Türk Lirası bir yılda yüzde 50 değer kaybetmişken ve yerli-yabancı finans ve yatırım çevreleri artık Türkiye Cumhuriyeti ekonomi yönetiminden ciddiye alınacak yapısal reformlar yapmasını ve uygulamaya koymasını beklerken, Cumhurbaşkanlığı idaresi ve iradesi sandığı tekmelemeyi, cılız ve toy Türk demokrasi tarihini başladığı noktaya geri döndürmeyi tercih etti. Böylelikle gerçekten de bu seçimleri ‘murdar’ etmeye muvaffak oldular. Nitekim aynı seçmen, aynı sandık kurulu, aynı il - ilçe seçim kurulu, aynı zarfta üç adet oy kullanıyorsunuz, o oyların sonuçlarından biri iptal, diğerleri devam. Çok enteresan. Türk demokrasisi böyle bir şey ne de olsa... Dürüst ve vicdanlı yargıçlar olduklarını kabul etmek istediğimiz YSK üyelerinin Anayasal görev sürelerinin YSK tarihinde ilk kez “torba” ile bir sene daha uzatılmış olmasının hikmeti ortaya çıktı. Ve netice itibariyle artık İstanbul'u artık seçilmiş bir kişi İmamoğlu değil, malum tek bir kişiye bağlı bir kayyum yönetiyor.

Gerçi her şey para değil, “bekamız” sağ olsun diyoruz ama öte yandan YSK’nın sürpriz kararının alınmasından itibaren her 10 kuruş artan doların Türkiye'ye maliyeti 45 milyar Türk lirası… Bu da Türkiye'nin en büyük 500 şirketinin yıllık kârına denk bir meblağdır… Türkiye’nin CDS primi (risk primi) bugün itibariyle 476 oldu, dolar 6.20’ye dayandı. Merkez Bankası rezervleri eridikçe eriyor, alınan krediler geri dönmüyor, borçlar ödenmiyor, şirketler elde ettikleri kazançlar ile kredi ödemelerini yapmakta zorlanıyorlar. Yerli ve milli ekonomimiz bizzat siyasi yönetimimiz tarafından uçurumdan aşağı itiliyor ve biz de 81 milyon olarak film izler gibi seyrediyoruz, bu duruma tanık oluyor ve maruz kalıyoruz. Yıllar ve nesiller geçiyor, ülkenin genel durumu ve gelişmişlik düzeyi bir adım ileri gitmek bir yana, hep geriliyor...

Davutoğlu’nun çok geç kalmış tepkisine ve Gül’ün 367 benzetmesine ne demeli? Şurası çok açık ki Ahmet Davutoğlu – Abdullah Gül cephesinin çoktandır alternatif bir siyasi parti kurma çalışmaları yaptıklarını, ancak bu işin zamanlaması için ortamı dikkatle kokladıklarını, Ak Partinin güçsüz düşeceği bir anı beklediklerini biliyoruz. Böylece fırsatçılıkla, görev ve sorumluluklarını zamanında ve uygun bir şekilde yerine getirmemekle suçlandılar. İşte bu nabzı tutan Gül ve Davutoğlu, ellerine geçen ilk olasılıkta, velev ki birer tweet mesajı ile dahi olsa, içinden çıktıkları partiye ‘çakmayı’ ve bu tür eleştirileri bu manevra ile bertaraf etmeye gayret ettiler. Bununla beraber, Recep Tayyip Erdoğan’ın Türk siyasetinde var olmaya devam ettiği sürece, Davutoğlu ve Gül’ün en küçük bir başarı şansının bile mevcut bulunmadığı bir başka memleket gerçeği olarak ortada duruyor.

Şu an Türkiye’de yaşayan ve yeniden oy kullanmak durumunda bulunan her seçmen kendisini sınav sorularının diğer katılımcılara zaten verilmiş olduğu bir sınava girmeye zorlanıyormuş gibi hissediyor. Ve bu his bir sanrıdan veya yanılsamadan ibaret değil, birebir ve son sayılı günlerde yaşayarak tecrübe edinilen olgulara dayanıyor. YSK’nın gözetmesi gereken en yakın YSK içtihadı bile daha yirmi (20) gün öncesine dayanıyor. İyi Parti’nin tamamen aynı nitelikteki talebini YSK yirmi gün önce geri çevirmişti. Bursa / Kemalpaşa’da 5 sandık kurulunun başkanı “kamu görevlisi” değil, “belediye işçisi” idi. Bunun üzerine, İyi Parti seçimlerin iptalini istemişti. YSK ise 20 Nisan günlü kararında İyi Parti’nin talebini şu gerekçeyle reddetmişti: “Sandık kurullarının teşkiline itirazların, resmi seçim takvimine göre 2 Mart 2019 tarihinde kesin olarak karara bağlanması nedeniyle tam kanunsuzluk iddiasına ilişkin talebin reddine karar verildi” (Karar Numarası: 3469). Buna göre, YSK kararı yine ve en güncel YSK içtihatları ile bile çelişiyor. Milli iradenin yok sayıldığı, hukukun bittiği nokta.

Bizde bunlar olup biterken, Türkiye’nin en büyük camii olduğu söylenen Çamlıca Camii dini törenlerle açıldı. Yaklaşık 60.000 müminin aynı anda ibadet yapabilmesine olanak tanıyan camii girişine ayet veya hadis yerine, Sayın Cumhurbaşkanı ve Ak Parti Lideri Erdoğan’ın sözlerinin yazıldığı ve asıldığı dikkat çekti. Yine bizzat Erdoğan’ın teyit ve itirafına bakılacak olursa, herhangi bir vakit namazında çok merkezi ve turistik bir noktada yer alan Sultanahmet Camii’nde bile ancak tek bir saf dolarken, namaz kılmak için bol bol tırmanmayı ve zorluk çekmeyi gerektiren Çamlıca Camiinin sadece Boğaz’ın karşı kıyısından bakıldığında belirli bir mimari perspektif ve peyzaj oluşturmakla kalacağı bariz ve aşikârdır. Roma’da en devasa tapınaklar açlık ve zorluk zamanlarında yapılırken, Ortaçağ Avrupası’nda altın işlemeli dev katedraller iç savaş ve kıtlık dönemlerinde inşa edilmiştir. Keza Osmanlı döneminde en büyük yapıların, camilerin ve sarayların yine zor, kötü ve başarısız zamanlarda yapılmış olduğu görülür. Başarısız ve muktedir olamayan yöneticiler, isimlerini ve anılarını gelecek yüzyıllara bırakmak ve aktarmak adına, büyük bir harcama ve israf ile dev ve görkemli yapılar yapmakta kurtuluşu bulurlar. Oysa kendilerinden çok daha güçlü ve büyük ülkelerin çok daha hacimli ve ihtişamlı yapılar inşa etmeye parasal imkân ve kabiliyetleri fazlasıyla varken, neden bunu yapmadıklarının kendi tebaa ve seçmenleri tarafından hiç düşünülmeyeceğini sanırlar... Sultan Süleyman’a bile kalmayanın, ilelebet kendi malı ve mülkü olabileceği rüyasını görmeye devam ederler...