Hayatını savaş dolu ülkesini belgelemeye adamıştı Afgan fotoğrafçı Shah Marai. Önce Taliban'ın sonra da IŞİD'in hedefi olmamak için hep saklandı hep kimliğini gizledi. Kimi zaman şalvar giydi, kimi zaman sahte imza kullandı.

Ancak şiddetten ve onun getirdiği ölümden yine de kaçamadı. 30 Nisan Pazartesi günü, IŞİD'in gerçekleştirdiği intihar saldırısında hayatını kaybeden sekiz gazeteciden biri olan Marai'nin hikayesini CNN International yazdı.

Marai hayatının 15 yılından fazlasını Afganistan’daki çatışmayı AFP için belgeleyerek geçirdi. Marai haber yapmanın tehlikesini 2016’da yayınlanan “Umut Bittiğinde” makalesinde anlattı. 

Amerikan işgalinin ardından yaşanan yıllarda büyük bir umut vardı. Altın yıllardı. Taliban rejiminin karanlığının ardından Afganistan nihayet daha iyi bir hayatın yoluna girmişti. Ama bugün, 15 yıl sonra, umut kayboldu ve hayat her zamankinden daha zor. 

AFP için çalışmaya Taliban rejimi döneminde, 1998’de başladım.

Gazetecilerden nefret ediyorlardı, dolayısıyla gizli çalıştım, dışarı çıkarken her zaman şalvar giymeye dikkat ettim, fotoğrafları etrafına şal dolayarak taşıdığım küçük bir kamera ile çektim. Taliban’ın sınırlamaları çalışmayı imkansız hale getiriyordu. Canlı hiçbir şeyin fotoğrafını çekmemize izin vermiyorlardı, hayvanların bile. 

Bir gün bir fırının dışındaki sıranın fotoğrafını çekiyordum. Hayat o zamanlar çok zordu, iş yoktu, fiyatlar tavan yapmıştı. Talibanlı birkaç kişi yanıma yaklaştı. 

“Ne yapıyorsun?”

“Hiçbir şey” diye cevapladım, “Ekmeklerin fotoğrafını çekiyorum”. 

Şansıma o zamanlar dijital kamera yoktu dolayısıyla doğruyu söyleyip söylemediğimi anlamak için kameramı kontrol edemediler.

O zamanlar çektiğim fotoğrafların çok azına imza attım. Onları sadece “stringer” diye imzaladım, böylece fazla dikkat çekmedim.

O zaman burada AFP’nin bir bürosu yoktu, bugünkü büronun bulunduğu Wazir Akbar Khan’da bir evimiz vardı. 

BBC dışında aadexe AFP, AP ve Reuters kentteydi. Sonra 2000 yılında tğm yabancılar dışarı atıldı ve AFP bürosunda bir tek ben kaldım.  İslamabad’daki büroyu uydu telefonuyla arayarak haber geçiyordum.

11 Eylül saldırısını BBC’den izledim, bir saniye bile bunun Afganistan’a bir etkisi olacağını düşünmedim. beni günler sonra uyaran İslamabad bürosuydu: “Amerikalıların saldıracağı söyleniyor.”

Taliban’ın başkent ilan ettiği Pakistan sınırındaki Kandehar’ı hedef alan bombardıman 7 Ekim’de, bir aydan kısa süre içinde başladı. 

Kabil’in üstündeki uçakları ilk duyduğumda İslamabad ile telefondaydım. İlk bomba havaalanının yakınına düştü. O gece uyuyamadım ama dışarı da çıkamadım.

Ertesi sabah arabamla havaalanına gittim. Havaalanının yakınlarında siyahlar giyinmiş birkaç düzine Takiban savaşçısıyla karşılaştım.

Biri bana yaklaşarak “Dinle, bugün iyi günümdeyim, dolayısıyla seni öldürmeyeceğim ama buradan hemen defol” dedi.

Geri dönüp arabamı ofiste bıraktım. Şehir terk edilmişti. Sıradan bir insan gibi bisikletimle havaalanına geri döndüm. Kameramı yine eşarba saklamıştım. O gün altı fotoğraf çekebildim, sadece altı. Sadece ikisini gönderdim.

Sonra bir sabah, Taliban bir anda ortadan kayboldu. Görmeniz lazımdı. Sokaklar insanlarla doluydu. Sanki gizlendikleri gölgelerden yeniden ışığa çıkıyorlardı.

Meslektaşlarım geri dönmeye başladı. AFPMoskıva’dan bir fotoğrafçı ve muhabir gönderdi, bir baktım bir düzine olmuşuz. Kabil bir anda Gazeteci Ülkesi haline geldi. Ofis hiç boş kalmadı.

Taliban’ın yıllar süren izolasyonunun ardından o kadar yabancıyı görmek inanılmazdı. Her yerden geliyorlardı. Çocuklar etraflarında fır dönüyordu. Genç bir adamın elinde 1 dolar ile durmadan “Bu elimde tuttuğum ilk dolar” dediğini hatırlıyorum.

Büyük umutların zamanıydı. Altın yıllar. Kentte hiç çatışma yoktu. Sokaklar İngiltere, Fransa, Almanya, Kanada, İtalya ve Türkiye’den askerle doluydu. Askerler kentte yürüterek devriye geziyor, gülümsüyor ve “Merhaba” diyorlardı. İstediğim kadar fotoğraflarını çekebiliyordum. 

İstediğiniz yere seyahat edebiliyordunuz. Güneye, doğuya, batıya… Her yer güvenliydi.

Ve 2004’te Taliban geri döndü. Önce güneydoğudaki Gazne’ye geldiler, sonra 2005 ve 2006’da virüs gibi her yere yayıldılar. Sonra Kabil’deki saldırılar başladı, çoğunlukla yabancıların bulunduğu yerler hedef alındı. Parti sona ermişti.

Bugün Taliban yine her yerde ve biz de yine Kabil’de sıkışıp kaldık. Bubi tuzaklı araba ve kamyonları engelleyen T-Wall’lar her yerde. İnsanlar artık kameralara karşı arkadaş canlısı değil. Çoğunlukla agresifler. Kimseye güvenmiyorlar, özellikle de yabancı ajanslara çalışanlara, “Casus musun” diye soruyorlar.

Amerikan işgalinden 15 yıl sonra Afganlar kendilerini parasız, işsiz ve Taliban’ın dibinde buldular. 2014’teki son Batılı birliklerin geri çekilmesiyle birçok yabancı gitti ve unutuldu. 

O yılların, Amerikalıların gelmesinden hemen sonraki yılların hasretini çekiyorum. Tabi ki şehir 2001’den bu yana çok değişti. Yeni binalar yapıldı, küçük sokakların yerini geniş yollar aldı. Darulaman sarayı dışında savaşın kentteki izleri kayboldu. Dükkanlar dolu ve neredeyse aradığınız her şeyi bulabiliyorsunuz. 

Ama artık hiç umut yok. Hayat Taliban rejimi altında güvenliğin olmamasından ötürü hiç olmadığı kadar zor. Çocuklarımı sokağa çıkarmaya korkuyorum. Beş çocuğum var ve zamanlarının çoğunu evde tıkılmış şekilde geçiriyorlar. Her sabah ofise giderken ve her akşam eve dönerken düşündüğüm tek bir şey arabaların bubi tuzaklı olabileceği ya da kalabalığın arasından bir intihar saldırganının çıkabileceği. Risk almıyorum o nedenle de evden çıkmıyoruz. Arkadaşım ve meslektaşım Sardar’ın eşi, kızı ve oğluyla birlikte bir otelden çıkarken öldürüldüğünü çok iyi hatırlıyorum, sadece en küçük çocuğu hayatta kalabilmişti. 

Bir çıkış yolu göremiyorum. Bu anksiyete zamanı. 

Kaynak: Ahval