İnsan hikaye biriktirmeye meraklıysa biraz da acımasız oluyor. Mesela birisi size bir dedikodu anlatıyor. Normal hayatın akışına aykırı bir şey. Siz şaşırmadan önce aman tanrım ne güzel bir hikaye konusu diye, geçiriyorsunuz aklınızdan.

Sam Levinson’un filmindeki erkek karakter de böyle bir insan.

Çünkü o bir yönetmen. Hayatın ona çarpan duygusunu, tıpkı bir ressam gibi kendi gördüğü, algıladığı şekilde filmlerine yansıtıyor. Bunu yaparken de insan ve hikaye biriktiriyor, farkında olmadan.

Filmin kadın kahramanının yönetmene göre lezzetli bir hayat hikayesi var. O bir tutunamayan. Bir zamanlar madde bağımlısı olduğu için tedavi görmüş. Yönetmen gibi rahat bir hayatı olmamış. Ancak erkeğe göre kadın karakterimiz yaşamında hasarlı zamanlar olmasına rağmen, bir kadının doğasında olan tüm özelliklere sahip. Seksi, alımlı, zeki, merhametli, gerektiğinde erkeği alaşağı edecek kadar kelimelere hakim, sivri bir dili var. Dilediğinde bal da damlıyor tabi.

Filmin ilk sahnesi insanın kanını kaynatan bir müzikle başlıyor. Adam neredeyse düz duvara tırmanıp dans ediyor çünkü çektiği filmin galasından gelmişler.

Kadınsa sanki çocuğu okuldan gelmiş, sevinçle gereksiz akrobatik hareketler yapıyormuş gibi ilgisiz makarna haşlıyor. Bir tabak makarna koyuyor adamın önüne. Sonra sigarasını alıp dışarı çıkıyor.

Film tek mekanda, siyah beyaz çekilmiş.

Kadın ile erkek arasında geçen diyaloglardan ibaret.

Ancak kadın ve erkeğin diyaloglarının ağırlık konusu ilişkileri olduğu için ve raunt şeklinde geçtiğinden seyretmesi keyifli.

Zaten bir ilişkide tıkanıklık yoksa diyaloglar genelde böyle olur. Önce biri kusar biriktirdiklerini, kadınsa mesela eteklerini açar toplar kusmukları sonra üzerini temizler gider kendi biriktirdiklerini adamın kafasına kusar.

Burada da öyle oluyor nihayetinde.

Yönetmen önce eleştirmenlere sallıyor, siyahi olduğu için uyuşturucu bağımlısı bir kız hakkında çektiği filmi siyasi buldukları yazıyı okuyup çıldırıyor. Veryansın ediyor eleştirmenlere, başarılı yönetmenlere, kaderine.

Sonuçta yaratıcı olan insanlar yüksek ego sorunu yaşarlar, yoksa milyonların önünde, neden ruhlarını soysunlar dertlerini anlatmak için.

Yüksek egosu ile tüm sektöre meydan okurken kadın onu alaycı bir gülümsemeyle seyrediyor. Sonra anlıyoruz ki kadının trip atma sebebi gala sonrasında birlikte yaşadığı, esinlendiği kadına teşekkür etmeyi unutmuş olması.

Erkeğin tarafından baktığınızda, tüm süreci birlikte yaşadığınız, hele bir de kullandığı enstrüman yanındaki kişi olunca, ona teşekkür etmeyi unutması çok doğal bir şey, ama onu dile dökmek elbette çok zor bir durum.

Kadın burada sadece erkekten kendisinin anladığı şeyi fark etmesini istiyor. Artık adamın yolu her neyse o yolla, onu başarıya götüren yolun yanındaki kadının hikayesinden geçtiğini, bir şekilde kadına hissettirmesini istiyor.

Siyah beyaz filmleri sevmiyorum ben ama burada her şey siyah ve beyaz olsa da o kadar keskin olanından değil.

Evin pencereleri, gecenin karanlığı, kapının köşesinde içilen sigara, küvetin içindeki kadın, pencereden görünen ağaç, karanlıkta bahçede küfür eden adam. Yatağın ortasında oturmuş kadın.

Hepsinin duygusal rengi, siyah ve beyazın üzerine düşüyor, algınızı değiştiriyor.

Sam Levinson’ın bu filmini beğendikten sonra oturup yönettiği diğer işlerini de seyrettim.

Zendaya onun birlikte çalıştığı değişmez oyunculardan biri anladığım kadarıyla. Ve yönetmenin sorunu insan ilişkileri. Çok genç olan yönetmen kendi kuşağının sorunlarını dert edinmiş. Karakterlerini neredeyse ana rahmine düşüşlerinden itibaren, ruh hallerini düşünerek tasarlayıp yazmış. Her bir karakterinin toplum içindeki davranışlarının nedenini sorgulamış. Sosyal medyanın, uyuşturucu bağımlılığının, arkadaş bağımlılığının ve aile içindeki ilişkilerin çocuklara nasıl yansıdığını dert edinip, bunu çektiği işlerde konu edinmiş.

Başarılı bir yönetmenin oğlu olduğu için belki de sancılı bir çocukluk yaşamıştır, bilmiyorum. Bu izlenime de seyrettiğim ödül alan Mutlu Bir Gün filminde kapıldım. Orada madde bağımlısı, algısı açık bir çocuk var. Etrafında olup biten her şeyin farkında ama gücü değiştirmeye yetmiyor.

Ayrıca çektiği her film ve dizide karakterler birbirine atıfta bulunuyor sanki.

Bu filmde yönetmenin bağımlı kadın kahramanının adı galiba Euphoria dizisinde de geçiyor. 2. sezonda ortaya çıkacak bir kahraman belki de.

Sam Levinson toplumun içinde öteki olarak gördüğü herkesi, filmlerinde toplayıp sorunlarının psikolojik analizlerini yaparak, söz vermeyi kendine iş edinmiş.

Malcolm & Marie pandemi zamanına denk geldiği için düşük bütçeli, derdini anlatan, başarılı bir film olmuş.

Diğer işlerinde ise daha renkli, daha kaotik sahneler var.

Güzel günlerde görüşelim ve görüşmelerimiz iyiliklere vesile olsun.