İçişleri ve Adalet Bakanlığı, 21 Aralık 2013 tarihinde Resmi Gazete’de yayınlanarak yürürlüğe soktuğu Adli Kolluk Yönetmeliğindeki değişikliklerle Emniyet ve Jandarma görevlilerinin, adli olaylarda amirlerine bilgi verme zorunluluğunu getirdi. Değişikliğe göre, en üst dereceli kolluk amiri adli olayları, suç işlenmesini önlemek, kamu düzen ve güvenini korumakla ve bu konuda gerekli tedbirleri almakla görevli ve yetkili olan mülki idare amirine derhal bildirecek.

Değişikliklerin yolsuzluk soruşturması ile gündeme gelen ve kamuoyunda sürekli dillendirildiği üzere savcıların ya da kolluğun üstlerini ya da başsavcılığı neden haber etmemiş olduğu tartışmaları ışığında yapıldığı açık. Hem de yapılanın açıkça usul hukuka aykırı olması önemsenmeden.

Halbuki uygulamada yapılanın ve bilinenin aksine Savcılar, CMK 160 ve 161 gereği kimseyi bilgilendirmek zorunda değildirler. Yine adli kolluğa gizli tuttuğu soruşturma ile ilgili kimseye bilgi vermemesi konusunda savcılar talimat verebilirler. Adli kolluk ne üst amirine ne de savcı başsavcıya bilgi vermekle yükümlü değildir. Savcıların bu yetkilerini usul yasası belirler.

Hani ülkemizdeki en önemli hukuki sorun olan o uygulanmayan usul hükümleri!

Bu yönetmelik değişikliği ile bir temel yasa olan CMK yönetmelikle değiştirilmeye çalışılıyor. Özellikle savcıların yetkilerini düzenleyen 161.madde ona uygun olarak düzenlenmesi gereken bir yönetmelikle değiştirilmek isteniyor. Hukukta temel hak ve özgürlükleri güvencede tutmak ve korumak için bir normlar hiyerarşisi vardır. Bu normlar hiyerarşisinde en üstte Anayasa ve Anayasa’nın 90/5.maddesine göre kabul edilmiş Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi gibi temel haklar ve özgürlükler hakkında uluslararası sözleşmeler vardır.

Türkiye’de de temel ceza yasalarındaki son değişiklikler AİHS’in adil yargılanma ve etkin yargılanma hakkını düzenleyen 6. ve 13. maddesi ile Anayasa’nın 36. maddesine ve mahkeme içtihatlarına uygun biçimde düzenlenmeye çalışıldı. Bu esaslara göre düzenlenmeye ve yorumlanmaya çalışılan Ceza Muhakemesi Kanunu şimdi bir yönetmelikle değiştirilmek isteniyor. Bu yönetmelik değişikliği ile aynı zamanda savcıların bağımsızlığını ve teminatını düzenleyen anayasanın 107.maddesine de açıkça aykırı davranması pahasına bu değişiklik yapılmıştır. Savcıların yetkilerini düzenleyen yasalar sözleşmelere ve anayasaya uygun hazırlanır ve hazırlanmak zorundadır. Yönetmelikler ise önce tüzüklere ve o tüzükler de yasalara göre düzenlenirler. Yani görüleceği üzere bir bakanlık işlemi ile olan yönetmeliğin meclisçe anayasa ve uluslararası sözleşmeye uygun düzenlenen bir yasanın hükümlerini tırpanlamış oluyor ki bu aynı zamanda anayasayı da değiştirmek anlamına geliyor.

Ayrıca bu değişiklikler kime karşı yapılıyor kamunun haklarına karşı yapılıyor. Çünkü Savcılar hakimlerden farklı olarak tarafsız değil taraflılardır. Kamunun yani halkın haklarını gözetmekle yükümlü ve taraflılardır. Ama bu görevlerini layıkıyla yapabilmeleri için bağımsız olmaları gerekir. Başta yürütme organına karşı ve diğer tüm erklere karşı. 2004 yılında yapılan bu yasal değişiklikle adli kolluk sistemi başlı başına ayrı düzenlenmesi gerekirken biraz durumu düzeltmek amacıyla mevcut kolluk yapısı içinde bir adli kolluk düzenlenmesine gidildi. Şimdi ise eksik ama olumlu bu yasal değişiklik ona uygun olması gereken yönetmelikle değiştirilmek isteniyor. Gerçeklikte bu yasaya aykırı yönetmelik değişikliklerinin hiçbir uygulama yeri yok.

Bir savcı gerekirse bu yönetmeliği dinlemeyerek doğrudan yasaya göre işlem yapmaya devam edebilir. Ama uygulamada savcı ve hakimler ne yazık ki yasa ve anayasa yerine yönetmeliklere daha fazla önem atfetmekteler. Bu yönetmelik değişikliği ile yasal değişiklik öncesi döneme yani eski darbe döneminin ruhu ve esası canlandırılmak isteniyor. Amaçlanan adli kolluk görevini yapmaya başlayan kolluğu savcılık emrinden ve soruşturmanın gizliliğinden çıkartarak doğrudan idari mülki amire bağımlı kılmaktır. Bu aynı zamanda savcıyı da mülki idareye haliyle kolluk amirine bağlamak anlamına gelir ki işte burada savcı bağımsızlığını yitirir. Bu da savcıların yürütmenin en üst makamlarını ilgilendirecek herhangi bir soruşturmada savcıyı hareketsiz ve teminatsız bırakmak anlamına gelir ki böylelikle savcılar idari makamlarda görevini kötüye kullanabilecek kişiler hakkında hiçbir işlem yapamaz duruma düşerler.

12 Eylül darbe rejiminin yani vesayetçi yapının işleyişi yani evrensel hukuk standartlarını hiçe sayan, yürütmeye bağımlı ve halkın hakkını teferruat gören militer hukuk tekrar çalıştırılmak isteniyor. Çünkü teminatı ve bağımsızlığı olmayan bir savcı doğrudan darbe dönemindeki gibi idarenin emir eri olur. O zaman savcılar eskiden olduğu gibi ve hatta bugünde çokca gördüğümüz üzere ancak idarenin uygun bulacağı ve talimat edeceği konuları soruşturur olmaya devam eder olacaklar. Bu durumda da kamunun temel haklarının savunucusu yani avukatı olması gereken savcı, normal olarak siyasi değişkenlik gösteren hükümet tasarruflarının tümden avukatı olmaya başlar ki o zaman da zaten denetime az buçuk açık olan parlamenter sistem ile demokratik toplum idealini de toptan rafa kaldırmak demektir.