Birkaç yıl önce, önemli bir edebiyat-kültür-sanat dergisinin yöneticisi konumunda olan birinin video röportajını izledim. Yazar-düşünür iddiası olan bu kişiyle röportajı gerçekleştiren kişi de yine aynı derginin farklı bir konumunda yönetici olan şair bir kadın. Birbirlerini belki metinlerini okuyan ama tanımayan ya da tanışıyor olsalar da uzun zamandır bir araya gelememiş iki kişi gibiydiler. Videoyu sonuna kadar izledim. Konuk ile moderatörün konumu mesafeli ve oldukça profesyonelceydi. Çok sonraları öğrendim ki onlar karıkocaydılar ve onlarca yıldır birlikte yaşıyorlardı. Muhtemelen röportajın olduğu gün de sabah birlikte otobüse ya da arabalarına binip röportajın yapılacağı derginin hazırlanıp piyasaya sürüldüğü daireye gelmişlerdi ve yine muhtemeldir ki akşam iş çıkışı birlikte aynı vasıtayla eve dönmüşlerdi.

Bunda bir sıkıntı göremeyebilirsiniz ama ne yalan söyleyeyim benim biraz canım sıkıldı, az da olsa samimiyetsiz buldum. Bu yüzden daha baştayken söyleyeyim, birazdan şiirinden ve kendisinden bahsedeceğim kişi, özbeöz kardeşim.

Henüz çiçeği burnunda bir şair adayıyken (hâlâ aday, ki umarım bir ömür boyu aday olur ki o güzel şiirlerinden bol bol okuruz) bir gün morali bozuk, inanılmaz üzgün yanıma geldi (belki de yanıma gelmedi, olağan bir karşılaşmamızdı). Şiirlerini hiçbir dergi yayımlamıyordu.

Yaşadığımız küçük kentte arkadaşlar bir fanzin çıkarıyorlardı. “Oraya da gönder” dedim.

Oldum olası benim dergilerle aram iyi değildir, hâlâ da öyle. Benim kaburga kemiklerim serttir, artık bunları önemsememeyi öğrenmiştim; hele üç dört kitaptan sonra, fazlasıyla. Fanzinin genel yayın yönetmeni tenezzül edip uzun bir mesaj atmıştı ona, bunun için minnettarız, daha öncekiler iki satırı bile çok görmüşlerdi ne olsa. Şiirinin eksik olduğu, daha üstünde çok çalışması gerektiği, bol bol tandır ekmeği yemesi gerektiği falan filan. Bir sürü de kitap tavsiyesi olmuştu. Muhtemel odur ki bu arkadaşın önerdiği kitapların adını daha önce sıralamış birilerinden alıntılamaktan başka bu kitaplarla okuma adına hiçbir bağı yoktu. Yoksa Nutuk gibi bir kitabı kim önerebilir şiirin başlangıcındaki birine, hatta sonrasına bile? Buna da pes!

Ben herhalde bu işten hiçbir şey anlamıyorum. Neredeyse yirmi yıl olmuştu roman, şiir ya da benzeri türde okumadığım bir tek günüm yoktu, henüz otuz beşimi doldurmadan. Belki de okuduklarımı kavramaktan uzaktım, uzağım.

“Tanrının bilmediğini biliyor insan: ölüm.”

İçinde böyle bir dize geçen bir şiire hangi derginin başındaki akıllı adam dudak büker, aptal mıyım yoksa kör mü? Bu arada sonraki dizelerde de bir problem göremedim.

Kardeşimin morali tahmin edeceğiniz gibi korkunç haldeydi. Herhalde bu işi beceremiyoruz, en iyisi biz başka işlerde şansımızı deneyelim diye düşünmeye başlamıştı, başlamıştık.

Sonra aklımıza başka bir şey geldi. Şiirlerinden bir dosya oluşturup yayınevlerine gönderdik ve kısa süre içinde şiir alanında şansı yaver giden bir yayınevinden kitabı yayımlandı: “Doğu’nun Belleği” İdris Sezgin’in ilk şiir kitabı.

Kitabı yayımlandıktan sonra, kardeşimin dergilerle de arası iyi olmaya başladı; hem de tahminlerimizin üstündeki bir hızla.

Yani diyeceğim o ki, bu dergileri çıkaranların çoğunun ne şiirden ne de öyküden anladığı falan var, demek istemiyorum ve lütfen bunu bize dedirtmeyin. Bu nedenle durmadan birbirinizin gözlerine bakışlarına bakıp onay beklemeyin; kimden gelirse gelsin eser iyiyse ortaya çıkarın.

Doğunun belleği kısa sürede ikinci baskısını yaptı. Şiir alanında bunun kolay olmadığı bilenler bilir. Elbette ki bir kitabın çok satması ya da az satması bu kitabın edebi değeri için ölçüt değil, hem de hiç değil, sadece bilin istedim. İdris Sezgin’in ikici kitabı da yakında çıkıyor (Mor Çarşaflar Sonatı), belki siz bu yazıyı okuduğunuzda çıkmış da olacak, okumak için sabırsızlanıyorum.

Hey sizler, dergilerin başındakiler! Bu işi sizlerden daha iyi yapabileceğimi iddia etmiyorum, ama zannetmeyin ki kör okuruz. En iyi bilen elbette ki okuyandır, tabii aranızda Arthur Rimbaud varsa onu bilemem, zaten meydan sizin; yenilere kulak verin.