“Sen gerçekler konuşulduğu zaman dinlemiyorsun; sen yalnızca gürültüyü dinliyorsun. Ve sonra 'yaşasın' diye bağırıyorsun“ (Wilhelm Reich).
 
***
 
Tarihte faşist, totaliter rejimlerin yarattıkları tahribatlar günümüzde lanet ile anılırken ülkemizde ise seçimle gelen faşizmin giderek sosyal yaşamın her alanındaki tahakkümü ile karşı karşıyız. Ancak buradaki faşizmi sadece iktidar organlarından yukardan aşağı gelmesiyle belirlemek yetersiz olacaktır; aynı zamanda tabandan uygulanan sivil bir faşizm söz konusu.
 
İçerisinde bulunduğumuz tarihsel süreç Arap baharları diye anılan ve birçok ülkede Tunus’tan, Mısır’a ve Suriye’ye dek sosyal hareketlerin geliştiği ve rejimlerin değiştiği önemli bir dönemi kapsıyor. Özgürlük ve demokrasi parolaları bir yandan kitlelerin var olan siyasal zümrelerden hoşnutsuzluğunu ortaya koyarken; diğer yandan da Orta Doğu’da var olan emperyal aktörlerin kendi çıkarları doğrultusunda verdikleri amansız bir paylaşım savaşının vasıtası işlevini görüyor.
 
Bu süreç, Suriye ve Arap baharlarının yaşandığı son altı yedi yıllık bir zaman diliminden daha gerilere dayanmaktadır. Türkiye’de bu anlamda siyasete hızlı ve tabandan örgütlenme yaparak giren AKP, çıkış yaptığı dönemde, bu sürece FETO Cemaati ile hazırlanmaktaydı. Ilımlı İslam projesi ile yola çıkan bu siyasi parti, Orta Doğu’da İslam dünyası ile Avrupa arasında bir köprü olma amacını taşıyordu. Bu rol, kendi içerisinde gizli bir hegemonya olma arzusu ile doluydu.
 
Siyasal iktidar, Osmanlı nostaljisi hegemonya olma derdiyle radikal İslam grupları ile politik dönemeçlere girmiş ve bir yandan onları arkasına almış; öte yandan ise kimselerin istemediği mülteci krizi (!) ile Avrupa’ya karşı hegemonya ütopyasında belli bir yere gelmiştir. Bu tarihsel siyasal süreç içerisinde savaş ve yıkımlardan beslenerek iktidar ve güç elde eden rejime mülteci akımına karşı kapı olma görevi Avrupa tarafından verilmiştir.
 
Bunlar tek adam yönetimini ve diktatörlüğü meşrulaştıran önemli dış gelişmelerdir. İçte ise giderek totaliterleşen ve halk desteğini alan faşizm, her fırsatta yüzde ellisini arkasına alarak nefret söylemleri ile kimlik çatışmalarını ve savaşı pekiştirmiştir. Bu noktada, insanların içine işleyen faşizmin kendini sürekli olarak biz kimliğinde var ettiğini gözlemleyebiliriz. Faşist algı sarmalındaki ortak aidiyet biz, başka aidiyetleri dışlarken nefret ve ortak düşman zemininden beslenir. Bunun en popüler örneğini siyasal otoritenin Israil karşıtı demagojilerinde gördük: İslami aidiyeti taşıyanlar için ortak düşman İsrail’di.
 
Biz olanın, sürekli bu şekilde yarattığı düşmanlar oldukça fazla: LGBTİ; Aleviler; Ermeniler ve hiç kuskusuz ki devletin Kürt’ü olmayan Kürtler ortak düşman ilan edilir. Bunun yansıra kadın ve çocuklarda farklı bir muamele görmez. Öte yandan bizin genetik kodlarına işlenmiş Osmanlı nostaljisi ile siyasi iktidarın sınırlar ötesi hegemonya olma gayesi faşist biz algısına oldukça hitap eder.
 
Peki, faşizmin kitleler üzerindeki sihrini nasıl kırar ve susan, ona uyum sağlayan kitleleri nasıl harekete geçirebiliriz? Bence en çokta bu soruya yönelmeli ve cevaplar aramalıyız. Yukarıda bahsi gecen gelişmeler üzerinden yola çıkarsak, Türkiye’nin misyon edindiği hegemonya ve Orta Doğu’da aktör olma oyununu baltalamak, bu noktada Türkiye’nin elini güçlendiren Avrupa’ya yönelmek gerek. Bunun araçları; savaş ve militarizm karşıtı enternasyonal platformlar, diplomatik ilişkiler, sivil toplum örgütleri ile ilişkiler vs. olabilir.
 
Diğer önemli bir konu ise biz aidiyet olgusunu kırmaktır. Burada da kitle iletişim araçlarının rolü tartışmasız oldukça büyüktür. Çünkü faşizm kitle iletişim araçları üzerinden örgütleniyor. 15 Temmuz darbe girişiminde yazılı ve görsel basın üzerinden yapılan çağrılar ile ve camilerde okutulan selalarla sokağa çağrılan kitle bugün kirli bir propagandanın tesiri altında bulunmaktadır. Darbe girişimi bu kitle tarafından bastırıldı ancak oradan demokrasi değil faşizm dalgası yayılmakta. Demokrasi havarileri hiçbir şeyden haberi olmayan askeri infaz ediyor, Kürtçe konuştuğu için bir isçinin ömrünü küle çeviriyor. Faşizmin dili olan şiddet artık günlük yaşamın bir parçası ve ibadeti haline gelmiştir. Bu anlamda bu kirli propagandaya karşıt alternatif, sol eksenli, muhalif yayınların çoğalması ve yerel yayın organlarının oluşturulması ve kitlelere ulaştırılmasının önemi büyük.
 
Osmanlı nostaljisinden kurtulmak için tarihin eleştirel okumaları üzerinde yoğunlaşmalı.
 
Ancak faşizm hem politik hem de sosyal alanda örgütlü iken onu devirecek tek şey ise faşizme karşı oluşturulacak karşıt güçtür.