17 yıllık bir aradan sonra yapılan ekran tartışmasının sönük geçtiğini ve yeni bir söz söylenemediğini ifade eden gazeteci Murat Sabuncu, İmamoğlu'nun "yarışı" Yıldırım’ın önünde bitirdiği görüşünde.

Sabuncu'nun DW Türkçe'de yer alan yazısı şöyle:

Seçim öncesi seyrettiğim ilk açık oturum 1983 yılındaydı. Henüz 14 yaşımdaydım ve 12 Eylül’ün hemen ardından gerçekleşen bu  yayında darbecilerin desteklediği  MDP Lideri Turgut Sunalp, ANAP lideri Turgut Özal ve Halkçı Parti Lideri Necdet Calp vardı. O yayından aklımda kalan Özal ile Calp arasındaki "köprüyü sattırma/sattırmama" polemiğiydi. Seçim sonuçlandığında halk "bunu seç diye önüne sunulanı" sonuncu, ANAP’ı birinci parti yaptı.

Seçim öncesi seyrettiğim son açık oturum 2002 yılındaydı. 33 yaşımdaydım. "Seçim Arenası" adı ile yayınlanan Uğur Dündar’ın yönettiği açık oturumda Tayyip Erdoğan ile Deniz Baykal karşı karşıya geliyordu. Dündar’ın ilk sorusu Erdoğan’a idi ve mealen şuydu: Sıcak bir gelişme ile başlamak istiyorum. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Sabih Kanadoğlu, AK Parti'nin kapatılması istemiyle dava açtı. Bu konuda ne diyorsunuz?

Seçimlerin yapılmasına haftalar kalmıştı. Seçmen mevcut iktidarın ülkeyi ekonomik krize sürüklemesinin yanında, açılan bu davayı Erdoğan ve partisinin "haksızlığa" uğraması olarak da yorumlamış, AKP’yi iktidara taşıyan faktörlerden biri de bu dava olmuştu.

Gelelim bugüne. AKP "haksızlığa uğrayandan", pek çok konu ile birlikte özellikle 31 Mart seçimleriyle ilgili "haksızlık yaptığına inanılan" parti durumuna geldi.  AKP iktidar olduktan 17 yıl sonra, adım adım kaybedilen pek çok demokratik değerin yanında adayların ortak bir yayında karşı karşıya gelmesi ne acı ki "büyük bir sevinçle" karşılandı toplumun büyük kesiminde.

KARARSIZ SEÇMEN BU YAYINDAN ETKİLENMEZ

Yeni bir söz duyulacağı ya da fark yaratacak çıkış görüleceği umuduyla oturuldu ekran karşısına. Sandığa gitmeyen ya da kararsız yüzde 2-3’lük bir seçmen için önemli olabilecek, "seçmenlerin tercihini değiştirebilecek bir tablo" ortaya çıkmadı yayında. Ancak iktidar adayının 17 yıl sonra "karşılıklı yayına çıkma" zorunda kalması bile muhalefet adına bir başarı sayılabilir. Tabii "kazandığı başkanlık haksızca elinden alındı" görüşü sadece kendi tabanı değil, kendisine oy vermeyenlerin bir kesimi tarafından da kabul edilen İmamoğlu’nun elinde güçlü bir "mağduriyet" argümanı vardı.  

31 Mart seçimlerinin iptali ile ilgili tartışmaların yoğunlaştığı ilk kısımda Binali Yıldırım’ın konunun kapanıp "vaatlere geçme" noktasındaki istekliliği bu durumun önemli bir teyidi idi.

YALANCI VE KİBİRLİ TARTIŞMASI

Şimdi yayını başa saralım ve hem moderator hem iki adayın öne çıkan olumlu/olumsuz noktalarını ortaya koyalım.

Moderatör İsmail Küçükkaya büyük bir baskı altında işini yapmaya çalıştı. Bir kaç problemli alan vardı. Birincisi 3 dakikalık süre adaylara yeterli gelmedi. Küçükkaya sorduğu soruları derinleştiren bir çizgi izlemek yerine genelde "saat tutan" pozisyonda oldu. Yayın planlanan gibi 50’şer dakika iki bölüm olmadı. Ek yapıldı. Plansızlık sorularda da vardı. Dünyada bu tip yayınlarda sorular kategorize edilir. Çevre, ulaşım, işsizlik gibi. Yayında bu olmadığı için karışıklık oldu.     

Binali Yıldırım İmamoğlu’na sık sık "yalancı" göndermesi yaparak sinirlendirmeye çalıştı. İmamoğlu ise rakibi ve partisi ile ilgili "kibir"den bahsetti.

Binali Yıldırım adına en büyük sıkıntılardan biri, "yönetmeye talip olduğu belediyeye ait Sayıştay raporundan habersiz" oluşu, okumamış olması idi.

Ekrem İmamoğlu’nun muhafazakar oyları alma/kaybetmeme hedefiyle "alkolsüz belediye tesisleri ile kadın-erkek ayrı havuz" uygulamasının devam edeceğinin altını kalın çizmesi "kişisel tercihlere eşit mesafede saygı" noktasında kendisiyle ilgili soru işareti yarattı.

"FETÖ" TARTIŞMASI

Yıldırım’ın "veri kopyalamak FETÖ taktiğidir" cümlesine İmamoğlu’nun verdiği "ben anlamam o işlerden tecrübem yok" yanıtı başarılıydı. Küçükkaya’nın her iki adaya sorduğu "Pensilvanya’ya gittiniz mi okullarında bulundunuz mu?’ sorusuna ikisi de "yok" yanıtı verdi. Yıldırım’ın "yok" yanıtından iki dakika sonra sosyal medyada Binali Yıldırım’ın Gülen’in kardeşinin cenazesinde saf tutarkenki görüntüleri paylaşıldı.  

Yıldırım’ın uzun süredir tartışılan "belediyenin mülk ve arsa vererek desteklediği çeşitli vakıflar" ile ilgili söylediği aslında ibretlikti. "Bu vakıflar yurtlar yapıyor, sosyal faaliyetler yapıyor, eğitime destek veriyor, FETÖ beyin yıkamak için gençleri devşirip 15 Temmuz’u başımıza nasıl sardıysa, bu vakıflar da o tehlikeyi bir daha yaşamamak için bu işleri yapıyor" dedi.

Zaman zaman devletin denetiminden kaçarak çoğu zaman devletin desteğiyle büyümüş bir zamanların Gülen hareketinin eğitim organizasyonuna yine tam kontrol edilemeyen başka vakıflar yoluyla "düzen" oluşturmayı düşünmek…İmamoğlu bu noktada netti: Devletin kurumu belediyesi varken öğrenci yurdunu neden vakıf açıyor?

Son seçimlerde belirleyici olan Kürt oyları için İmamoğlu "hizmet verirken kimseyi ayırmam" derken, Yıldırım’ın Türkiye’deki Suriyelilerin varlığı ile ilgili "çözüm" olarak söylediği bir nokta önümüzdeki günlerde çok tartışılır. Yıldırım, "Fırat’ın doğusundaki bölgeyi temizleyip Suriyelileri oraya göndereceklerini" anlattı.     

İmamoğlu’nun ve Yıldırım’ın gençlere vaatleri de farklıydı. İmamoğlu "kent yoksulluğuna çözüm çalışmalarına ve genç işssizliğine" vurgu yaparken Yıldırım 10GB’lik internet vermeyi vaat etti. Tabii herkesin aklına hala kapalı Wikipedia’yı da getirerek.

17 yıllık bir aradan sonra yapılan, yeni bir sözün söylenemediği, sönük geçen ekran tartışmasında İmamoğlu gençliğinin getirdiği enerji ve iyi hazırlanmasıyla "yarışı" Yıldırım’ın önünde bitirdi. Dün akşamın en azından şimdilik kazananlarından biri Erdoğan’dı. Kaybetmesi muhtemel İstanbul seçimlerinde aradan sıyrılarak "İmamoğlu’nun rakibi Yıldırım" imajını yerleştirdi.

Gecenin en güzel anı İmamoğlu’nun isteğiyle adaylar ve ailelerin bir arada çektirdiği fotoğraftı. Kutuplaşmanın bu kadar yoğun yaşandığı atmosferde o kare küçük de olsa umut vericiydi.  Küçük umutlara o kadar ihtiyaç var ki…