Politik duruşunu sanatıyla bağdaştıran, fikirlerini korkusuzca savunmaktan çekinmeyen ve hemen hemen her insanın şarkılarında kendinden bir şeyler bulduğu Ahmet Kaya’nın hayatından ve eserlerinden kesitler tiyatro sahnesinde hayat buldu. Şarkılarını Kardeş Türküler’in seslendirdiği, Funda Alp, Didem Kaplan ve Cüneyt Yalaz’ın kaleminden çıkan “Hep Sonradan” müzikli tiyatro oyunu 9 Ocak’ta seyircisiyle buluştu.

Gülten Kaya’nın da yazım aşamasında yer aldığı oyunda Ahmet Kaya’nın hayatı, Paris’te yine kendisi gibi sürgün hayatı yaşayan ve Korsakoff (Unutkanlığa sebep olan bir çeşit hastalık) olan Salih adlı bir karakterin yakın arkadaşı Ahmet Kaya’yı şarkılarıyla hatırlamasıyla anlatılıyor. Ahmet Kaya şahsında diğer sürgün hikâyelerine de bir saygı duruşu olan Hep Sonradan’da şarkılar yaşanmışlıklara tanıklık ediyor.

Hem yazım ekibinin içinde yer alan hem de oyunun başkahramanı Salih’i canlandıran Cüneyt Yalaz, "Gülten Hanımla konuştuğumuzda, Ahmet ölmeseydi herhalde Hrant Dink gibi olurdu” dediğini aktardı. 

Salih’i canlandıran Cüneyt Yalaz ile Hep Sonradan’ın oluşum sürecini ve günümüz siyaset-sanat ilişkisini T24'ten Merva Bavra'na değerlendirdi. 

Oyunu, “Salih Paris’te sürgün hayatı yaşayan biri. Çocukları yıllar sonra onu görmeye geliyorlar. Aynı zamanda bir korsakov hastası, yani hafızayla ilgili problemleri olan bir kişilik. Ahmet Kaya aynı zamanda Salih’in çocukluk arkadaşı ve sürgünde de bir dönem beraber olmuşlar. Salih’in, Ahmet Kaya’nın şarkılarıyla geçmişi hatırlama macerası.” olduğunu anlatıyor. 

Dönemin siyasi ortamına ters düşse de doğru bildiğini dillendirmekten korkmayan, hemen hemen her insanın hayatının bir noktasına dokunmuş ve yaşadıklarıyla hafızalara kazınan bir sanatçı olan Ahmet Kaya’nın tiyatro ile buluşma öyküsü nasıl gelişti?

Aslında fikir Feza Soysal’dan çıktı. Fikir Feyza’nın kafasında 2016 yılında doğuyor ama ilk benimle paylaştı ve sanırım 2017’nin sonlarıydı. Kardeş Türküler’in en başından beri Ahmet Kaya’nın şarkılarını seslendirme fikri vardı. Sonra Didem Kaplan, Funda Alp ve benim bulunduğum bir yazım ekibi oluşturduk. İlk başta Ahmet Kaya’nın direkt hayatını anlatmanın biraz boyumuzu aşabileceğini ve çok da doğru olmayacağını düşündük. Hem Ahmet Kaya’nın hayatına dokunacak hem de Salih’in hikâyesinden Türkiye’deki ifade özgürlüğü ile ilgili bir oyun fikri gelişti. Biz çok farklı bir hikâye kurup, Ahmet Kaya’nın hayatıyla da paralellik taşıyan bir sürgün hikâyesi kurmaya karar verdik. Ve aynı zamanda Ahmet Kaya’nın çocukluk arkadaşı ve sürgünde arkadaşlık ettiği bir hayali Salih karakteri yarattık. Buradan başlayan süreç sonrasında ilerledi.

Gülten Kaya'nın da bu süreçte yazım ekibine destek verdiğini biliyoruz. Ahmet Kaya ile ilgili birçok projeyi reddeden Gülten Kaya, sizce neden bu projeye dahil oldu?

Herhalde bu noktada bizim yaratıcı kadrodaki isimler etkili oldu en çok. Kardeş Türkü’ler olması, yazarlar, Boğaziçi Gösteri Sanatları Topluluğu’nun (BGST) olması da sanırım biraz etkili oldu. Bir de yaklaşımımız, hayata bakışımız da örtüşüyor Gülten Hanımla. Ahmet Kaya meselesini, sürgünlük,  ifade özgürlüğü meselesini, Türkiye’de demokratikleşme meselesini nasıl ele alacağımıza dair bir ortaklık, bir empati oluştu aramızda. O nedenle de sanırım bize güvendi.

“AHMET ÖLMESEYDİ HRANT DİNK GİBİ OLURDU"

Peki, nasıl bir katkısı oldu Gülten Hanım’ın bu süreçte senaryoya? Ahmet Kaya hakkında yeni şeyler öğrendiniz mi?

Projenin ilk taslağından itibaren kendisiyle konuştuk, tartıştık. Şu çok doğru olmaz, bu daha doğru olur gibi öneriler aldık, fikirlerini değerlendirdik. Bize Ahmet Kaya’nın çocukluğundan, hayatından bazı hikâyeler anlatarak oyunda bunları kullanmamıza vesile oldu.

İnsanı yönü itibariyle Ahmet Kaya’mın eğlenceli, muzip, mizah dolu bir insan olduğunu ben bilmezdim. Şarkılarına baktığınız zaman hüznün çok hâkim olduğunu görürsünüz ama kendi hayatında çok gülen, çok güzel gülen bir insan. Bu yönü çok çekiciydi; her zaman da kendi düşüncelerini cesurca ifade edebilmesi, her dönemde ezilenlerin yanında olması, kimse artık o dönemin ezileni, düşünce, ifade ve özgürlük anlamında çok tavizsiz bir şekilde buna sahip çıkan bir sanatçı olmasıyla. Hem de bunu ana akım bir ortamda yapabiliyor olması çok önemli.

Türkiye’de sanatçılar ana akımlaştıkça kendinden taviz vermeye başlıyor. Ama Ahmet Kaya’nın durumunda böyle bir şey yok. Gülten Hanımla konuştuğumuzda da, “Ahmet ölmeseydi herhalde Hrant Dink gibi olurdu” dedi. Onları birbirine çok paralel buluyor. Bir halk aydını olma niteliği taşımaları anlamında bence Hrant Dink ile Ahmet Kaya çok benzeşiyorlar.

"BURASI İÇİN KENDİ HAYATINI FEDA EDİYOR"

Oyunun Ahmet Kaya’nın çocukluğundan pek çok anısına yolculuk ediliyor ancak yaratılan hayali karakter ile sürgün hayatı yaşamaya bir vurgu var. Barış ve kardeşlik isteyen bir sanatçının, hem de ülkesini sıklıkla ne kadar sevdiğini dile getiren bir sanatçının sürgün hayatı yaşaması hakkında ne düşünüyorsunuz?

Politik sürgünlerin hemen hepsi bu toprakları çok sevdiği için gidiyor. Bu çok trajik bir şey. Burası için kendi hayatını feda ediyor, kendi hayatından vazgeçiyor, ailesinden, çocuklarından vazgeçiyor. O dava için, o mücadele için kendini bir anlamda feda ediyor. Tam da paradoks burada zaten. Bu topraklar için kendi hayatını feda etmek pahasına bir şeyler yapmaya çalışan insanlar bu topraklardan koparılıyor. İşte sanatçının yüreğini sızlatan şey bu paradoks. Oyundaki karakter de tam da Ahmet Kaya ve diğer karakterler gibi. Bu oyunda Nazım’dan da bahsediyoruz, Yılmaz Güney’den de bahsediyoruz. Onlar da benzer bir kaderi paylaşmış politik muhalif sanatçılar. Oyunda sadece Salih ve Ahmet Kaya yok aslında.

"MUHALİF, DEVRİMCİ BİR HÜZÜN"

Oyunun ilk gösterimini 9 Ocak’ta yaptınız. Seyirciden nasıl geri dönüş aldınız?

Seyircinin tepkisinden anladım ki çok beğenildi. Oyun sırasında da hissediyorsunuz zaten bunu. Biraz üzücü bir oyun tabii. Biraz sarsıyor insanları. Ama seyirciyi ağlatıp, mahvedip göndermek yerine bu hüzünden, ki bence Ahmet Kaya’nın da enerjisi o, devrimci bir ateş yakalamak. O hüzün insanı çökerten değil, ateşleyen bir hüzün, muhalif bir hüzün. Hüzün var ama devrimci bir hüzün.

Biz de onu yakalamaya çalıştık. Çünkü bugün içinde yaşadığımız dönem özellikle muhalif kesimlerin hedef alındığı, susturtulduğu ve bastırıldığı, artı olarak sanatçının kendini susturduğu bir dönem. O nedenle insanların bir çoğunda moral bozukluğu var, yıkılma var. Ama hem Ahmet Kaya’nın şarkıları hem de bizim oyunda kurmaya çalıştığımız, o hüzünden bir umudu kaybetmeyin fikri. Oyunu da umutlu bir finalle bitirmeye çalışıyoruz. Bu güne dair aslında söylediği şey, ne tür kötü koşullarda olursak olalım her zaman umut var, her zaman insanın demokrasiye olan umudunu sürmesi gerekiyor. Zaten hayat bunun için verilen bir mücadele. Sanatın kendisi de bu mücadelenin bir parçası. Bunu kolaylıkla söylüyorum ama biz de zaman zaman umudumuzu kaybediyoruz. İnsan yaşıyor ama yeniden o muhalif enerjiyi üretmek gerekiyor.

"SANATIMIZLA BUNA SU TAŞIMAMIZ GEREKİYOR"

Sadece sanatçılar da değil kemendini muhalif hisseden herkes için çok zor bir dönem. Umudunuzu kaybetmeyin yumruk havada gibi bir şey yapmak istemem ama hayat da böyle bir şey. Hayat da o yılgınlığın içinden yeniden bir ateş yakma işi. Tarih de kendi çizgisinde ilerliyor. O tarihe müdahale edecek bir gücü hep üretmek gerekiyor. Onun için de yalnız kalmamak, hep dayanışmak ve bir arada olmak zorundayız. Sanatımızla da buna su taşımamız gerekiyor. Geçmişte başka toplumlarda baskıcı dönemlerde sanatçılar ne yapmışlar bakmak lazım. Çok sivri bir pozisyon yaratıp sonra da sanatını yapamama pozisyonuna da gelmek bir sorun. Belki de daha yaratıcı iyi yöntemler bulmak sanatçılara düşüyor gibi geliyor.

Genco Erkal bir röportajında sanatçıların hiçbir dönemde kendi arasında bu kadar bölünmediğini söyledi. Siz de katılıyor musunuz bu fikre?

Doğru. Bence mesele biraz da şu, Türkiye’deki muhalif hareketin, buna Kürt hareketi de dâhil, diğer sol hareketler de dâhil, genel olarak söylüyorum 2000’li yıllarda çözülmesiyle ilgiliydi iş. Orada muhalif hareket bu günlere bir hazırlık yapmadı. Bu günleri görmek mümkün müydü bilmiyorum ama hazırlık yapmamız gerekiyordu bu döneme. Ama öyle olmadı. Çok güçlü girdiler organizasyon, örgütlenme anlamında. AKP’nin ilk yılları daha liberal, daha özgürlükçü. Liberal kesimle AKP’nin ortak bir çizgi izlediği, neredeyse 2010’a kadar süren, tırnak içinde bir rahatlama dönemi var. O dönemde bence sol ve Kürt Hareketi çok şey oldu. O dönemi iyi değerlendirmediğimiz için bu dönemde bu kadar… Daha iyi örgütlenme ağları kurabilirdik, daha dayanışman bir şey oluşturabilirdik. Bu adamlar buraya gidecek, biz şimdiden önlemimizi alalım demeliydik. Biraz serdik.