Anlaşılıyor ki provokasyon dizisi, savcının rehin alınmasıyla değil Kobani’yi düşürmek, olmayınca Kobani protestolarını provoke etmekle başlamış.

Ağrı, Diyadin’de yaşananlar, hedeflenin tam tersi etki yaratarak, HDP’yi değil, adeta bir bumerang gibi dönüp AKP’yi vurdu. Olaya ilişkin soru işaretleri, resmi açıklamaların arasındaki büyük çelişkiler herkesin diline düştü. Ama çok önemli iki şey, adeta olağan birer gelişmeymiş gibi tartışma konusu bile olmadı. Hatta CNN’deki programda, HDP temsilcisi Altan Tan bile, beklenmedik cümleler kurdu ama beklenenin aksine bu iki konuda tek kelam etmedi.

1-      Çatışmayı durdurmak üzere bölgeye giren HDP’lilere kimin emriyle ateş açıldı? HDP Diyadin İlçe Başkanı Cezmi Budak ve Mezopotamya Yakınlarını Kaybedenler Derneği (MEYA-DER) temsilcisi Cenap İlboğa'nın yaralandığı bu olaya neden olan sorumlular ile ilgili soruşturma açıldı mı?

2-      Madem PKK’liler saldırdı, neden askerlerin ölümcül yerlerine mesela baş ve göğüs bölgesine değil de sanki geri çekilmek için vakit kazanmaya çalıştıkları izlenimi uyandıran bacak bölgelerine ateş edildi?

Benzer tartışma programlarında, HDP’nin adının geçtiği alakalı alakasız her konuda, Kobani eylemlerine meseleyi bağlayıp, buradan Demirtaş’ı yıpratma çalışmalarına da yine beklediğimizin aksine, ekranlarda sıkça gördüğümüz HDP’liler ve özellikle Altan Tan’ın yeterli yanıtı vermeyişi, dikkat çekici bir boşluk yaratıyor.

Oysa Demirtaş’ın hedef tahtasına oturtulacağının ilk ve en önemli işareti olan 6-8 Ekim olayları hakkında sadece şu iki cümle bile yeterli olurdu: Olayların nasıl başladığını, 6 Ekim gecesi sosyal medyayı kullanan herkes biliyor ki, durum şuydu:

IŞİD, Kobani’yi neredeyse tamamen kuşatmış, bir tek Mürşitpınar sınır kapısı kalmıştı. O gece, Kobani’den HDP’lilere arka arkaya yardım çağrısı geliyor tıpkı birkaç gün önce Erdoğan’ın dediği gibi “Mürşitpınar düştü düşecek, halkımız sınırı korusun” deniyordu. Ve yine hepimiz biliyoruz ki; birkaç gün önceden Mürşitpınar sınır kapısı insansızlaştırılmış, sınırda, militan ve silah geçişini önlemek üzere nöbet tutan halk, copla, suyla dağıtılmıştı.

Eğer halk o gece Mürşitpınar’a akmasa, canı bahasına sınır kapısından IŞİD’lilerin geçmesini önlemese, Erdoğan’ın ‘kehaneti’ gerçekleşecek, Kobani düşecekti. Çünkü Mürşitpınar’da köylülerin tanıklığına göre asker de çekilmiş, sınır adeta IŞİD’e açılmıştı.

Şimdi bunun siyaseten hesabını sorması gerekenler, en azından AKP’nin hala rant devşirmeye çalıştığı bu olayı kamuoyuna açıklaması gerekenler, bu fırsatı kullanamıyorlar.

SÜREÇ ASLINDA KOBANİ’DE BİTİRİLDİ

Oysa bugün daha iyi anlaşılıyor ki; güncel provokasyon dizisi, savcının rehin alınmasıyla değil, Kobani’yi düşürmek, olmayınca Kobani protestolarını provoke etmekle başlamış.

Bir önemli nokta daha; Başbakan Davutoğlu ile Cumhurbaşkanı Erdoğan arasındaki ilk somut çelişkinin de yine Kobani nedeniyle yaşanmış olduğu, geriye dönüp bakınca net olarak görülüyor.

Hatırlanacağı gibi, Davutoğlu Kobani’nin düşmemesi için ellerinden geleni yapacaklarını, Salih Müslim ile de görüştüklerini söylemiş ama hemen ardından Erdoğan “düştü, düşecek” diye adeta müjde vermişti.

Bir başka şey daha anlaşılıyor ki; “Kürt sorunu yoktur”, “İzlenim heyeti gereksizdir” türünden açıklamalarla süreci askıya almaya çalışan Erdoğan, bu 180 derecelik dönüşü çok önceden başlatmış.

Nitekim Arınç-Gökçek arasında başlayan polemikte de, süreç hakkında hükümet ile cumhurbaşkanı arasındaki görüş ayrılıkları su yüzüne çıkmıştı.

KARA KAPLI DOSYALARIN KUŞATMASI

AKP’liler süreci başlatan birinin süreci zora sokmasının hiçbir dayanağı olmadığını ileri sürüyor. Muhalifler ise HDP’nin barajı aşacağı ve Erdoğan’ın başkanlık hayalinin suya düşmesinin yanı sıra, AKP’nin tek başına iktidar olmasını bile tehlikeye sokacağı görüşünü öne sürüyor. Ki bu görüş, araştırma şirketlerinin bulduğu sonuçlarla, rakamsal olarak ete kemiğe bürünüyor.

Erdoğan’ın hem hükümet içindeki bir kanattan hem de çözüm sürecinden giderek uzaklaşmasının temel nedeni tartışmasız bu reel durum.

Ama bir senaryoya göre; ilaveten bir de 17-25 Aralık dosyaları, radikal islamcı gruplara yapılan silah sevkiyatlarına ilişkin belgeler, Hollanda’nın ellerindeki dosyayı kanıt göstererek Türkiye için uluslararası soruşturma çağrısı yapması gibi sayısız olgu, iç ve dış savaş lobileri tarafından birini köşeye sıkıştırmaya, planları amacında kullanmaya oldukça uygun bir fırsat yarattı.

Bu senaryoya göre, devlet içindeki eski savaşçı kanatın hedefiyle, Suriye-Türkiye ve Irak’ta yeni sınırlar çizme projesi, birbirine zıt gibi görünse de aslında son derece örtüşüyor. İçeride Erdoğan’ın ittifak yaptığı öne sürülen ‘derin akıl’ın, sürecin bozulması, savaş konseptine dönülmesiyle eski güçlerini yeniden kazanacakları bunun karşılığında Erdoğan’ın da iktidarını sürdüreceğinin hesabı yapıldığı iddia ediliyor.

Ekleyelim, iddialara göre, Hakan Fidan onca zamandır sürdürdüğü barış sürecinden vaz geçildiğini görünce, MİT’ten ayrılmak istedi. Artık Fidan’la Erdoğan arasındaki güven ilişkisi tamamen bozulmuş durumda. Artık nasıl yorumlarsanız…

Bu ‘derin ittifak’ ABD ve Avrupa’daki savaş lobilerinin çıkarlarına uygun düşüyor. Ortadoğu’da yeni sınırlar çizilecekse ancak Türkiye’nin dahliyle mümkün olabileceği düşünülüyor. Savaş lobisine direnenler ise, yalnız Türkiye’de değil ABD ve Avrupa’da da ağırlığını koymaya çalışıyor.  

Tam bu noktada, Kürt Siyasi Hareketi’nin tümünün “Türkiye’de, toprak bütünlüğü korunarak, demokratik devlet içinde, eşit vatandaşlık ilkesiyle bir arada yaşama” ilkesine ısrarla vurgu yapmaları, paralel olarak HDP’nin ‘Türkiyelileşme’ projesiyle parti olarak meclise girme mücadelesi, savaş lobilerinin oyununu bozdu ama henüz son oyun oynanmadı!

Öte yandan, Suriye meselesinde daha çok yakın zamanda, Pentagon ve Obama yönetiminden farklı sesler gelmiş ama sonuçta Dışişleri, önceliklerinin Esad yönetimi olmadığını söyleyerek noktayı koymuştu.

Buna karşın dumanı üstünde Huffington Post’un haberine göre, Türkiye karadan, Suudi Arabistan havadan Suriye’ye müdahale edecek ve Esad’ı düşürmek için ABD onaylasın ya da onaylamasın harekete geçilecek. Bu planın İran-ABD anlaşmasına karşı da yapıldığı haberin ayrıntıları arasında yer alırken, Erdoğan’ın, Katar ile istihbarat paylaşımı, askeri işbirliği ve gerekirse iki ülkenin birbirinin topraklarına asker konuşlandırmasına yönelik yaptığı anlaşma da hatırlatılıyor.

Şimdi düşünün, bir ‘Reis’iniz var, ama o hakkındaki yığınla dosya nedeniyle içeride de dışarıda da yargılanma tehdidiyle kuşatılmış. Siyasi yaşamı sona erme tehdidiyle karşı karşıya ve tek şansı, savaş lobisiyle işbirliği yapmak.

Eğer bu senaryoda doğruluk payı varsa; sonuç şuna geliyor: Eğer sağ-salim ulaşırsak, 7 Haziran seçimlerinde ya ‘bölücülere’ oy vereceksiniz ya da HDP’ye!