Diyarbakır merkezli Siyasal ve Sosyal Araştırmalar Merkezi ( SAMER ) Koordinatörü Yüksel Genç, daha önceki seçimlerde AKP'ye oy vermiş kitlelerde kaçış eğilimi bulunduğunu öne sürdü.

Genç, CHP'nin cumhurbaşkanı adayı Muharrem İnce'nin ikinci tura kalması durumunda, İnce'ye oy vereceğini söyleyenlerin arttığını kaydetti.

Kandil'e yönelik operasyonun seçim yatırımı olarak görüldüğünü ifade eden Yüksel Genç, "Operasyonun bu kaçışı yoğunlaştırma ve kararsızların kararını netleştirmesi gibi sonuçları olabilir. Tabii, kararsız seçmendeki netleşme, iktidar lehine olmayacaktır" diye konuştu.

Yüksel Genç'in Evrensel'den Serpil İlgün'ün sorularına verdiği yanıtlar şöyle:

Sincar ve Maxmur’u da kapsayabileceği belirtilen Kandil’e operasyon tartışmasıyla başlayalım. Bunun yeniden dillendirilmesi bölgede nasıl yansıma buluyor?

Operasyon bölgede de bir seçim yatırımı olarak görülüyor. Erdoğan ve AKP iktidarının iktidarda kalmakla ilgili son kozunu Kandil operasyonuyla kullanmak istediğine dair genel bir kanaat var. Operasyon iktidara bir başarı kazandırması üzerinden konuşulmuyor, yitirilecek yaşamlar ve insanların karşı karşıya gelişini artırması, yeni maddi ve manevi zararlara yol açması üzerinden daha fazla değerlendiriliyor.

Şunun altını çizmekte yarar var; bugüne kadar hiçbir operasyon Türkiye hükümetlerine bir başarı getirmediği gibi, aksine Kürt sorununun daha da ağırlaşmasına yol açtı. Bugün de Kandil’e yapılacak operasyondan başka bir şey ummak akıl kârı değil. Kandil çok geniş bir yer. Bölgesel ve uluslararası ittifaklarla, ağır savaş silahlarıyla saldırılsa dahi iktidarın sonuç alması güç görünüyor. Velev ki oradakilere darbe vuruldu, bitmez ki. Kürt sorunu bugün bölgesel kapsamıyla daha çok konuştuğumuz bir sorun. Çözülmediği sürece yeni Kandiller hep mümkün. Bu tip operasyonel dalgalar sadece acıları büyütür. Hem Kürtlerdeki hem Türklerdeki kırılmayı derinleştirir ve Kürt sorunu çözümü zor başka boyutlara taşınır. Ne var ki yönetenler hep bu tarihi hataları tekrarlayarak bize ve yeni kuşaklara çözümsüzlüğün tekerrürünü miras bırakıyorlar.

Operasyon konusundaki kararlılık, iki hafta sonra kurulacak sandığa nasıl yansır?

Tercihini AKP’den yana kullanmış seçmenler zaten tedirgin ve kaçış eğilimi içinde. Operasyonun bu kaçışı yoğunlaştırma ve kararsızların kararını netleştirmesi gibi sonuçları olabilir. Tabii, kararsız seçmendeki netleşme, iktidar lehine olmayacaktır.

24 Haziran Erdoğan ve partisi için de ‘kader seçimi’ olacaksa ve Kürt halkının tercihi sonucu belirleyecekse, Kandil’e operasyon gibi Kürtleri daha da uzaklaştıracak söylem ve pratiklerin maksadı ne?

Korku düzlemini yükseltmek, gerilimi artırmak ve bölgenin militer havasını yoğunlaştırmak, böylece insanların sandığa gidişlerini bir şekilde engellemek ya da isteksiz kılmak, değişik protestolara yol açmak ve sandıklar üzerindeki hakimiyetlerini derinleştirmek gibi hesapları olabilir.

Yanı sıra, bu tip operasyonlar ve ülke bekası, terör gibi söylemlerin Kürtler nezdinde itici rolü kadar, Türk milliyetçiliği üzerinden de merkezileştirici, iktidardan, devletten yana kayış gibi bir özelliği de söz konusu. Dolayısıyla İYİ Parti’ye ve MHP’ye kaçan oyların geri dönmesini sağlayabilme etkisi de olabilir, ama bölge nezdinde esas olarak Kürt oylarının mümkün mertebe sandıkla buluşmasını engellemekle ilgili bir süreç işliyor.

Aynı durum, iktidara yakın kesimlerin “çözüm süreci yeniden başlayabilir” söylemleri için de geçerli. Kürt oylarını mobilize etmek istiyorsanız onların en büyük yarasına dokunacaksınız! Ama bugün artık buna inanacak bir Kürt yapısı yok. Ne böyle bir durum, ne de bunun karşılığı var.

İktidar bloğu, 1 Kasım ve referandumda olduğu gibi, 24 Haziran propagandasını da HDP’yi ve Cumhurbaşkanı adayı Selahattin Demirtaş’ı, hatta destek verenleri kriminalleştirme üzerine kuruyor. Bu söylem Kürt halkının tercihini pekiştireceğine göre, asıl hedef HDP’nin baraj altında kalmaması için kullanılacak stratejik oyların önünü kesmek mi?

Mutlaka bu vardır. Zaten bu seçimin en belirgin özelliği insanların stratejik oy kullanacak olması. Seçmenler adaylarla, vaatlerle çok fazla ilgilenmiyor. Türkiye’nin geleceği meselesinde taraf belirliyorlar. Aynı durum bölge için de geçerli. Kürtler de stratejik oy kullanma kaygısı içinde. O nedenle HDP’nin kimi aday gösterdiği ya da hangi söylemlerde bulunduğu ile çok ilgilenmiyor.

Özellikle batıdaki stratejik oy kullanmayı kırabilmek için Kürt siyasetini, Kürt aktörlerini hedef göstermek, öcüleştirmek işe yarar mı, emin değilim. Bu da çok denenmiş bir yol ve sanırım artık batıda herkes olmasa da belli bir kesim bu tip hedef göstermeler üzerinden oy tercihini değiştirmiyor. Ama bu tip tartışmaları bir savaşla, operasyonla desteklemek ya da Kobani olayları gibi acı hikayelerini maniple ederek aktarmak kısmen işe yarayabilir. Muhtemelen önümüzdeki günlerde daha fazla asker cenaze töreni göreceğiz ne yazık ki. Çünkü stratejik oy kullanmanın yönünü değiştirmek sadece söylemle olmuyor.

Erdoğan’ın Diyarbakır mitinginde dile getirdiği ‘Kürt sorunu yoktur; Kürt sorununu bitirdik, terör sorunu vardır’ sözlerini de soralım. İnşaat dışında bir vaat sunmayan Erdoğan’ın sorunu reddeden sözlerine Diyarbakır halkı ne tepki verdi?

Diyarbakırlılar uzun bir zamandır Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ne dediği ile ilgilenmiyor. Dikkat edersiniz Diyarbakırlıların ilgi gösterdiği, “Ne söyleyecek?” diye kulak kesildiği bir miting de değildi. Erdoğan, “Kürt sorununu çözeceğim” deseydi de çok etkisi olmayacaktı çünkü inandırıcılık ve güven eşiğini çok düşürmüş durumdalar. AKP Hükümeti ve Erdoğan açısından, izlediği politikalar ve kurduğu ittifak gereği de tek seçenek Kürt sorununun varlığını inkar etmek ve şiddet, güvenlik politikalarıyla işi terör olarak sunmaya çalışmak. Bunun ötesinde bir şey söyleme olasılığı kalmadı. “Kürt sorununu çözdüm” ifadesi, kinayeli, mizahi yorumlara konu oldu. Doğrusu, inkarın bu kadar açık ifade edilmesi insanlarda artık öfke de uyandırmıyor. Müstehzi bir gülümseme yaratıyor.

Bölge halkının 24 Haziran’da temel motivasyonu ne? ‘Seçimin kaderini Kürtler belirleyecek’ olgusu, Kürt halkına nasıl değiyor?

Aslına bakarsanız bölgedeki insanlarda da, Türkiye’nin kaderini belirleyecek en önemli seçmen ayağını oluşturdukları duygusu var. Özellikle Millet İttifakı’nı kuranların Kürt sorunu, Kürt aktörleri, Kürt siyasetiyle kurmuş olduğu utangaç ilişki, Kürtleri doğal olarak bağımsızlaşan bir aktör haline getirdi ve iki ittifak arasındaki oy farkının sınırlılığı Kürtleri hangi tarafta olursa oranın ağırlık kazanacağıyla ilgili bir denklemin içine oturttu. Bölge halkı bunun çok farkında. Kürt sorununu bu kadar beka sorunu halinde telakki eden bir sistemin siyasal bağlamının parçası olmak istememe, siyasete çözüm gücü yükleyememe, bu anlamda siyasete küsme, güvensizlik, beklentisizlik geliştirme eğilimleri gösteren Kürtlerin sayısı bir yıl önce epey artmıştı.

Bu değişti mi?

Çok hızlı biçimde değişti. Bu da bölgenin ilginç bir realitesi. Seçim süreci başlar başlamaz insanlar, sanki aynı zamanda Türkiye’ye karşı son bir görevi yerine getirme duygusuyla, sandığa gidip tavrını ortaya koymak istediğini beyan ediyorlar. Bir yıl önce boykot söylemini, Türkiye’nin siyasal sistemine katılmak istememeyi, duygusal kopuşun derinliğini çok daha gözlemliyorduk, ama şimdi bütün bunları durduruyor ve sandığa gidip son kavşakta demokratik Türkiye için omuz vermek istediğini söylüyor Kürt seçmeni. Dolayısıyla seçmeni motive eden duygu esas olarak bu.

Kürt seçmeninin adaylar ve söylemlerle ilgilenmediğini söylediniz. Ancak, CHP’nin Cumhurbaşkanı Adayı Muharrem İnce’nin gerek Kürt sorununa gerekse Demirtaş’a yaklaşımı, CHP’nin önceki seçimlerdeki yaklaşımından farklık arz ediyor. Bunun İnce, dolayısıyla CHP oylarına yansıması açısından bulgularınız ne?

Kürtler evet, seçim sürecindeki söylemleri seçim konjonktürünün gerektirdiği söylemler olarak telakki ediyorlar ama bununla birlikte Kürt sorununun çözümü, demokrasi ve özgürlüklere dair söylemler duymak ve bunları kıyaslamak istiyorlar. Bölgede seçmen şöyle bir ikili durum içinde aslına bakarsanız. Birincisi, özellikle son üç yıldır yaşadıklarının getirdiği öfke, kızgınlık ve kırılmanın da etkisiyle, sandıklara gidip kedine sahip çıkmak istiyor. Nitekim, sahada kime oy vereceklerini sorduğumuzda çoğu insan “Kendime, partime oy vereceğim” diyor. “Hangi cumhurbaşkanı adayına oy vereceksiniz?” sorusuna da “Bizden olana, kendimden olana” yanıtını alıyoruz. Yani bölgede bu seçime biçilmiş çok güçlü bir kendini sahiplenme ve bunu gösterme eğilimi var. Nitekim, HDP’nin oy oranlarında birkaç puan yükseliş tespit ettik. İkincisi, eğer cumhurbaşkanlığı seçimi ikinci tura kalırsa ki neredeyse seçmenlerin yarısı böyle olacağını düşünüyor, çok büyük bir kısmı ikinci turda yeniden Demirtaş’a oy vermek istiyor. Şunu da belirtelim, seçmen Demirtaş kalır mı kalmaz mı tartışmasına da izin vermiyor önemli oranda, ama olaki kalmazsa, ikinci turda İnce’nin kendilerine dönük daha pozitif bir yönelim içinde olduğunu ifade eden seçmende İnce’ye  oy verme eğilimi artış gösteriyor.

Ya Meral Akşener?

Akşener’in 90’lar sürecinin bir parçası olması itibariyle bölgede bir imajı var zaten. Ayrıca Akşener’in geldiği sağ geleneği AKP iktidarının dışında bir yere oturtamıyor. Bu nedenle “Akşener ikinci tura kalırsa sandığa gider miyim” sorgusunun oldukça yoğun yaşandığını ölçüyoruz.

Geçtiğimiz hafta Diyarbakır’da Kürt sorunu raporunu açıklayan Saadet Partisi’nin (SP) dindar muhafazakar Kürtler üzerindeki etkisini nasıl ölçüyorsunuz? Altan Tan’ın SP’den aday olmasının dindar muhafazakar Kürtlerin bir kısmını HDP’den SP’ne kaydırması söz konusu mu?

Altan Tan’ın, yorumlandığı gibi HDP’de bir kayba yol açacağını ölçmedik. Bu olmadığı gibi, son ölçümlerimize göre HDP’nin oy oranı 1 Kasım seçimlerine göre ciddi anlamda yükseliş gösteriyor. 7 Haziran’a yaklaşmış durumda olduğunu görüyoruz. İkincisi, SP’nin Kürt raporu hak ve özgürlüklere dönük genel geçer söylemler olmakla birlikte, sorunu ağırlıkla kültürel bağlamları ile ele almış. Bununla birlikte Saadet’in rapor açıklaması önemli ama okuyamadıkları bazı şeyler var. Bölge artık eski bölge değil çünkü. “Kürt sorununu ben çözeceğim, hadi arkamdan gelin...” Böyle bir şey yok, bölgedeki insanlar Kürt sorununu kimin çözeceği, nasıl çözeceği kadar, kimlerle çözeceğini de görmek istiyor. Ayrıca bu raporun Diyarbakır yerine Batı illerinden birinde açıklanması daha faydalı olurdu bölgeye etkisi açısından.

En çok merak edilen konu AKP’nin bölgedeki durumu. Araştırmanız AKP cephesinde nasıl sonuçlar ortaya çıkardı?

Son yaptığımız saha araştırması AKP de birkaç puanlık bir düşüş olduğunu gösteriyor. Cumhurbaşkanlığı açısından ise Erdoğan, bölgenin birinci tercihi olan Selahattin Demirtaş’ın hemen yanı başında.

Bu seçimde sağ seçmen açısından AKP dışında artık iki farklı parti var. AKP’nin Kasım’daki oylarının bir kısmı SP ve İYİ Parti’ye kayıyor. MHP’nin oylarının yarısının da İYİ Parti’ye gideceği tespitlerimiz arasında. MHP Kasım 2015 seçmenini en çok kaybeden parti. AKP ikinci sırada. AKP’nin vekil çıkardığı kimi illerde birer vekilin ilgili siyasetlere kayacağı ve bölgede çıkaracağı vekil sayısının ciddi oranda azalacağını söylemek mümkün. Kararsız seçmenin en fazla AKP seçmeni arasında olduğunu da belirteyim. Yine ilk kez oy kullanacak genç seçmenlerin beşte birinin henüz kararsız olduğunu söylemek mümkün. Bu beşte birlik gençleri kim kazanırsa bazı vekillikleri onlar alacak gibi. Ama tabii bu birinci sırayı çok değiştirmiyor. Demirtaş ve HDP bölgede en yüksek oyu alacak görünüyor.

Erdoğan ile Demirtaş arasındaki makas aralığı ne?

Çok değil. Zaten AKP’ye de, Erdoğan’a oy verenlerin de temel motivasyonu Erdoğan’ın güçlü bir figür olması. Daha önce de bunu ölçmüştük, Erdoğan’ın kendisi buradaki oy yöneliminin ana sebebi. Erdoğan olmasa bölgede oyların AKP’ye gitme olasılığı çok sınırlı görünüyor.

O halde, Erdoğan ile partisi arasındaki makas çok açık değil?

Çok değil, evet. Aldığı oyda yüzde 3-4’lük bir azalma var geçmiş seçime göre. Bu açıdan 7 Haziran’a benziyor. Bu da belirttiğim gibi AKP’nin kimi bölgelerde vekil çıkarmasının ciddi anlamda zayıfladığını gösteriyor. AKP’nin örneğin üç vekil çıkardığı yerde, iki vekil çıkaracağını, bir vekil çıkardığı yerde artık çıkaramayacağını ölçüyoruz.

Mesala, hangi bölgeler?

Örneğin Diyarbakır’da bir vekil çıkarma olasılığının ancak mümkün olduğunu, bunun bile tartışmalı olduğunu söylemek gerek. SP ile İYİ Parti’nin kimi yerlerde AKP’den oy koparacağı, hatta kimi yerlerde AKP’nin alacağı milletvekilini SP ya da İYİ Parti’nin alma olasılığının yükseldiğini söylemek gerekiyor. Örneğin Bingöl’de aynı riskle karşı karşıya. Erzurum, Bitlis, Muş ve Van’da yine öyle. Bu illerde Kasım ayında çıkarmış olduğu vekil sayısını çıkaramayacağı görülüyor.

Bu seçimde bölge özelinde de şaşırtıcı çıkışlarla karşılaştık. HÜDA PAR (Hür Dava Partisi) onlardan biri oldu. AKP’ye sert eleştiriler yöneltip, HDP’ye ılımlı mesajlar ileten HÜDA PAR, netice olarak cumhurbaşkanlığı seçiminde Erdoğan’ı destekleyeceğini açıklarken, Genel Başkan Yapıcıoğlu istifa ederek bağımsız milletvekili adayı oldu. HÜDA PAR’la ilgili bulgularınız ne, bu tutumun bölgedeki oy dengesini değiştirecek bir etkisi olacak mı?

Bu seçim sürecinin belki de en yalpalayan hareketi HÜDA PAR oldu. HÜDA PAR’ın oy oranı zaten yüksek değil, son ölçümlerimizde de tabanından bu yalpalamalardan kaynaklı küçük küçük kaçışlar gözlemledik. Seçime bağımsız girerek belki parlamentoya bir vekil göndereceklerini umuyorlar ama ölçümlerimiz bunun imkan dahilinde olmadığını gösteriyor.

Cumhurbaşkanlığı seçimini boykot edeceğini, ama parlamento seçimine bağımsız adaylarla katılacağını açıklayan Hak ve Özgürlükler Partisi’nin (HAK-PAR) etkisi ne olur?

Son yaptığımız ölçümlerde bölgde boykot var demek çok zor. HAK PAR’ın etkilediği tabanın oranı çok düşük olduğundan bir yansımasını görmüyoruz.

Bölge halkının da beklentisi ve talebinin bu yönde olduğu belirtildiği için soralım; Kürt partileriyle HDP’nin ittifak kuramaması bölge halkında bir duygu kırıklığına, tepkiye yol açtı mı?

Bir kırılmaya yol açmadı. Seçim ilan edilmeden önce yaptığımız bir çalışmada, “Kürtler arası ittifak olsun, başkaları olmasın” diyen çok sınırlı bir kesim çıkmıştı. Kürt siyasi partilerinin birlikte hareket etmesine dönük genel bir temayül var elbette. Ama buna rağmen birlik çalışmasının olmamış olmasının belirleyici bir etkiye yol açmadığı görülüyor. Belirttiğim gibi iki ay önce ölçtüğümüz oranla, bugün ölçtüğümüz oran arasında birkaç puanlık bir yükseliş var HDP açısından. Bu da etkilemediğini ortaya koyuyor.

Seçimin kurallarının değiştirilmesinin en çok bölgeyi etkileyeceği malum. Nitekim YSK, ağırlıkla HDP’nin açık ara önde olduğu 19 ilde sandık taşıma kararı aldı. Bu durum, sandık/oy güvenliği konusunda bölge halkının endişelerini arttırdı mı?

Buradaki en önemli mesele, “oyumuzu, sandığımızı koruyacak mısınız” sorusu etrafında şekilleniyor zaten. Özellikle kırsal alandaki seçmenin sandık güvenliği endişesinin yüksek olduğunu araştırmalarımızda ölçüyorduk. Yaşanan endişe YSK kararıyla ete kemiğe bürünmüş oldu. Ancak karar, bölgede şu söylemi ortaya çıkarıyor: “Bizim oylarımızı çalabilirler, sandığa ulaşmamızı engelleyebilirler, bir kısmıyla baş ederiz edemeyiz, ama bizi Batı tamamlamak zorunda. Eğer ortak bir gelecek istiyorlarsa bizim üstlendiğimiz sorumluluğu Batı da üstlenmeli!” İktidarın bölgede seçim güvenliği adı altında HDP’ye kaybettireceği oyun Batıda telefi edilmesini istiyor bölge halkı.

Dolayısıyla, seçimin kaderinin Kürt halkının omuzlarına bırakılmış olması bir nevi haksızlık olarak algılanıyor. Zira, önceki seçimlerde de olumsuz neticelerin faturası ağırlıkla Kürtlere çıkarılmıştı...

Evet. Aslında Türkiye halkı şunu unutmamalı; bölge üç yıldır öyle korkunç bir travma yaşadı ki, istese o sandıklara gitmeyebilir, Türkiye’nin Batısını kendi kaderiyle baş başa bırakabilir, bunun için duygusal kırılmalarını gerekçe yapabilir. Ama bölge halkı buna tamah etmiyor. Şöyle bir anektod aktarayım; Seçim üzerine bir sohbet yapılıyordu. Batıdan gelen bir arkadaşımız çok umutsuzdu, Kürt arkadaşlarımızdan bir tanesi demişti ki “siz bizim yaşadığımızın üçte birini yaşamadınız ki, bizdeki umudun üçte birini taşıyın, yeter!”

Sizinle geçtiğimiz yıl yaptığımız söyleşide, Kürt sorununun çözümüne inanmayan kesimlerin oranının binde 4-5’lerden yüzde 20’lere çıktığını belirtmiştiniz. Bu oranda düşüş söz konusu mu?

Doğrusu Kürt sorununun çözüleceğine inanmaları için koşulların ve göstergelerin değişmesi gerekiyor. Seçime katılmalarının bir nedeni de o koşulu değiştirmek. Dolayısıyla, mevcut Türkiye siyaseti konjonktüründe Kürt sorunun çözülebileceğine dair inançsızlık besleyenlerin oranında düşüş olduğunu söylemek için erken. Bunun için seçim sonuçlarına bakacaklar. Zaten, her şeyin terör gözüyle bakıldığı, işte Kandil operasyonun yeniden dillendirildiği ve “Kürt sorunu yoktur” diyen bir iktidarın varlığında herhalde aksini düşünmek de zor olur. Aynı durum duygusal kopuş hissiyati için de geçerli. Türkiye’deki iktidar, siyasal tablo değişmezse buradaki kırılmalar kendisini derinleştirebilir.

24 Haziran’ın belirleyici unsurlarının başında ekonomi geliyor ve zaten “Sizce Türkiye’nin en önemli sorunu nedir” sorusuna, “ekonomi” yanıtları veriliyor. Yoksulluk ve işsizliğin en çok bölgeyi etkilediği gerçeğinden hareketle, ekonomi bölge halkının da gündeminin ilk sırasını oluşturuyor mu, yoksa Kürt sorunu liste başındaki yerini koruyor mu?

Bizim daha önceki ölçümlerimizde aynı soruya verilen yanıtlar, tartışmasız Kürt sorunu oluyordu. İkinci sırada ekonomi, adalet, demokrasi geliyordu ama şimdi ekonomi ile Kürt sorunu arasındaki fark kapanmak üzere. Bölge evet, başından beri hep yoksullukla anılan, açlık sınırındaki nüfusun Türkiye ortalamasına göre daha yoğun olduğu bir yerdi. Bu nedenle, krizlerle baş etmeyi adeta yaşam tarzı haline getirmişti ama şimdi gelinen noktada baş etmede daha da fazla zorlanıyor ve AKP’ye buradan da tepki duyuluyor. Fakat en büyük kaygı, seçimden sonra nasıl bir Türkiye devralınacağı meselesi ki, bu konuda kimse çok fazla bir şey konuşmuyor.