Psikolojik savaş literatürde ilk defa 1951 yılında yer almasına rağmen tarihinin oldukça eski olduğu söylenmektedir. Çin’in Türkleri psikolojik savaş yöntemleri kullanarak geçmişte tehdit olmaktan çıkardıkları bilinmektedir. Çin bu yöntemle birçok Türk boyunu kendi bünyesinde erittiği gibi rakip Türk devletlerinde karışıklıklar çıkararak zayıf düşmelerini sağlamıştır.

Savaş sanatı isimli kitabında günümüzden yaklaşık 2500 yıl önce Sun-Tzu devletlerinin parçalanması sürecindeki psikolojik savaş yöntemlerini şöyle açıklamış;

-Hasım ülkelerde iyi olan şeyleri gözden düşürünüz.

-Hasım ülkelerin hakanlarının başarılarını küçük göstererek şöhretlerine gölge düşünürünüz ve zamanı geldiğinde de kendi halkının onları hor görmesini sağlayınız.

-Adi-Aşağılık kişilerin işbirliğinden yararlanınız.

-Düşman halkın kendi aralarında olan uyuşmazlık ve kavgalarını yayınız.

-Hasmınızın geleneklerini gülünç hale getiriniz.

Yukarıda psikolojik savaş taktiklerini ve nedenlerini anlatmamın sebebi, birçok ülke gibi Türkiye’nin de bu psikolojik savaş dizi-filmleriyle yıllardır kendi sistemini beslemeye çalışmasıdır. Türkiye’de geçmişten günümüze kadar psikolojik savaş yöntemleri farklı alanlarda, aynı amaç doğrultusunda yerini almıştır. Bu psikolojik savaş taktiklerinin hemen hemen her şeyi kurgudan ibarettir. Bir gazeteci, senarist ya da yönetmen konuyla ilgili kulaktan duyma bilgilerle, hayal gücünü ve ırkçılığını birleştirerek toplumsal algıyı yönlendirebilecek birçok girişim içerinde bulunabilir.

Bir süre önce psikolojik savaşın çirkinliğini ve dezenformasyonunu “Fatih Altaylı Buna Ne Der” adlı makalemde anlatmıştım.

Türkiye tarihinde psikolojik savaşların günümüzde en yaygın yürütüldüğü alanlardan birisidir medya…

Yakın geçmişte ‘Şefkat Tepe”, “Tek Türkiye”, “Sungurlar” vs. gibi birçok dizi ile Kürt sorunu üzerinde bir psikolojik savaş yürütülmüş, ardından barış süreci girişimleriyle beraber bu diziler kısa bir süreliğine gündemimizden kalkmıştı. Sadece Kürt sorunu üzerine değil, yukarıda bahsettiğim gibi devlet aklının tehdit olarak algıladığı her sorunda psikolojik savaş yöntemleri uygulanmaya çalışılmıştır. Fakat, günümüzde Kürt sorunu özelinde bu dizi ve filmler tekrar hortlamış, yapımcılar izlenme rekorları kırabilmek adına bir yarışa girmiştir.

Bu yarışın yeni popüler isimleri de yeni yayınlanmaya başlayan “Söz”, “İsimsizler” gibi dizilerdir.

“İsimsizler” dizisiyle “sokağa çıkma yasakları” zamanında Kürt kentlerindeki yıkım, göçertme ve katliamlar, seçilmişlerin “terörize” edilmesi meşrulaştırılmaya çalışılıyor. Kürt kentlerinde yaşatılanları anlatmak için Şefkat Tepe’de olduğu gibi yine Konya’yı seçen dizinin konusu “sokağa çıkma yasakları” dönemi olurken; hayali yer ise “Virankaya” isimli bir ilçe oluyor. Dizinin karakterleri olarak “Fatih” isimli bir kaymakam, Jandarma Özel Harekat (JÖH) ile Polis Özel Harekat (PÖH), idealist bir doktor ile “kahraman” kaymakamın “makam şoförlüğü” vaat ederek ajanlaştırdığı hayali Virankayalı ve “iyi Kürt” rolündeki bir taksici.

“Söz” adlı dizi ise diğerinden farklı olarak, evlenmek üzere olan rütbeli bir askerin canlı bombalı bir saldırı da nişanlısını kaybetmesiyle başlıyor. Dizi de defalarca “devlet teröristle pazarlık yapmaz” vurgusu da dikkat çekiyor.

Kısacası, bahsettiğim iki dizide tek farklılık; oyuncular.

Toplumsal barışa en çok ihtiyaç duyduğumuz zamanlarda bizleri kutuplaşmaya sürükleyecek böyle yapımların bu halka ne faydası var? Diye, soruyorum ama gündemimiz belli. Nedenleri tartışmaya açık olarak, Türkiye’de hükümetin barış politikasının artık bir getirisi yok. Artık milliyetçi söylemler, kahramanlık destanları, ölümü kutsallaştırma üzerinden birilerinin çıkar sağladı aşikar.

Bu dizileri izlemek bizleri daha da kutuplaştırmaya, nefreti körüklemeye, çaresizliğe sürüklemeye götürmekten başka bir şey sağlamaz. Bu yöntemler yıllarca her hükümet tarafından denenmiş ezbere dayalı yöntemlerdir.

Unutmayalım;

Hiçbir ölüm kutsal sayılamaz,

Öldürmek ise kahramanlık değildir.

Bizleri birlikte eşit yaşama, huzura ve aydınlığa çıkaracak tek yol ‘barış’tır. En zoru da budur; ama geç olmadan sesimizi ‘barış’ için yükseltirsek biz kazanırız, geleceğimiz kazanır.