HDP Eş Genel Başkanı Mithat Sancar, iktidarın baskıyı arttırdığını ve Kürtlerin bir kazanım elde etmemesi için her yola başvurduğunu belirterek, “Kürt sorununa böyle yaklaşırsanız demokrasi sorununda sınıfta kalırsınız ve mutlaka çözülürsünüz” dedi.

Halkların Demokratik Partisi (HDP) Eş Genel Başkanı Mithat Sancar, 2021 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanun Teklifi üzerine Meclis Genel Kurulu’nda konuştu.

Sancar, 100’üncü yılında Meclis’in en zayıf dönemini yaşadığını belirterek, demokrasi adına her gün yeni kayıpların ve özgürlükler adına her gün yeni tahribatları yaşandığını söyledi. Sancar, “100 yıllık Meclis yolculuğunda ve 100 yıla yaklaşan Cumhuriyet tarihinde yaşadığımız köklü sorunların başlıcalarını saysam bile uzun bir liste oluşturur. En başta Kürt sorunu elbette, Alevi sorunu, hukukun üstünlüğü ve adaletsizlik meselesi. Devletin içine çetelerin çöreklenmesi, değişen vesayet odakları, toplumsal ayrışma ve kutuplaşma, ırkçılık ve ayrımcılık, toplumsal cinsiyet eşitliği sorunu, derin emek sorunu, derin yoksulluk sorunu, rant talan ve savaş politikaları, doğanın ve çevrenin tahribatı bu sorunlar 2021 girerken katmerlenerek adeta toplumu rehin alır hale getirmiştir” dedi.

KÜRT SORUNU

İktidarın bu sorunları ya yok saydığını ya da büyük krizlerle unutturmaya ve üstünü örtmeye çalıştığını belirten Sancar, “Süreklilik arz eden en önemli sorunların başında yurttaşlık anlayışı gelmektedir. Yurttaşlık yaklaşımında 100 yıllık anlayışın temelinde görev vurgusu ve eşitsizlik yatar. Mesela Kürt sorunu. Partili Cumhurbaşkanı, geçen gün ‘bu ülkede Kürt sorunu yoktur, çözdük’ demişti. ‘Kürt sorunu vardır benim sorunumdur’ dediği zamanları biliyoruz. Çözdük dediği nedir diye şöyle bir merak edip bakıyoruz. Mesela çatısı altında konuştuğumuz Meclis’in tutanaklarında şimdi ben Kürtçe konuşsam, tutanaklarda ‘bilinmeyen bir dil olarak’ yer alır. Peki, neden? Arapça konuşsam Arapça olarak girecek biliyorum. Daha önce gördüm. İşte bu sorunu katmerleştirir. İngilizce konuşsam İngilizce girecek, ama Kürtçe girmiyor.  Bundan daha açık kanıt var mıdır Kürt sorunun varlığına? Ve bu iktidarın Kürt sorununda geldiği yeri daha açık gösteren ne olabilir?” diye belirtti.

‘KÜRT SORUNU BİR İNKAR SORUNU DEĞİL Mİ?’

Sancar, sözlerini şöyle sürdürdü: “Yine aynı cumhurbaşkanı bundan 5 sene önce tam da bu kürsüde Kürdistan kavramını kullanabiliyordu. Şimdi bu sözü kullandığımızda hakkımızda dava açılıyor, Meclis’te de disiplin sorunu açılıyor. Bırakın Kürdistan kelimesini, bütçe tartışmalarında izledim, Kürt illeri Kürt coğrafyası sözlerini bile kabul etmeyen, bu ifadelere bile tahammül etmeyen iktidar milletvekilleri var. Bu inkarcılık değil midir, inkara dönüş değil mi? Kürt sorunu bir inkar sorunu değil mi? Mesela ders kitaplarından da Kürt kelimesi siliniyor. Kürt kelimesini ders kitaplarından sildiğinizde hayattan Kürtleri silmiş olmuyorsunuz. Kürt sorunu da bir hakikat olmaktan çıkarmış olmuyorsunuz. Yasaklanan Kürtçe tiyatro oyunlarından Kürtçe konuştuğu için saldırıya uğrayan vatandaşlara kadar örnekleri artırmak mümkün. 

ÖZERLİK HAKKI

Peki çözüm için vazgeçilmez önemde olan yerel demokrasi bu ülkede yerleşti de mi Kürt sorunu çözüldü? Hayır. Tam tersini yaptı bu iktidar yerel demokrasiyi yerleştirmek bir yana mevcut kırıntılarını bile tasfiye etti ve bunları kayyım politikalar ile yaptı. Bugün özerklik kelimesi büyük suç ve günah olarak kabul ediliyor. Eğer savcılar gerekli görürse ve talimat alırlarsa sadece bu sözcüğü kullandığınız için dava açıyorlar. Oysa Türkiye devletinin  kurucu normu olan 1921 Anayasası muhtariyet ilkesi üzerine inşa edilmiştir. Yüz yıl sonra geldiğimiz yeri halkımızın dikkatine sunuyorum. Sadece o mu? Özerklik kelimesi dediğimizde hoplayıp zıplayanlar bu devletin Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartına olduklarını bilmiyorlar mı? Bu şart özerlikliği bir hak sayıyor ve diyor ki yerel idarelerin güçlendirilmesi, özerkliklerinin savunulması yerinden yönetim ve demokrasi ilkelerine dayalı bir Avrupa’nın kurulmasının temel şartıdır. Buna özerklik demeyin yerel demokrasi başlığı altında yerinden demokrasi ilkesini güçlendirme olarak kabul edin ve tartışalım. 

DEMOKRATİK CUMHURİYET FORMU

Bu ülkede çözümün imkanı olarak hem Kürt sorununda hem demokrasi sorununda çözümün imkanı olan yerel demokrasiyi mutlaka gündemimize alalım. Çünkü bu mesele sadece Kürt belediyelerine kayyım atama meselesinden ibaret kalmıyor. İstanbul, Ankara, İzmir büyükşehir belediyelerine, muhalefetin elindeki diğer belediyelere sürekli müdahale biçiminde karşımıza  çıkıyor. Onların yetkilerini gasp etmek icraatları ile karşımız çıkıyor. Yerel demokrasi Kürt sorunun çözümünde anahtar öneme sahip ama Türkiye’nin demokrasi sorununun çözümünde de böyledir. Esasen hep söylüyoruz, Türkiye’nin Kürt sorunu da ve demokrasi sorunu da içi içedir, ikisini birlikte ancak demokratik cumhuriyet formunda çözebiliriz.

12 EYLÜL’Ü CUNTA ANAYASASININ GERİSİNDE

Kısacası bu iktidar içeride yasaklar, kayyımlarla, içeride ölümlerle her türlü baskıyı artırırken de dışarıda da Kürtler bir kazanım elde etmemesi için her yola başvurmaktadır. İşte Suriye politikası. Kürt sorunu ve Kürt sorununa bu temelde yaklaşım iktidarların çözülmesinin de  önemli sebebidir. Geçtiğimiz 40 yıl bunu gördük. Kürt sorununa böyle yaklaşırsanız demokrasi sorununda sınıfta kalırsınız ve mutlaka çözülürsünüz. Şuan bu iktidarın da yaşamakta olduğu durum budur. Anayasayı değiştirme hedefi ve sözüyle iktidara geldi AKP. Şimdi 12 Eylül cunta anayasasının bile gerisine düştü. Bugün anayasa tartışmasını bile suç sayan bir hale geldi. Halkımızın on yıllardır özlemini duyduğu demokrasi vaat ederek kitlelerin desteğini kazandı. Tek parti döneminin ve darbe yönetimlerinin dahi gerisine düşen uygulamaların ve düzenlemelerin mimarına dönüştü.

GİDİŞATI DURDUKMAK BİZE DÜŞER

Türkiye tarihinin en büyük kayırma ve sermaye transferi rejimini inşa etti. Adil düzenden gele gele buraya gelmek bir yüzleşme ve muhasebe ihtiyacı doğurmaz mı? Doğurmasa bunu hep birlikte bu toplumun bu ihtiyacını hisseden bütün kesimleriyle birlikte bizlerin yapması gerekecek. Bu gidişatı durdurmak bizlere düşecek. Türkiye adil düzen şiarından OECD ülkeleri  arasında gelir eşitsizliği en yüksek olduğu ilk 5 ülke arasındaki yerini sabitledi. Bu ülkenin geleceği bu politikalarla ipotek altına alınmıştır. Bir ülkenin geleceği çocukları ve gençleridir. Bugün liyakat yerine biat işliyor kayırma, torpil ve benzeri uygulamalarla gençler hayattan bezdiriliyor ve umutlarını artık bu ülkede aramaktan vazgeçer hale geliyor. Gençlerin en çok takip ettiği rap sanatçıları bile şarkılarını özgürce söylemek için yurt dışına gitmek zorunda kalıyor. 

EN AĞIR EKONOMİK BUNALIMIN İÇİNDE

Türkiye her geçen gün derinleşen bu siyasi toplumsal ve ekonomik sorunların bunalım döngüsüne terk edilmiş durumda. Birbiriyle bağlantılı bu çoklu krizlerin esas kaynağı da siyaset alandır. Bugün bu günahların kılıfı Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi olmuştur. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi ülkede OHAL’i kalıcı hale getirmenin de diğer adıdır. Keyfiliğin adıdır, demokrasiyi tasfiye etmenin adıdır, otoriterliğin adıdır, yandaşlara rant aktarmanın adıdır. Ülkeyi felakete sürüklemenin de en önemli sebeplerindendir. Yeni hükümet sistemini uygulamaya geçmesiyle Türkiye çok büyük ekonomik sisteminin içine adım adım giriyor ve girdi. Oysa 2017 referandumundan önce yapılan kampanyalarda iktidar sözcüleri Türkiye’yi uçuracak bir sistem olarak tanıtıyorlardı bu yeni sistemi. Tam tersi oldu ve Türkiye tarihin en ağır ekonomik bunalımına sürüklendi. 

GÜVENLİK HARCAMALARI

Türkiye'nin bugün karşımıza getirilen bütçesinde güvenlik harcamalarına  ayrılan pay yüzde 17. Neyle açıklıyorlar bunu, güvenlik ihtiyacı ile. Oysa bütün bunların gerçek bir güvenlik tartışmasıyla ilgisi yok. İktidarın amacı esas itibariyle bir iç çatışma ihtimaline bianen silahlı güç tahkimatıdır. Bunu dikkatle takip edilmesine öneririm bütün demokrasi güçlerine. Türkiye’nin gerçek güvenliğini arayan bir hükümet ne yapar? Düşman sayısını, çatışma ihtimallerinin, savaş risklerini azaltır. Oysa bu iktidarın politikaları hatta var oluşu hem içerde hem dışarda çatışma dinamiklerini yükseltme üzerine kurulu ve bu sonuçları doğurmaktadır. Dışarıdaki her güç ve içerideki her yurttaş potansiyel düşman olarak konumlandırılmaktadır. O nedenle sürekli olarak yeni savaş alanları aranıyor. İçeride gerilim yükseltiliyor. Çünkü yaratılan askeri sınai kompleksin ayakta tutulması lazım. Ve bu ayakta tutma işi ancak güvenlikçi, savaşçı, kutuplaştırıcı ve düşman yaratıcı politikalarla mümkündür.

İNSANİ GÜVENLİK KAVRAMI ÖNERİSİ

Biz kamu güvenliğinin bu şekilde kullanılmasına karşı insani güvenlik kavramını, doktrinini öneriyoruz. İnsani güvenlik ne demektir diye uzun uzun anlatmayacağım. Bu kavram BM kalkınma örgütü tarafından 1994 tarafında yayınlanan insani kalkınma raporunda detaylı olarak anlatılmıştır. Bu bütçe savaşa, yandaşa ve saraya bütçedir, halka değil. Yapılan tercihlere baktığınızda bunların hepsi bilinçli birer seçim olarak karşınıza çıkar. Mesela güvenliğe, ranta, yandaşa, israfa, ayrılan kaynaklar eğer değiştirilirse neler yapılabilir? Başlıklar halinde sayayım. Yüzbinlerce öğretmenin ataması yapılabilir. Milyonlarca işsiz vatandaşımız 2500 TL doğrudan gelir desteği verilebilir asgari ücret 4000 bin TL yapılabilir. 

SAYISIZ İŞKENCE OLAYLARI

Bakanlıkları tahsis edilen kaynaklar bu ülkeni halkın kaynaklarıdır. Neden bakanlıklara kaynak tahsis edilir? Mesela İçişleri Bakanlığına niye para verilir? Güvenliği sağlasın diye, özgürlüklerimizi sağlasın diye. Oysa muhalefet liderlerinin bile özgürlüklerinin olmadığını biliyoruz. Ve bunlara verilen cevap sürekli olarak soyut yalanmadan ibarettir. Tehditler her gün havada uçuyor. Neden verilir, İçişleri Bakanlığına suçları önlesin diye ama işkenceler almış başını gidiyor. İşkenceye sıfır toleranstan az sayısız işkence olayına geldik. Bunlar sürekli bakan emriyle, bakan ağzıyla aklanmaya çalışıldı. Cinsel saldırı suçları bile kamu görevliler, güvenlik görevlileri karıştığı anda üstü örtülen büyük ayıplar olarak karşımızda duruyor. Gercüş’te öyle barbarca cinsel saldırı haberleri geliyor. Valiliklerin yaptığı şey yalanlamak. Oysa asıl yapılması gereken bunları sonuna kadar takip etme, sorgulama ve aydınlatmadır. 

EN BÜYÜK ZARAR VEREN BU İKTİDARDIR

Bizim yönetiminde olacağımız bir ülkede bu kaynaklar tam tersi tahsis edilecektir. İhtiyacımız olan şeyin demokratik cumhuriyet olduğunu vurgulayalım.  Cumhuriyetin yüz yıldır süre gelen sorunları yanlış uygulamaları ve eksikleri yüzleşmeyi becerebilen Cumhuriyeti ve demokrasiye en büyük zararı veren bu iktidardır. Halkın gücüyle değiştirmemiz mümkün olacaktır.”