Şehirlerin ruhu olur.

Tarihi, kimliği, şahsiyeti, kültürü ve kadim insanları olur.

Yerel yöneticilerin şehirlere yaptığını ne doğal afetler, ne savaşlar yapmıştır.

Buna şahitlik ederim ki, tüm partilerin, yerel yöneticileri yağma, talan, rant ve tarihi dokuyu yok etme konusunda birbiri ile yarışmaktalar.

Demokratik hukuk düzeninde, normal koşullarda, Türkiye belediye başkanlarının büyük bir çoğunluğu şehirleri yağmalama, katletme, rant için ekolojik dengeyi bozma ve tarihsel mirası yok etme suçundan yargılanırlar. Lakin normal değiliz işte. Sistem bunu üretiyor. Siyasal sistemin sorumsuzluğu hesap sorulamaması ve halkın buna müsaitliği Anadolu’nun kadim şehirlerini katlediyor.

Yeteneksiz, beceriksiz, siyaseti bir ticari uğraş gören, seçimde şu kadar para harcadım, bunu çıkarmalı ve üstüne kar koymalıyım zihniyetli yerel yöneticilerin ellerinde kaldı güzelim şehirler.

Şu lafı trajedisine bakın; “Ceketimi koysam seçilir.” Kimler tarafından ve nasıl yönetildiğimizin en iyi izahı.

Dünya’nın birçok şehri şöyle yapıyor. Eski kadim şehir dokusuna dokunulmadan. Yakınına, uzağına yeni şehir inşa ediliyor. Venedik, Paris, Hamburg, Barselona, Zürih, Amsterdam, Stockholm, Oslo, Helsinki hep öyledir. Velev ki dev binalar mı dikeceksin ki her şehirde var bu dev binalar şehrin esas dokusunu bozmayacak şekilde dikilir.

Eski şehirler ise daha yüzlerce yıl yaşayacak şekilde varlığını sürdürüyor.

Şehirlere Dönelim.

Antep baharat kokulu bir şehirdir. Baharat şehre ruhunu verir. Antep’i eski ve yeni Antep diye ayırmak gerekir. Çünkü fazla büyüdü. Fazla büyüyen nice şehir var Anadolu’da.

Fazla büyüdükçe ruhunu yitiren…

Fransızlara verdiği mücadele Öğretmenevi duvarlarında ki kurşun izlerinde ve yaşlıların zihinlerinde hala diri. Karayılan’ı çıkarmış bir şehirdir Antep.

Antep şahsiyetli bir şehirdir. Yoksuldur da. Yıkıcı bir yoksulluk içinde yaşar şehir. Düztepe, Karşıyaka hatta ötesi Cinderesi, Perilikaya, Çitsorut, Hoşgör ve binlerce haneli mahalleler. Üst üste, diz dize yapılmış plansız evlerde, süren yoksul hayatlar…

İlginç bir şeydir, Antep’te yoksulluğun ve yokluğun, müthiş bir şahsiyeti var.

Kavaklık, Binevler, gibi 15-20 yıl öncesinin modern sayılacak semtlerinde aynı şahsiyeti taşır.

Şimdiki adı Türktepe olan ve halk arasında hala Kürttepe diye anılan mahalle doğal bir film platosudur, bilene. O bahçe içinde inşa edilen eski evlerin mutfağında tüten bol baharatlı yemek kokusunu yıllar geçse de hatırlarım.

Zaten o evlerde sokaklara taşan kokudur, Antep Ağam.

Baharat, yoksulluk ve şahsiyet.

Ünaldı civarında yüzlerce halı atölyesinde tüm işçilerin nasıl makine karşısında kardeşleştiğini gördüm zamanında. Ve de ki 25 yıl önce öğrendim, işçi işçidir arkadaş, sağcısı, solcusu, İslamcısı, kadını, çocuğu yok. Emekçiler ve sermaye vardır.

Hala hatırlarım. Ülkücü bıyıklı, yedi soyu sopu, sağ mı sağ partiye oy vermiş işçi önderi Bilal’in yüzünü.

Sigorta, dokuz saat çalışma, ay sonu tam maaş alma. Başka ne talepler vardı? Birde sendika…

Antep’te emeğin siyaseti hayata dokunmuştur, mayası vardır.

Antep kadim bir şehirdir. Allaben deresi taaa kaleden gelir şehri böler.

Sinema bilir, meslek bilir, hürmet bilir şehir.

Solcuları tanır şehir. Cinderesi’nden Düztepe’ye nice evde duydum değişik politik yapıların sloganlarını, anılarını.

Sonra çekildi hayattan devrimciler. Tüm Anadolu gibi tek politik renge boyandı şehir. Lakin biliriz hepimiz, bunlar geçicidir. Zira bir maya vardır Antep’te. Yeter ki gidilsin o evlere yeniden.

Politika da hayat gididir. Canlı bir mekanizmadır.

Katmer, cartlak kebap, fırınlarda kilo ile satılan ekmek, hemen yanı başında kasaplar, yoksulluk, şahsiyet, solun maya çaldığı o atölyeler ve baharat.

Bazen gözlerimi kapayım, sokaklarında yürüdüğüm şehir budur Ağam, adı Antep.