adil Gür adındaki şahıs. Kendisi Habertürk'teki canlı yayında sözde yaptığı (hangi ülke bize dost, hangisi değil konulu) bir araştırmanın sonuçlarını açıklarken, "Ayıdan post, Rusya'dan dost olmaz. Onlardan ancak başka şekilde dost olur sadece" dedi. Düzeye bakınız, ırkçılık ve kadın düşmanlığı bir arada. Doğrusu Rusya gibi ABD’yi de ebedi dost ve müttefik olarak tanımlamak zorunda değiliz. İktidar veya muhalefet partilerinden sadece 4 fire verilmek suretiyle eğer meşhur 1 Mart tezkeresi geçseydi, şu anda Türkiye'nin Güneydoğu Bölgesinde en az 30 bin Amerikan askeri bir daha çıkmamak ve geri dönmemek üzere konuşlandırılmış bulunacaktı. Zira Amerika'nın askeri politikası böyledir. 1. Dünya Savaşı sonunda Japonya'ya yerleştirilen 50 bin asker, Almanya'ya yerleştirilen 40 bin asker ve Güney Kore'ye yerleştirilen 26 bin asker halen hiçbir yere kımıldamadan orada duruyorlar.

Reuters’in haberine göre, Angela Merkel, “Türkiye’nin İdlib’de karşı karşıya kaldığı durumu anlıyorum. Ama Avrupa Birliği ile diyalog için mültecilerin kullanılması kabul edilemez. Bence bu yolda ilerleyemeyiz. Erdoğan mülteciler konusundaki memnuniyetsizliğini onları kullanarak göstermemeli. Cumhurbaşkanı Erdoğan ve hükümeti, bu konudaki hoşnutsuzluğunu, biz ve Avrupa Birliği ile diyaloglarında dile getirmedi. Bunun yerine mültecileri göndermeyi tercih etti. Bana göre bu, doğru bir yol değil." dedi. Bu sözlere bakacak olursak, Erdoğan AB ile olan ilişkilerinde mülteci sorununu hiç de dile getirmiyor, yurda döndüğünde ise bunu bir koz olarak değerlendirmeyi yeğliyor. Bu şekilde tipik şark kurnazlığının oldukça gösterişli misallerini veren Erdoğan’ın bu konuya ilişkin son yorumlarından biri şu şekilde; "İdlib'de tarihi bir mücadele sürerken bize verdiğiniz destek çok anlamlı. Kapıları açınca telefon telefon üstüne gelmeye başladı kapıları kapatmak için, bitti o iş artık kapılar açılmıştır." AB'nin Göçten Sorumlu Komiseri Dimitris Avramopulos ise, Türkiye’nin göçmenlere sınırlarını açmasıyla ilgili olarak yaptığı açıklamada; “Kimse AB'ye şantaj yapamaz" ifadelerini kullanıyor.

Evet, iyiden iyiye zalim ve komik bir ülke olduk çıktık. Atatürk'ün kurduğu Anadolu Ajansı "Mültecileri sevindiren haber! Bugün Ege kıyılarında deniz sakin olacak." gibisinden haberler yapabiliyor. Peki, İçişleri Bakanımız Soylu'nun "Türkiye'den ayrılan mülteci sayısı 130 bini geçti" ifadesine ne demeli... 40 yıllık Yunanistan muhabiri Stelyo Berberakis ise gerçek bilgileri şu şekilde veriyor; "Eğer Yunanistan'a 100 bin kişi gelmiş olsaydı, hükumet çoktan düşmüş olurdu, ülkede kıyamet kopardı. Şu an sınıra yayılan mülteci sayısı 9-13 bin arasında. Sınırı geçmeyi başaran kişi sayısı ise sadece "98" kişi ve bunların da %80'i Afgan ve Pakistanlı. Bunlar derhal yargılanıp 3-3,5 yıl hapis cezasına çarptırılıyorlar." Yunanistan resmi bir şekilde Türkiye'yi insan ve göçmen kaçakçılığı suçu ile itham ediyor. Türkiye sınırda ölen kişilerden Yunanistan'ı sorumlu tutarken, Yunanistan ise bunun tamamen yalan bir haber olduğunu ve sadece propaganda amacıyla Türkiye tarafından kullanılmakta olduğunu öne sürüyor. Yunanistan tarafından yapılan açıklamalara göre, 24 binden fazla göçmenin geçmesi engellendi ve 183 göçmen tutuklandı. Bu tutuklananlar hüküm giyecekler. Ayrıca Yunanistan standart iltica prosedürlerini askıya aldığını ve bunu bir ulusal güvenlik sorunu olarak değerlendirdiklerini açıkladı. Yunan kamuoyu da, marjinal kesimler dışında, göçmenlerin herhangi bir yöntemle engellenmesi konusunda çok büyük bir oranda hükumeti destekliyor.

Ayrıca Suriyeli mültecilere kapısını açan tek ülke Türkiye değil ki! Şu anda Ürdün nüfusunun yüzde 10’u, Lübnan nüfusunun beşte biri Suriyeli sığınmacılardan oluşuyor. Türkiye'nin AB ile imzalama gafletine düşmüş bulunduğu Geri Kabul Anlaşmasına göre, Türkiye Yunanistan'a kaçan tüm mültecileri geri almak zorunda. Avrupa Türkiye'nin geri aldığı mültecileri almayı kabul ediyor ancak bir şartla, bu sayı hiçbir zaman 72 bin kişiyi geçmeyecek. Türkiye'de 1 yılda doğan Suriyeli sayısı bile çok daha fazla. Türkiye’deki kayıtlı Suriyeli sayısında 2018’den beri bir tırmanma eğilimi görülmüyor. Son yaşanan büyük sıçrama ise Şam’ın Halep’in kontrolünü geri aldığı 2016’da yaşanmış ve böylelikle sığınmacı sayısı 2016-2017 arasında 500 bin kadar artarak, ardından üç buçuk milyonda stabilize olmuş. Yani Suriyelilerin büyük çoğunluğu Türkiye’de kendilerine iyi kötü bir yaşam kurdu. Bloomberg’ göre; sığınmacıların geçişine izin vererek AB ülkelerinde öfke uyandıran Türkiye’nin hala Avrupa’ya finansal anlamda bağlı olduğu için elinin sandığı kadar güçlü olmadığı savunuldu. Londra’daki ‘think-tank’ kuruluşu Uluslararası Stratejik Çalışmalar Enstitüsü’nden Emile Hokayem’e göre, Türkiye’nin sınır kapılarını açma kararında ‘bir ikaz ve provokasyon’ var; ayrıca devletin açıkladığı yüz binlere varan sayılarla ülkeyi gerçekten terk eden sığınmacı sayısı arasında büyük bir fark söz konusu.

Muhacir-Ensar” ilişkisini tamamen bir yana bırakarak, yurttan kovalanan mülteci sayılarını İçişleri Bakanı sevinçle ve gururla açıklarken, şehit sayıları ise çok daha alt kademe ve düzeyden, Hatay Valisi tarafından açıklanabiliyor. En son elim hadisede 34 askerimizin "şehit" olması konusunda Rusya bize kısaca "yanlış zamanda, yanlış yerde ve yanlış kişilerle beraberdiniz" diyerek sorumluluktan kaçınıyor. Suriye ile ortak bakanlar kurulu toplantısı yaparken, karşılıklı olarak vizeleri kaldırırken ve Esad-Erdoğan'ın el ele dolaşmasını izlerken, geldiğimiz bu nokta vahimden de öte. Bir zamanlar Türk ordusu birliklerinin Suriye sınırına sevk edilmesi ve kaydırılması haberlerinin yayılması bile Suriye açısından caydırıcı olurken, şimdi Suriye şehirlerinde gezinmemize rağmen hiçbir ağırlığımız kalmadı, üstelik gayet aşağılayıcı ve Türk askerine yakışmayan şartlarda can kayıpları da veriyoruz.

Öte yandan, Türkiye'nin darbeci olarak nitelendirdiği Hafter ile Suriye anlaştı ve iki taraf arasında 46 protokol amaçlandı. Ortak düşman olarak Türkiye belirlendi. Buna göre Hafter hükumeti Şam'da, Esed hükumeti de Bingazi'de konsolosluk açacaklar. Misyon binaları ise şimdiden belirlendi. Anılan bu protokollerin iki ülke topraklarının egemenliği ve "Başta Türkiye olmak üzere yabancı ülkelerin operasyonları konusunda koordinasyon ve iş birliğini de içerdiği" bildirildi. Churchill der ki "Timsah ağzını açtığı zaman, size gülüyor mu, sizi yemek mi istiyor, asla anlayamazsınız".

Rus devlet başkanı Putin’in sözleri çok çarpıcı ve net; “Kimsenin bize karşı savaşmak istemeyeceği koşulları yaratacağız”. Putin'in eski danışmanlarından, Moskova Üniversitesi öğretim üyesi ve uluslararası ilişkiler strateji uzmanı Dimitri Pashanin, "Türkiye'nin eleştirileri, Suriye'deki Rus politikasının ana omurgasına dönüktür. Bu politikada bir değişiklik beklemek hayalcilik olur" yorumunda bulunurken, Oleg Juravlyov ise “Bu koşullarda, Rusya’nın Suriye’deki ordu grubu komutanlığı, Türk savaş uçaklarının Suriye semalarındaki uçuşlarının güvenliğini garanti edemez” demişti. Suriye ordusu, İdlib üzerindeki hava sahasının kapatıldığını, bölgede görülecek tüm hedeflerin düşman olarak algılanıp hava savunma sistemleri tarafından vurulacağını duyurmuştu. İsrail’in en saygın gazetelerinden Haaretz; “Erdoğan geçmişte geri adım attı; yine aynı esnekliği sergilemek zorunda” diye yazdı.

Berat Albayrak'ın talimatıyla resmi enflasyon rakamları açıklandı, buna göre fiyatlar sadece %0,35 oranında bir artış gösterdi. İstanbul Ticaret Odası tarafından açıklanan enflasyon rakamlarına göre ise, fiyatlar %1,13 arttı. Arada üç kattan fazla bir fark var. Corona virüsü nedeniyle, İran'da can kaybı 66, İtalya'da can kaybı 34'e yükseldi. ABD'de henüz 2 kişi öldü. Trump Corona'ya "grip muamelesi yapın" dedi. Gerçekten de ABD gripten senede 80 bin kişi ölüyor. Dünya üzerinde ise her sene gripten 1-1,5 milyon kişinin ölmekte olduğu tahmin ediliyor. Türkiye'nin bütün komşularında virüs görülmesine rağmen henüz bizde görülmemesinin temelde 2 nedeni olabilir; ya Sağlık Bakanlığımız gerçekten harika bir iş çıkarıyor, ya da pek çok konuda olduğu gibi kamuya doğru bilgiler aktarılmıyor. Corona aşısının bulunmasının en az 1 sene alacağı belirtilirken, sağlık maskesi fiyatları 10 kat arttı. Bu aralar gündemde virüs ve savaş kaynaklı tehditler birbiriyle yarışıyor.

Bertholt Brecht’in dediği gibi; Her savaştan geriye üç ordu kalır: ölüler ordusu, yas tutanlar ordusu, hırsızlar ordusu...