HDP İstanbul milletvekili Sabahat Tuncel, çözüm süreci, Kobani eylemleri ve HDP'nin hedef gösterilmesiyle ilgili konuştu.

Taraf gazetesinden Tunca Öğreten'in sorularını yanıtlayan Tuncel, Erdoğan'ın HDP üzerinden bir algı yönetimi yaptığı görüşünü dile getirdi. Tuncel, süreci yeniden canlandırmak içinse farklı bir gözlemci ya da mekanizmanın olması gerektiğini söyledi.

Tunca Öğreten'in Sabahat Tuncel ile söyleşisinin bir bölümü şöyle:

MGK toplantısında ilk kez, “İllegal görünümlü legal yapılanmalardan” söz edildi. Bu ifadeler HDP açısından ne anlama geliyor?

Erdoğan daha önce “Artık sabrımız taşıyor” gibi ifadeler kullanmış, AKP’den de “HDP artık siyasi parti gibi hareket etsin” sesleri yükselmişti. Özellikle Kobani direnişi sırasında Türkiye’nin yürüttüğü dış politikalar çöktü. Bu da hükümet kanadının öfkelenmesine neden oldu. Bu süreçte suçu HDP’ye atmaya çalıştılar. Genel seçimler yaklaşıyor ve AKP, milliyetçilerin oylarını hedef alan bir politika izliyor. Fakat bu tutmaz. Bunun Türkiye’yi nereye götüreceğini biliyoruz.

Nereye götürür?

AKP’nin son bir aydır partimize karşı yaptığı nefret söylemleri sonucunda bir arkadaşımızın boğazı kesildi. Saldırganın ifadelerinde Kobani olaylarına dikkat çekmesi ve “HDP üyelerine mesaj verdim” demesi bunun göstergesi.

Bunun planlı bir saldırı olduğunu mu düşünüyorsunuz? Azmettiricisi kim?

Elbette planlıydı. Saldırgan parti binası içinde nerede kamera olduğunu iyi biliyordu. Bu olayın azmettiricisi HDP’ye karşı yapılan nefret söylemleridir.

HDP neden illegal yapılanma olarak algılanıyor?

Erdoğan, HDP üzerinden bir algı yönetimi yapıyor. Partmizin ortaya çıkardığı büyüme potansiyeli ve ilgiyi siyaseten azaltmak için uğraşıyor. Bizi, şiddet odaklı bir parti gibi göstermeye ve 6- 7 Ekim’de çıkan olaylarda yaşananları üzerimize yıkmaya çalışıyor.

6- 7 Ekim olaylarında 40 kişinin hayatını kaybetmesinde HDP’nin de sorumluluğu olduğunu düşünüyor musunuz?

Yaşananların sorumlusu; Kürt, Suriye ve Kobani politikasını yanlış yürüten AKP hükümeti. Hatırlarsınız Erdoğan Gaziantep’e gidip, “Kobani ha düştü, ha düşecek” demişti. Üstüne bir de IŞİD ile PKK ve PYD’yi bir tutan açıklamalar gelince... Dünya Kobani ile dayanışma içerisindeyken; AKP’nin IŞİD’e karşı tavır almaması, sınırlarını kapamaması insanları çok öfkelendirdi. Öfke patlamasıyla sokağa çıkan halkın karşısına da paramiliter güçleri çıkardılar. Fakat AKP, “Ölümlerin sebebi insanları sokağa çıkaran ve siyasi parti gibi davranmayan HDP’dir” sözleriyle olayın sorumluluğunu bizim üzerimize atmaya çalışıyor ve algı operasyonu yürütüyor. Ancak tüm bu söylemlere ve karalamalara rağmen HDP, Türkiye Cumhuriyeti yasalarına uygun kurulmuş bir partidir.

Fakat parti olarak halka, “Sokağa çıkın” çağrısı yapmıştınız...

HDP’nin “Sokağa çıkın” çağrısı çok haklı ve yerindeydi. “Kobani düştü düşecek” diye çağrı yapan hükümet insanları çok öfkelendirmişti. HDP’nin çağrısını beklemeden sokağa çıkanlar da vardı. Avrupa’nın her yerinde insanlar sokağa çıktı. Fakat bir tek Türkiye’de sorun yaşandı çünkü hükümet “paramiliter” güçlerin ortaya çıkmasını teşvik etti.

Kimden söz ediyorsunuz? HÜDAPAR’ı mı kastediyorsunuz?

Devlet, kendine iyi ve kötü olarak iki Kürt yaratmış. İyi Kürt onlar için HÜDAPAR olabilir. AKP, ideolojik olarak ılımlı İslam’ı, muhafazakâr toplum anlayışını savunan bir gelenekten geliyor. Toplumu da buna göre şekillendiriyor ve HÜDAPAR gibi gruplarla daha iyi anlaşıyor. Bu noktada partimizi yaşananlardan sorumlu tutmak, iktidarın seçim öncesi yaptığı bir oyun. Kaldı ki biz Kürt hareketi olarak HÜDAPAR ile çatışmak istemiyoruz. Benim şahsi fikrim; 90’ların “Hizbulkontra” mirasına HÜDAPAR’ın sahip çıkmaması gerektiği yönünde.

AKP’nin yaklaşan genel seçimle ilgili kaygılarının olduğunu mu söylüyorsunuz? Hükümet seçimi kazanmak adına barıştan vazgeçebilir mi?

Seçimle bağlantısı var tabii ki. AKP hükümeti uzun zamandır Kürt hareketi önderi Sayın Öcalan’la müzakere ediyor. Kamuoyuyla paylaşılmış bir yol haritası olmasa da; neler yapılacağına dair başlıkların olduğu bir plan var ortada. Şimdi bu süreç olumlu bir noktaya gelmişken savaşı derinleştirmek; sanıyorum ki kimsenin işine gelmez. O yüzden resmin tamamına bakmak gerekiyor.

Çözüm süreci ne durumda? Sürecin nasıl işleyeceğine Öcalan mı karar veriyor, yoksa Kandil mi?

Demokratik süreç Sayın Öcalan tarafından başlatıldı. Öcalan’ın savunmalarına baktığımızda; Orta Doğu’da yeni bir çözüm arayışında olduğunu görüyoruz. Demokratik Özerk Kürdistan tezinin sadece Türkiye açısından değil, Suriye, Irak ve tüm Orta Doğu için gerekli olduğunu belirtiyor. Bunu da silahlı mücadeleyle değil, demokratik siyasi bir yöntemle yürütmek istiyor. Süreci kimin başlattığı ve yürüttüğü tartışmasında Öcalan’ın bunu dizayn ettiğini düşünüyorum. Devlet; inkâr, imha ve asimilasyon noktasında kendi başarısızlığını gördü. Yaşanan katliamlar da sonuç vermedi. Kürtler her defasında örgütlenerek ve daha da güçlenerek mücadeleye devam etti. Bu bağlamda devlet başarısızlığa uğradığını ve yeni bir politika izlemesi gerektiğini anladı. O açıdan ben bu çözüm sürecinin sıkıntılı da olsa devam edeceğini düşünüyorum.

Kürt siyasi hareketi her defasında AKP hükümetine destek vermekle eleştirildi. Sizce neden eleştiriliyorsunuz?

Bu süreçte devlet adına müzakereyi yürüten AKP’yi muhatap almamız çok doğaldı. Aynı zamanda AKP’nin tüm politikalarını eleştiren, teşhir eden yine biz olduk. Yani Kürt sorununda hükümetle müzakere etmemiz, toplumsal alanda mücadele etmeyeceğimiz anlamına gelmiyor. Kürtlere; “Eskiden şiddet vardı, artık yok, unutalım gitsin” dediler. Keza KCK operasyonları da AKP döneminde oldu, güvenlik yasaları çıkartıldı. Her ne kadar bu yapılanları Cemaat’in üstüne de atsa, AKP bu işten kurtulamaz. Çünkü şimdiye kadar birlikte yediler, şimdiyse birbirlerini yiyorlar. Ben KCK tutuklamalarının Erdoğan’ın bilgisi dışında yapıldığını sanmıyorum.

Murat Karayılan bir Avusturya gazetesine, “Çözüm sürecinde ABD’nin gözlemci olmasını istiyoruz” açıklaması yaptı. Bunu, AKP’ye olan güvensizlik olarak mı, yoksa ABD’nin Kobani’ye yaptığı yardımlar sonrasındaki stratejik bir yakınlaşma olarak mı okumalıyız?

Türkiye’de de önce akil insanlar denetiminde süreç yönetilsin istendi ama hükümet onları kendi kadrolu elemanı gibi sahaya gönderdi. Şu an askıya alınmış olarak görülen süreci yeniden canlandırmak içinse farklı bir gözlemci ya da mekanizmanın olması şart. Son dönemlerde aralarında sorun varmış gibi gözükse de Türkiye bir NATO ülkesi ve ABD de onun en yakın müttefiki. Fakat AKP diyor ki, “Gözlemci de, görüşmeci de, taraf da ben olayım. Ben de soruyorum: Kiminle barışacaksınız? Kendi, kendinize mi?