Babam koyu bir Göztepeliydi. Göztepe’nin şampiyon olduğu zamanlardan veya galibiyetle geçen kritik maçlarından haberlerin yer aldığı gazete kupürlerini saklayacak, evde muhabbet kuşuna “Göztepeli” demeyi öğretecek kadar.

Küçükken babamla hep maçlara giderdik. Çocukluğum bu yüzden Alsancak Stadı’ndaki maçlarda geçti. Maçlarda oranın havasını teneffüs etmiş, Göztepe’nin tezahüratları kulağımda yankılanmıştı.

Babam belki demezdi ama içten içe futbolla daha yakından ilgilenmemi isterdi. Çocukluğum maçlarda geçmesine rağmen bir türlü izlemekten öte ilgi duyamamıştım futbola. Futbola değil ama lise yıllarında merak saldığım müzik, yaşamımda yeni alanlar açmış, sanata ve edebiyata yönelmeye başlamıştım. Derken yazmaya…

Artık babamla birlikte gittiğimiz maçların üzerinden yıllar geçmişti. Göztepe’ye olan sevgim elbette devam ediyordu. Bu kez kardeşim dolayısıyla maçlarından haberdardım.

Ama gözümde hep bir hatıra canlanıyordu çocukluğumdan: Göztepe maçları…

Büyük şâir Behçet Necatigil, Yaşar Kemal’in deyişiyle “yaşlanmaz şâir çocuk” da Urla’yla özdeşleşen yaşamında tebessümle bahseder Göztepe’den. O Göztepe ki İzmir’in en güzel semtlerinden aynı zamanda. O semtle ve takımla olan bağını şöyle not düşüyor şâir:

“Urla ile İzmir’den gelip giderken Göztepe’den geçerdik. Otobüsün penceresinden, tramvay caddesi boyunca çoğu kahvelerin, berber, tuhafiyeci, bakkal gibi küçük esnaf işyerlerinin Sarı - Kırmızı renklerle yazılı tabelaları gözüme ilişirdi. Güzelyalı pazarı gerilerinde, Halimağa tarlasının yeşilliği yayılırdı. Çoğu kez o yeşilliğin üzerine dağılmış Sarı - Kırmızı formalı Göztepelileri görürdüm, Göztepeliler çalışırdı. Tarlanın kıyısında, büyüklü küçüklü, Göztepe tutkunu seyirciler görürdüm. Çocuk gönlüm onların arasına kayardı hemen. Otobüsten inemediğim, o seyircilerin arasına katılamadığım için hüzünlenirdim… (…) Yanılmıyorsam 1935 ilkyazıydı, Turgut’la birlikte Alsancak Stadı’na gittik. Göztepe’yi ilk olarak o gün Altay karşısında gördüm. Göztepe o gün Vahap’lı (Özaltay) Altay’ı 5-1 yendi, beni sevince boğdu. O sevinçle bir daha kopmamacasına da kaderine bağladı.”

İzmir’in en eski takımlarından ve semtlerinden Göztepe yalnız bir takım ve semt adı olmaktan da öte insanların belleğinde böyle güzel anılar bırakmış bir isim.

Dün ise Alsancak’ta stadın bulunduğu yerden geçerken o güzel anılar canlandı zihnimde.  

Düşünsenize çocukluğunuzda babanızla birlikte onlarca kez Göztepe maçına gitmişsiniz, o stada. Uzun bilet kuyruklarında beklemiş, beklerken yediğiniz sıcacık gevreğin lezzetini unutamamışsınız. O coşkulu havadan etkilenmiş, maç başlayınca tribünlerinde “Göz Göz Göztepe” diye tezahürat yapmışsınız.

Ne var ki artık o tribünler yerinde durmuyordur. Hep bir ağızdan marşlar söylenmiyordur.

2014 yılında depreme dayanıksız olduğu gerekçesiyle maçlara kapatılan stadın tribünleri önceki yaz yıkılmıştı. Alan üzerinde türlü oyunlar dönüyordu ancak son olarak stat olarak yeniden inşa edileceğinin kararlaştırıldığını öğrenmiştik. Sözde 2015-2016 sezonuna yetişecekti. Olmadı!

Geçen haziran ayında statla ilgili proje ortaya çıktı. 2 yıl içinde tamamlanacağı duyuruldu.

Bir ara çevresi moloz yığınına dönen stat için Konak Belediye Başkanı Sema Pektaş, geçen eylül ayında Belediye Meclis toplantısında alınacak kararla oranın stat arazisi olarak kalacağını söyledi.

Yapım süreci başlayabilecek mi bilemiyoruz. Ne zaman bitecek o da belli değil.

Ancak stat hakkında türlü entrikalar dönerken taraftarların dilindeki “Alsancak tarihtir, yok edilemez” sloganı özetliyor pek çok şeyi.

Ve yıkıldığını biliyordum elbet ama dün o stadı öyle görünce içim cız etti. Sanki çocukluğumun büyük bir bölümü ölmüş gibi.