Dünya Sağlık Örgütü, 50 yıl öncesine kadar gelişmiş ülkelerde belli oranlarda görülen obeziteyi, bugün dünya geneline yayılmış bir sorun olarak kabul ediyor. Gelişmekte olan ve az gelişmiş ülkelerde de kilolu ve obez sayısının hızla arttığını vurgulayan Örgüt, obeziteyi “salgın” olarak nitelendiriyor. 

Küresel Hastalık Yükü Uluslararası Araştırma Grubu tarafından “New England Journal of Medicine” dergisinde yayınlanan obeziteyle ilgili bir makaleye atıfta bulunan Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Endokrinoloji ve Metabolizma Hastalıkları Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Okan Bülent Yıldız’ın, “Bugüne kadar obezite konusunda yapılmış en geniş çalışma özelliğini taşıyor” dediği makaledeki veriler çok çarpıcı. 

FAZLA KİLOLU VE OBEZ SAYISI 2.2 MİLYARI AŞTI

1980’den 2015’e kadar 195 ülkenin verilerini kapsayan çalışmanın sonuçları 2015 yılı itibarıyla dünyada 108 milyon çocuk ve 604 milyon erişkinin obez olduğunu, toplam fazla kilolu ve obez sayısının ise 2.2 milyarı aştığını gösteriyor. Çocuk ve erişkin obezitesi 1980’den beri 73 ülkede iki katına çıkmış durumda. 

DSÖ raporlarına göre Türkiye’nin obezite ve aşırı kilo sabıkası da bir hayli kabarık. 2018’de yayınlanan Dünya Sağlık Örgütü raporuna değinen ve ntv.com.tr’nin sorularını yanıtlayan Prof. Yıldız, Türkiye’nin %32.1 obezite oranıyla Avrupa’da birinci ülke olduğunu aktardı, “Türkiye’de her 3 erişkinden biri obez, biri fazla kilolu ve yalnızca biri normal vücut ağırlığına sahip. Çocuk ve ergen obezite rakamlarımız da gelişmiş ülkelere benzer” dedi.

"METABOLİZMANIN ALIŞIK OLMADIĞI ANORMAL ÇEVREYE NORMAL CEVABI"

Prof. Yıldız, çok sayıda yerli ve yabancı uzmanı Antalya’da bir araya getiren Uluslararası 6. EndoBridge kongresinin de en önemli konu başlıklarından birinin obezite olduğunu söyledi. Obeziteyi, “genlerimiz ve metabolizmamızın alışık olmadıkları anormal çevreye normal cevabı” olarak tanımlayan Dr. Yıldız, obezitenin durdurulamayan artışındaki sebepleri; “1970’lerden beri genlerimizde bir değişiklik yokken çevremizde önemli değişiklikler var. Otomobil, televizyon, bilgisayar gibi etkenlerle değişen sosyal yaşam ve çalışma şartları ile birlikte azalmış fiziksel aktivite, azalmış gece uykusu ve günlük kalori tüketiminde artış obezite gelişimini kolaylaştırıyor. Son yıllarda insan bağırsak florasında doğal olarak yer alan mikroplardaki (bağırsak mikrobiyomu) değişimin de obeziteye katkısı olduğu ortaya çıktı” şeklinde özetledi.

Obezitenin diyabet, metabolik sendrom ve kanser başta olmak üzere çok sayıda hastalığın ortaya çıkmasında önemli rol oynadığı biliniyor. Peki, vücut kitle endeksinde ivme yukarı doğru ilerlemeye başladığında insan bedeninde ne gibi değişiklikler oluyor ve fazla kilonun metabolizmaya verdiği zarar adım adım nasıl işliyor? 

Obezitenin birçok hastalığın görülme sıklığını, şiddetini ve ölüm oranlarını artırdığına vurgu yapan EndoBridge Kurucusu ve Başkanı Prof. Dr. Okan Bülent Yıldız’ın, bu soruyu yanıtı şöyle: 

“Örneğin VKİ’de her 1 kg/m2 artış diyabet riskini yaklaşık %20 artırıyor. Obezite ilişkili hastalıklar arasında diyabet, lipid ve kolesterol bozuklukları, hipertansiyon, koroner kalp hastalıkları, uyku apnesi, bazı kanserler, karaciğer yağlanması, reflü, eklem rahatsızlıkları, polikistik over sendromu ve kısırlık sayılabilir. Obezitede VKİ artış ile birlikte esas risk teşkil eden vücutta karın bölgesinde ve iç organlar çevresinde biriken yağ miktarının artması oluyor. Bu durum kanda serbest yağ asitleri artışına, dokularda düşük dereceli iltihaplanmaya, vücudun anti-oksidan kapasitesinin zayıflamasına ve insülin direncine neden oluyor. Tüm bu mekanizmalar obezite ile ilişkili metabolik hastalıkların gelişimini tetikliyor.”

AÇLIK HORMONU GHRELİN VE TOKLUK HORMONU LEPTİNİN KİLOYA ETKİSİ

Vücut ağırlığının değişiminde; yağ dokusu, beyin, mide, bağırsak sistemi, karaciğer ve iskelet kası arasında onlarca hormon aracılığıyla çok sayıda mekanizma rol oynuyor. Bu hormonlardan en iyi bilinen ikisi ise açlık hormonu ghrelin ve tokluk hormonu leptin. Ghrelin her yemekten önce mideden salınıyor, acıkmayı ve yemek yeme hissini uyararak yağ artışı ve kilo alımını kolaylaştırıyor. Ayrıca, hipofiz bezinden büyüme hormonu salgısını uyarıyor. Leptin ise yağ dokusundan salgılanarak beyindeki iştah merkezinde tokluk hissini uyandırıyor.

Ghrelin hormonunun açlıkla beraber doğal olarak yükseldiğini, yemek yedikten sonra da düştüğünü kaydeden Endokrinolog Yıldız, obez bireylerde bu hormonun kandaki miktarının zayıflara göre daha az olduğunu söyledi. Ancak obezlerin bu hormonun etkilerine daha hassas olabileceklerini düşündüren veriler bulunduğuna dikkat çeken Uzman, “Diyetle kilo verenlerde ghrelin yükseliyor. Prader-Willi Sendromu adı verilen, ileri derecede obezite, aşırı acıkma hissi ve öğrenme güçlükleri ile seyreden bir bozuklukta, genel obezitenin aksine ghrelin düzeyleri yüksek bulunuyor. Yine aşırı zayıflıkla seyreden kaşeksi ve anoreksiya nervoza durumlarında ghrelin düzeyleri yüksek. Buna karşılık obezite cerrahisi geçiren kişilerde ghrelin düzeylerinde düşme oluyor” bilgisini paylaştı.

EndoBridge katılımcılarından Avrupa Endokrinoloji Derneği Başkanı Prof. Dr. AJ Van Der Lely’inin de dikkat çektiği konular arasında açlık hormonu ghrelin vardı. Kongre programında yer alan “Ghrelin-Açlık Hormonu ve İnsanın Evrimi” başlığını detaylandıran Prof. Lely, ghrelin (açil ghrelin; AG) ve des-açil ghrelin (DAG) peptidlerinin, çoğunlukla midedeki bir gen tarafından kodlandığını belirterek şunları söyledi: 

“MEME KANSERİ HÜCRELERİNİN BÜYÜMESİNİ TEŞVİK ETTİĞİ KANITLANDI”

“Son dönemde ulaşılan kanıtlar, DAG'nin ayrı bir hormon olarak davranış sergilediğini göstermektedir. DAG'nin AG'nin fonksiyonel bir inhibitörü olduğunu öne süren çalışmaların sayısının giderek artması da klinik açıdan potansiyel önem taşımaktadır. Dolayısıyla DAG veya DAG analogları; diyabet, obezite ve Prader Willi sendromu gibi metabolik bozuklukların tedavisine yönelik erken dönem çalışmalarda incelenmektedir. Ayrıca bugünlerde kanser alanında da ghrelin sistemine daha büyük bir ilgi gösterilmektedir. Lokal ve sistemik faktörlerin, östrojen reseptörü pozitif meme kanseri riski yüksek olan postmenopozal dönemdeki obez kadınlarda meme kanseri hücrelerinin büyümesini teşvik ettiği kanıtlanmıştır. Aromataz enzimi tarafından memedeki yağ dokusunda lokal olarak üretilen östrojenler, kanser hücrelerinin çoğalmasını tetiklemede önemli bir role sahiptir. Dolaşımdaki AG ve DAG düzeyleri obeziteyle hemen hemen her zaman ters orantılıdır. Ayrıca bu peptid hormonlarının bazı tümör hücreleri tarafından da üretildiği ve tümör büyümesini etkilediği tespit edilmiştir. AG ve DAG'nin enerji homeostazı üzerindeki etkileri de tümör gelişimi ve büyümesini etkileyebilir. Son olarak DAG'nin iskemide ve Duchenne müsküler distrofisinde kas hücrelerinin durumunu, diyabet hastalarında ise kiloyu ve glisemik kontrolü iyileştirdiği tespit edilmiştir.”

Kaynak: NTV