Siz hiç tacize uğradınız mı?

Tek korkmanız gerekenler hayali canavarlar ya da ebeveynlerinizin yasaklarıyken şehvet dolu bir el uzandı mı yatağınıza?

Olmadıysa da bir çocuğun böyle bir anda ne düşündüğünü aklınızın ucundan geçirdiniz mi hiç?

 

Tesadüf ki ben bu soruları Pozantı’daki çocuk tacizinden tam bir hafta önce düşünmüştüm.

 

Nokta Dergisi’nin 1987 yılındaki bir dosyasıydı ilgimi çeken.

Sübyan koğuşları üzerine bir yazıydı.

Çocukluklarının ve ilk gençliklerinin en güzel yıllarını sübyan koğuşlarında işkence ve tecavüz altında geçirenler o cehennemi anlatmışlardı birer birer.

 

İşte onlardan birinin hikayesi:

 

“Kedi’nin tek suçu parlak oluşuydu.

Lakabının nereden geldiğini pek hatırlayan yoktu. Ama 80 yılı Sonbaharında Sağmalcılar Sübyan Koğuşu’nda kalanlar arasında onun o masum, çaresiz yüzünü, iki gece süren feryatlarını unutabilen kimse de yoktu.

 

Koğuş karanlıktı. Ben ranzamın demirlerine yapışmışım. Soluk almaktan korkarak bekliyorum ve dua ediyorum: Allah’ım bitsin bu işkence” diye anlatıyordu İbrahim.

 

İbrahim yattığı yerden koğuşla mutfağın birleştiği küçük antreyi görüyordu. Kedi ortadaydı. Çırılçıplak soymuşlardı. Ve başta koğuş mümessili Nihat T. Yardımcıları Sabahattin Y., Erdal Y. Olmak üzere 20 kişi Kedi’ye tecavüz etmek için sıradaydı. Başlangıçta direnmiş, bağırmış, çırpınmış ve çırpındıkça dövülmüştü. Beşinci, altıncı kişiden sonra artık bir et yığınıydı. Sabaha karşı getirip ranzasına yatırdılar. Ertesi akşam ışıklar sönünce tekrar başladılar. Gündüz saatlerinde topladığı güçle tekrar direnmeye yeltendi. Yine dövdüler, elektrik verdiler. Ve o gece de üstünden geçtiler.

 

Kedi o korkunç iki geceden sonra ancak üç gün yaşadı. Üçüncü günü gardiyanlar gelip ölüsünü bir battaniyeye koyup götürdüler. Öldüğünde 16’sında yoktu. Otopsi raporuna ”darp, fiili livata ve elektrik işkencesi” yazıldı. Sanık hükümlüler yaş küçüklüğü nedeniyle onar yıl ağır hapse mahkum oldular ve apar topar başka cezaevlerinde nakledildiler. İbrahim o olaydan sonra her gece sıçrayarak uyandı.”

 

Bu gerçek öykülerin ardından haber dosyasında Adalet Bakanı Mahmut Oltan Sungurlu ile de konuşuluyordu. Sungurlu’ya göre her şey güllük gülistanlıktı. Bakanlığa gelen şikayet dahi yoktu. Dosyalar ardı ardına kapanıveriyordu…

 

Yıllar geçti ama hiçbir şey değişmedi bu yakada. Hala birileri devir açıp kapattıklarını mı iddia ediyor kameralar karşısında? O zaman çeyrek asırdır, 25 yıldır değişmeyen bu durum nedir? Bize bunu anlatsınlar!

 

Bugün tek değişen, trajedilerin daha az görünür hale geldiği, hızla sümen altı edildiği… Medyanın vicdansızca sessizleştirildiği… Uludere’deki gibi… Pozantı’daki gibi…