Oyuncu Uğur Yücel, Kuzguncuk'un bir bölümünün kentsel dönüşüm alanı ilan edilmesiyle ilgili konuştu.

"Korumaya alınacağına bozulmaya alınıyor demek ki" diyen Yücel, "Şimdiki dönem, kötü televizyon dizileri gibi" yorumunda bulundu.

Hürriyet'ten Güliz Arslan'a konuşan Uğur Yücel'in söyleşisi'nin kısa bir bölümü şöyle:

Geçen hafta Kuzguncuk’un bir bölümü kentsel dönüşüm alanı ilan edildi...

- Korumaya alınacağına bozulmaya alınıyor demek ki. Çok yazık.

Sadece o da değil, esnafın iddiasına göre şu an kaldırım taşları hatalı döşeniyor, yoğun yağışta sel tehlikesi var...

- Tren kazasına tabiat olayı dendi! Bir Çin bedduası var. Çok incelikli: “İlginç zamanlarda yaşayasın.”

Sizin Kuzguncuk’unuz nasıl bir yerdi?

- Neresinden başlasam ki... Çocukken her yer öyle zannediyordum, köyden çıkınca oranın yegâne olduğunu anladım. Mesela Adalılar, “İstanbul’a iniyorum” der, işlerini bir an önce bitirip adalarına dönmek isterler. İç dünyaları bozulur çünkü burada. Bizim de aynıydı, hiç çıkmak istemezdik köyden. Benim bir özelliğim; çok seyrederdim. Hem filmleri hem hayatı... Gördüklerimin dışında bir de hayal ettiklerim vardı. ‘Amarcord’u izleyince yönetmenlik yapmaya karar verdim. Kuzguncuk, Fellini’nin Rimini’si gibiydi.

Gidiyor musunuz ‘köye’ bugünlerde?

- Gidiyorum. Sıkça. Kederleniyorum. Neredeyse kimseleri tanımıyorum artık. Eski arkadaşlarım tek tük... Onları da görünce çok duygulanıyorum. Her sokakta bir anınız varsa -ki o sokakların da çoğu bozuldu- neşe vermiyor deli gibi koşuşturup hayaller kurduğumuz köşe bucaklar. Artık park yeri yok sokaklarda. Biz çocukken günde beş araba geçerdi köyün ortasından. 

Kuzguncuk’ta farklı kültürlerden insanların arasında büyümek size; karakterinize, oyunculuğunuza neler kattı?

- Bir kere sinemacı olmak, sahneye çıkmak oradan geldi. İlk oyunculuk hevesi, Kültür Derneği’nden çıktı. Kitapla, akılla, bilgiyle, satrançla orada tanıştım. Sinema, pelikül kameranın motor sesi... Bülent Abi ve eşi, pazar günleri evlerinde çocuklara Charlie Chaplin, Buster Keaton ve benzeri sessiz filmleri oynatırdı. Sandalyeler dizdiğimi hatırlıyorum o evde. İki sinema vardı: Nur, ecnebi; Altıner, Türk filmi oynatırdı. Sadece bir yabancı film oynatmıştı galiba Altıner: ‘West Side Story’ (‘Batı Yakası Hikâyesi’). Dünyada öyle patlamış ki Altıner iki gece çıkmıştı filmi. Babam “Bu filmi seyret” dedi. İki gece üst üste izledik birlikte. Evlerden müzik sesleri gelirdi; piyano, keman, klarnet... Dört ayrı dil konuşulurdu sokaklarda, dört ayrı bayram... Bir Fellini filminin içinden geçti çocukluğumuz, ilkgençliğimiz, daha ne diyeyim? Şimdiki dönem, kötü televizyon dizileri gibi!

Teselli bulmak da giderek zorlaşıyor sanki...

- Ben gezegene yanıyorum en çok. Yıllar önce Bill Clinton’ın bir makalesini okumuştum Radikal’de. Kendisine derin saygı duymam ama bu Amerikalılar geleceğe dönük bir şey söyleyince ilgimi çekiyor. Neyse, adam diyordu ki, “Gelecek 10 yıl içinde dünyada ‘mediokrasi’ egemen olacak”. Yani ortalama. Yani vasatlık. Tüm dünyada bu önermenin gerçekleştiğini görüyoruz. Her alanda vasatlık hâkim. O yüzden eskiden söz ederken, ‘Hayat, zarafetini yitirdi’ sözünü tekrarlıyorum. Kaba ve vahşi bir hayatın içinde yuvarlanıyoruz sonsuza doğru.