Serdar Korucu / Radikal

Şalom Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni ve Başyazarı İvo Molinas, Türkler ve Museviler diye ayrım yapılmasına karşı çıkıyor. "Hoşgörü değil eşit vatandaşlık istiyorum. Dinim ayrı ama ben bir Türk'üm" diyen Molinas şöyle sesleniyor: "Ben de her Türk vatandaşı gibi asli görevlerimi yerine getiriyorum. O zaman neden Türk olmayayım?"

Edirne Sinagogu 46 yıl sonra yeniden kapılarını açtı. Şalom Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni ve Başyazarı İvo Molinas açılışta verilen “eşit vatandaşlık” mesajlarını önemli görüyor ancak bu gelişmeyi “hoşgörü”nün simgesi diye yorumlayanlara tepkili.

Edirne Valisi Dursun Şahin’in müze olmasını istediği Edirne Sinagogu’nun restorasyonu büyük yankı uyandırdı. Bu açılış “hoşgörü” mesajı olarak algılandı. Siz “hoş görüldüğünüze” mi inanıyorsunuz?

Hoşgörü kelimesini sevmiyorum. Ben Musevi dinine inanan bir fertsem neden bir Müslüman beni hoş görsün? Hatalı olan hoş görülür. Musevilik ise semavi bir din. Bunun nesi kötü? Burada bilinçsiz bir bakış açısı var. Ben hoşgörü değil eşit vatandaşlık istiyorum. Dinim ayrı ama ben bir Türk’üm.

Siz kendinizi kimlik olarak Türk diye mi tanımlıyorsunuz?

Evet, bu nedenle de Türkler ve Museviler sözü beni yaralıyor. Fransa’da yaşayanlar nasıl Fransız’sa Türkiye’de yaşayanlar Türk’tür. Irkım, toplumsal kökenim farklı olabilir, dinim Musevilik ama ben de her Türk vatandaşı gibi asli görevlerimi yerine getiriyorum. O zaman neden Türk olmayayım?

Fakat bir de devlet politikası var. Anayasa’da sizin belirttiğiniz ifade yer alsa da Azerbaycan ile ilişkilerde “soydaş”lık üzerinden kardeşlik geliştirilmesi sizi rahatsız etmiyor mu?

Konjonktürel davranılıyor. Sadece Orta Asya’dan gelen bir kavmin bu halkı oluşturduğu düşüncesinin ortadan kalkması gerekiyor. Beni Türk saymayan bakış açısına karşıyım. Bunun altında yılların bilinçsizliği var.

'TÜRK KİMLİĞİ TOPLUMSAL BARIŞ İÇİN ANLAMLI'

Kendini sadece Yahudi veya Musevi diye niteleyenler de var. Ya da Türkiyelilik kimliği içinde kendini bulanlar da.

Belki bazı liberal ve solcu arkadaşlar karşı çıkacak ama ben Türk kimliğinin olmasının toplumsal barış açısından daha anlamlı olduğunu düşünüyorum. Fransa’da yaşayan, Hristiyan olmayan bir Fransız’a Fransız deniliyor. Bu şekilde biz de Türkiye’de eşit vatandaşız.

Kendinizi eşit vatandaş olarak hissedebiliyor musunuz?

Başbakan Ahmet Davutoğlu 11 Şubat’taki benim için unutulmaz gecede “Asli vatandaşsınız” diyerek bu retoriğin değişmesi gerektiğini gösterdi. Bu “Siz Türk’sünüz” demekti. Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç da “Bu vatanda bir Müslüman’ın ne kadar hakkı varsa, bir Yahudi’nin, bir Hıristiyan’ın başka inanç grubunun da o kadar hakkı vardır" dedi. Bu yaklaşımların herkes tarafından benimsenmesini istemek hayal olmamalı.

1930’larda da Türkiye’de herkese Türk denileceği ve eşit olduğu ifade ediliyordu. Ancak bugün Edirne’de Yahudi kalmamasına neden olan, kamuoyunun da Rıfat Bali’nin araştırmalarıyla öğrenebildiği 'Trakya Olayları' yaşandı. O dönem de benzer bir şekilde İsmet İnönü “Antisemitizm yoktur” diyordu. Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç da aynı ifadeyi tekrarladı. Sizce antisemitizm var mı?

Arınç’ın söylemine katılmıyorum. Antisemitizmi basında, sosyal medyada ya da devletin üst kademelerinde, tavanın bazı köşelerinde görebiliyoruz.

Devletin zirvesinden Yahudi inancının doğrudan hedef alındığı çıkışlar da oldu. Son olarak Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Bütün dualarında, her gün 'Ey Tanrım, beni iyi ki kadın yaratmadın' diyen Musevilere karşı niye sesinizi çıkarmıyorsunuz?” demişti.

Tahrif edilmiş Tevrat söylemini de kullandı. Bu söylem, çoğu dini bütün Müslüman vatandaşların inanışıdır. Biz bunun üzerine tartışmaya girmeyiz.

'TÜRKİYE'DE ANTİSEMİTİZM SOKAĞA YAYILMADI'

Laik bir devletin Cumhurbaşkanı olarak Erdoğan’ın İslam üzerinden yaptığı bu eleştirisi eşit vatandaş olmak isteyen ve kendini Türk olarak tanımlayan Musevi inancına sahip kişileri nasıl etkiliyor?

Rahatsız etti tabi ki. Bu rahatsızlığı da Hahambaşı yetkililere iletti. Ancak daha tehlikeli olan basındaki söylemler. Medyasında Yahudi’yi şeytanın oğlu ya da ta kendisi olarak gören bir zihniyetin var olduğu ülkede antisemitizmin olmadığını söyleyemeyiz. Bunun karşısında yaptırım olmaması çok üzücü. Biz Başbakan ile yapılan o toplantıda buna karşı yaptırım istedik. Talebim geçerli.

Yanıt ne oldu?

Türkiye’de nefret yasasını çıkarttıklarını söylediler, antisemitizme karşı olduklarını ifade ettiler ancak uygulamada somut yanıt alamadık. En azından farkındalığın yaratılması önemli. Başbakan’ın bu konuya eğildiğine inanıyorum.

Gazetenizde de yer alan kamuoyu araştırmaları antisemitizme dikkat çekiyor. Bu yüksek oranların arkasında ne var?

Türkiye’de antisemitizm var ancak sokağa yayılmamıştır, tabanda yoktur.

Verileri nasıl değerlendiriyorsunuz?

Türkiye’de ötekileştirmenin, ayrımcılığın halk tabanında olmadığını söylemiyorum. Öyle saf bir demokrat olmayı reddederim. Türkiye’de Yahudi komşu istemeyenlerin oranı yüzde 64 çıksa da bunun nedeni farklı. Yabancı bir unsur olarak görüyorlar. Çünkü Yahudi’yi tanımıyorlar. Anadolu’ya gidin Hristiyan – Yahudi ayrımını yapamıyorlar. Karşılıklı ilişki yüzeyini kaybettiğimiz için bu durumdayız.

Bu ilişki düzeyinin kaybolmasının nedenlerinden biri de Trakya Olayları değil miydi? Bu konuda bir özür ya da yüzleşme bekliyor musunuz?

Her toplum tarihine sahip çıkmalı. Yanlış bir şey varsa da konuşulmalı. Keşke Türkiye Cumhuriyeti de Trakya Olayları için üzüntülerini bildiren bir açıklama yapabilse. Ancak o olay zamanın ruhu ile yapıldı. Olmayan bir tehlikeye karşı korunma refleksiydi. Bugünse farklı bir noktadayız. Sokak antisemitizmden çok basında yer alan fikri bir antisemitizm var.

Yahudileri hedef alan saldırıları nasıl görüyorsunuz?

Terör saldırıları oldu elbette. İçinde bu ülkenin vatandaşları da vardı. Ancak bu farklı.

Sizin için sokaktaki antisemitizm nedir?

Sinagogların kapılarına her gün “gidin” yazılmıyor.

Antisemitizmin varlığının kabul edildiği Batı ülkelerinde de her gün yazılmıyor. Üstelik Türkiye’dekiler Edirne Sinagogu haricinde yüksek duvarlarla çevrili. Bunun nedeni hedef olmaları değil mi?

Eylemlerde sinagog önlerine gidenler var ancak çoğunluk İsrail Konsolosluğunun önünde toplanıyor. Yahudilere yönelik mekanları hedef alan kesim az.

Ama yine de yaşandı. Sinagog kapılarına “yıkılacak mekan” diye yazılması, yumurtalı protestolar, Büyükada’daki Hitler t-shirtleri toplumu tedirgin etmedi mi?

Bunlar istisnai vakaları. Önemsemezlik etmiyorum. Bizim şu anda uyarımız, antisemitizmin tabana yayılabileceği bir sürecin başlamasına. Bunun farkına varılması gerekiyor.

Sizin taban antisemitizmi dediğiniz aşama nedir?

Ünlü bir söz vardır, “Hitler’in gönüllü cellatları” denilir. Holokost’ta halkın bir bölümü propagandanın etkisinde kalarak gönüllü olarak bu süreçte yer aldı. Tabana yayılmak budur.

'DEPREMİN, TSUNAMİNİN, FAİZİN ARKASINDA YAHUDİLERİ BULAN BİR ZİHNİYET VAR'

Türkiye bu tehlikeye yaklaşıyor mu?

Yaklaşmasın diye bir parça alarm zili çalıyoruz. Depremin, tsunaminin, faizin, doların yani her şeyin arkasında Yahudileri bulan bir düşünce var. Buna karşı naçizane olarak herkese, devlet yetkililerine de sesleniyorum. Tehlike sinyallerine karşı herkes dikkatli olmalı.

Antisemitizmi körükleyen nedenlerden biri de İsrail’in her politikasında Türk Musevi Cemaati’nin hedef alınması. Bu mantıkla nasıl mücadele edilir?

“Sıradan bir Yahudi deprem bile yaratabilirken Netanyahu ile mi konuşamaz?” diye bir anlayış var. İşte bu algıyı değiştiremiyorsunuz. En azından devlet katında bunu aştık. İronik olan hükümete yakın medyanın yetkililere rağmen hala Türk Yahudilerini İsrail ile özdeşleştirmeleri.

Halbuki siz İsrail’i eleştiriyorsunuz da...

Evet, Mesela 1990’larda Ariel Şaron’u şahin dönemindeyken eleştiren bir yazı yazmıştım. Bu nedenle İsrail’de bulunan aşırı sağcı Türkiye Yahudileri bana karşı deklarasyonlar yayınladı. Şalom’un başyazarı buraya gelemez dediler.

İsrailli siyasetçilerin başarılı bulduğunuz çıkışlarına da yer veriyorsunuz.

Objektif olarak yer veriyoruz çünkü gazetecilik yapıyoruz. İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun ABD Kongresi’ndeki konuşması tarihiydi. 8 milyonluk bir ülkenin başbakanı dünyanın imparatorunu evinde çocuklarının önünde rezil etti. Biz bunu yazınca kendi içimizden bile eleştiri aldık. Halbuki o haberin altında Tel Aviv’de Netanyahu’ya karşı çadır hareketine de yer vermiştik.

Siz hassas bir dengeyi tutturmaya çalışsanız da geri kalan medyada İsrail’in Hamas’a yönelik operasyonları ne kadar objektif yer alıyor?

Türk medyasının tamamına yakınında İsrail’e karşı retorik var. Ana akım medyada İsrail’e karşı antipati, sağ ve sola kaydıkça düşmanlık bulunuyor. Bu savaş neden başladı, karşı taraf ne yaptı gibi sorular sorulmuyor. Mesela son savaş üç Yahudi’nin kaçırılması ve öldürülmesi ile başladı. Sonrasında bir Müslüman öldürüldü, ardından da Hamas’ın füzeleri geldi. Ancak bu füzeler medyada yer almıyor. Türkiye’nin yüzde 25’i sığınakta yaşasa bu kabul edilebilir mi? İsrail’in politikalarının her zaman doğru olduğunu söylemiyoruz ama gerekçelerini ortaya koymak gerekiyor. Ayrıca bu konuyu ele alırken İsrail’dekilerin refleksini de iyi anlamak gerekiyor.

Bu reflekste soykırım hafızasının yeri nedir?

İki binyıldır yok edilmeye çalışılan bir toplum var. Son olarak 2. Dünya Savaşı’nda, 1,5 milyonu çocuk 6 milyon Yahudi imha edildi. Bu sırada bir Vatikan da dahil kimse “dur” demedi. Bu nedenle İsrail’dekiler en ufak bir tehlike hissettiği zaman o hayatta kalma refleksi ile karşılık veriyor. O küçük düşmanı öldürmeye çalışıyor.

Yani Hamas’ın füzeleri İsrail halkına Rusya’daki pogromu ve hatta Hitler’i mi hatırlatıyor?

Aynen. Çok güzel bir analoji kurdunuz. İsrail’deki Yahudiler artık herkesin seyrettiği kurban olmak istemiyor. Fakat bir kesim artık bu bakış açısının değişmesi gerektiğine inanıyor. Barışı denemek lazım. Tabi, İsrail’de yaşamadan bunu söylemek zor ama ortada bir çözümsüzlük var. Yaşanan travma onları barıştan uzaklaştırıyor.

İsrail yönetimi kendini hazırlasa da Hamas barış masasına hazır mı?

Hamas da bunu istemiyor. Diyalog başlamalı. Hamas bir gün retorik değiştirirse İsrail’in şahinleri sorun yaşayacak. O zaman İsrail ikiye de bölünebilir. Tarihte bu da yaşanmıştır.

Taraflar arası diyalog önemli diyorsunuz ancak bu Türkiye’de kurulabiliyor mu? Sağ basının bir bölümünde Yahudi gençlerinin Türkiye’den gidişi olumlu bir haber olarak verilebiliyor. Siz bu kesimle diyalog kurabildiniz mi?

Yazdıkları bizi üzüyor. Bu nedenle iletişim kurmayı isterdim. Ben o arkadaşların bizi tanıdıkça bunları yazdıklarına üzüleceklerine inananlardanım. Önyargıların yıkılması için diyalog oluşturmak istiyoruz. Ancak mümkün olmuyor.

Gazete tartışmasında Etyen Mahçupyan “azınlıkların büyük çoğunluğu, ama Yahudi cemaatinin neredeyse tümü Sözcü okuyor.” demişti, ardından sözlerinin amacını aşan bir kesinlik ifade ettiğini belirtti, “kastım ‘Yahudi burjuvazisinin’ davranış kalıplarını irdelemekti” dedi. Sizin belirleyebildiğiniz bir “davranış kalıbı” var mı?

“Tamamı Sözcü okuyor” demesi yanlıştı. Düzeltmesi önemli ama bir kesimin topluca bir şeyi yaptığını bu şekilde ifade etmek ötekileştirmedir. AK Parti’ye oy veren Yahudiler de var. Yahudiler CHP’ye oy veriyor algısı yanlış.

Aynı CHP tüm emeklilere dini bayramlarda ikramiye sözü veriyor ancak bu çıkışında sadece Kurban ve Ramazan’a atıfta bulunuyor. Pesah öncesi size ne hissettiriyor?

Tabi ki, laiklik açısından doğru diyemem. Ancak zamanın ruhu bize bunu eleştirmeyi bile düşündürtmüyor. CHP her ne kadar sosyal demokrat görünümlü olsa da ülkenin iklimden etkileniyor. Popülist politikasını Sünni Müslümanlardan oy almak için bu şekilde yapıyor. Hamursuz bayramı ya da Paskalya diyecek hali yok tabi!

 'SELAHATTİN DEMİRTAŞ’TAN UMUTLUYUM'

Toplumun içinde HDP’ye bakış nasıl?

Oy vermeyi düşünenler var. Ben de HDP Eşbşakanı Selahattin Demirtaş ile Hahambaşılığı ziyaretinde görüştük. Her ne kadar etnik bir grubun çizgisinden çıksa da onun demokratik yaklaşımı Türkiye’yi kapsayabilir. Kendisinden umutluyum.

2011’de Erdoğan’ın başbakanlığı döneminde “Bizlerle ilgili yazılmış kitaplarda “ne Yahudiliğimiz, ne Ermeniliğimiz ne affedersiniz Rumluğumuz hiçbir şeyimiz kalmadı, düşünebiliyor musunuz?” sözü vardı. Sonrasında benzer bir açıklama daha yaptı. Erdoğan “Affedersiniz Kürtlüğümüz” deseydi ton değişmez miydi?

Tabi ki daha büyük tepki verilirdi. “Ateş düştüğü yeri yakar” sözü bu topraklara ait bir cümle. Acının, sıkıntının sadece o bölümü yaktığını anlatıyor.

Ancak demokrasiden bahsediyorsak o ateşi herkesin hissetmesi gerekmiyor mu?

Ben bu konuda umutsuzum. Ateş ne yazık ki düştüğü yeri yakıyor. Demokrasi kültürü ile değiştirilmeye çalışılsa da bu gerçek sabit.

Petlas reklamı da bunlardan biri. Bu reklamı sadece siz, Çanakkale Savaşı sırasında askere “para peşin kırmızı meşin” diyen tüccar için kullanılan Yahudi imasından dolayı eleştirdiniz. Şirketse 17 yıl önce çekilen reklama ilk kez tepki geldiğini söyledi. Bu sessizliğin nedeni neydi?

Türk Yahudi Cemaati eskiye göre çok daha aktif. Artık ayrımlaştırmaya karşı tepki gösteriyor. Eskiden daha az müdahil olunuyordu. Farkındalık aşamasına geçti. Bugünkü yönetimlerde proaktif bir yaklaşım var.

Siz şirket ile görüştünüz mü?

Yapıcı bir telefon konuşması yaptık. İyi niyet hissettim ancak açıklamaları tatmin edici değil. En büyük problemse bu reklamda ırkçılığın olduğunun farkında olmamaları. Tepkimizi görünce şaşırdılar. Savaş sırasında paranın peşine düşen Yahudi imajı halkı tahrik etmez mi? O savaşta Yahudilerden de şehitler var. Bunu hatırlatmak zorunda bırakıldığımız için utanıyorum.

'İNÖNÜ, HİTLER’İ OYALAMASA BUGÜN BURADA OLMAZDIM'

Son olarak Ermeni Soykırımı tartışmasına gelirsek sizin Agos gazetesinde Fatih Gökhan Diler’e verdiğiniz röportajdaki “1915’e soykırım dersek, Holokost’a ne diyeceğiz?” sözünüz çok tartışıldı. Neden iki olaya birden soykırım denilemez?

Tarafsız düşünmeye ve adil olmaya çalışıyorum. Bazen yanılıyor da olabilirim. Belki mühendislik eğitimimden dolayı rasyonel olarak karşılaştırmalı düşünüyorum. Holokost sürecinde dünyadaki bütün Yahudilerin yok edilmesi planlandı. Eğer bildiğimiz kadarıyla İnönü, Hitler’i oyalamasaydı ben bugün burada değildim. Annem ve babam Balat’tan Yunanistan’a oradan da Auschwitz’e gönderilecekti. Bu açıdan soruyorum; 1915’e soykırım dersek eşi olmayan Holokost’a ne diyeceğiz?

Soykırım kelimesini yaratan kişi olan, ailesini de Holokost’ta kaybeden Polonya Yahudisi Raphael Lemkin bu terimin Ermeniler için de geçerli olduğunu CBS röportajında açıkça ortaya koyuyordu.

Her Yahudi aynı düşünmek durumunda değil.

 '1915, BELKİ HİTLER’E ÖNCÜL BİR FİKİR VERMİŞTİR'

Lemkin’e Yahudi olduğu için değil, soykırım kelimesini yaratan kişi olduğu için atıfta bulundum. Ayrıca 1915 cezalandırılsa Holokost’un da yaşanmayabileceği tezi yaygın...

Belki Hitler’e öncül bir fikir vermiştir. Ancak farklılığı görmemiz gerek. Her bir unsurun dilde karşılığı var değil mi? İkisine de soykırım dersek nüansı kaçırırız. Holokost’un eşinin olmadığı bir gerçek. Yine de bir gün Obama çıkıp 1915’e soykırım derse de ben rahatsız olmam.

Soykırımın Holokost’tan sonra da yaşandığını, tekrarlandığını biliyoruz. Hatta ilk soykırım mahkumiyeti Ruanda’da yaşandı. Ruanda Uluslararası Ceza Mahkemesi dünyada ilk kez tanımlanmış soykırım suçu nedeniyle mahkumiyet kararı verdi. Bunun nedeni Nuremberg mahkemeleri sırasında hukuki olarak “soykırım” kavramı mevcut olmamasıydı.

O topraklarda tamamen kırılma söz konusu var. Ruanda’da başka yerlerde olanlar hedef alınmamış olsaydı ben yine soykırım demezdim. 1915 Olayları’nda da doğudaki Ermeniler hedef alındı. Evet, onlara karşı işlenen bu kabul edilmez olaylarda, katliam ve büyük bir acı yaşandı. Ancak bu farklı bir durum.

Resmi kaynaklara göre tehcir hattı Batı’daki Ermenileri de kapsadı. Bunda tartışma yok. Siz 1915’te tehcir sırasında sistematik ölümlerin olmadığına mı inanıyorsunuz?

Bu tartışmalar boş. Ne kadar konuşsak hiçbir söz 1,5 milyon Ermeni’yi geri getirmeyecek. Önemli olan mağdurların torunlarının yaşadıkları. Yoksa ölenler zaten öldü. Bugün biz hala gizli Ermenilerden, iradesi dışında Müslümanlaştırılanlardan bahsediyoruz. Önemli olan bu dramlardır. Bu benim için tartışmanın son noktasıdır.