Eşitsizliğin bedeli muktedirler için ne zaman işler? Rusya - ABD - İran üçgeninde Kürtler

Aslında verili koşullar altında ve verili kısa ömrümüz içinde yapabileceğimiz; dengeli bir iktisadi büyümeye ve adil bölüşüme dayalı bir sosyal refah düzeni, farklı çıkar ve tercihlerin kendisini ifade edip uzlaşmasına ve özgürlükleri -hakları önceleyen bir hukukun üstünlüğüne dayalı siyasal rejimi gerçekleştirebilmekten ibaret. Başka fantazilere kapılıp insan hayatlarını harcamanın çok bir anlamı yok…

Fakat bunun önündeki en büyük, engel bu fantazmalar değil. Muktedirlerin eşitlenmeye razı olmamaları. Bunu Ahmet İnsel de son röportajında dile getirmiş.

Sermayedarın işçi ile, Türk’ün Kurd ile, erkeğin kadın ile, heteroseksüel’in homoseksüel ile, şehirlinin köylü ile eşitlenmeye razı olmaması nedeniyle kaybedilen refah imkanlarına Amerikalı iktisatçı Robin Hahnel, Siyasal İktisadin ABC’si isimli kitabında “güç oyununun bedeli“ diyor.

10 dilimlik pastadan A kişisinin 7, B kişisinin de 3 dilim aldığını ve B’nin sonrasında bu pastayı 16 dilimlik daha büyük bir pasta haline getirecek bir projeyle 8’er dilim halinde bölüşmeyi önerdiğini ve A’nın bunu +1 dilimlik (=8-7) faydasına rağmen sırf B ile eşitlenmemek için reddettiği durumu tarif ediyor Hahnel, “güç oyunun bedeli“ tabiri ile. Sadece A kişisi 1 dilim’den olmuyor; genel toplam refah da 6 dilim (=16-10)kaybetmiş oluyor.

Eşinin çalışmasına, kendisinin de refahına katkı sağlayacağı halde, karısına karşı pazarlık gücü azalıp onunla eşitleneceği için karşı çıkan bir koca, buna en bariz örnektir.

Kürtlerle eşitlenmeyi kabullenemeyen ve bu yüzden huzurlu ve daha müreffeh bir ortamda yaşayabilme ihtimalini ıskalayan Türkler de buna bir örnektir.

Emeğin payını düşürmek yoluyla kar oranını artırmak isteyen sermayedarlar için de benzer bir durum geçerli:

Aşağıdaki grafik, ABD örneğinde, birim katma değer başına Finansal olmayan firmalarca edinilen kar oranının, emeğin GSMH’dan aldığı paydaki düşüşe parallel olarak arttığını gösteriyor. (Bu piyasadaki oligopolleşmenin, göstergesi.) Fakat öte yandan bu firmaların edindikleri brüt karların GSMH’daki payı, aynı şekilde artmadığı ve düştüğü gibi, daha istikrarsız hale gelmiş.

Buradan edinilecek ilk sonuç; emek ile sermaye uzlaşışına dayalı sosyal refah devletinin sermayenin de lehine olduğu ve Marksistlerin iddia ettiği gibi uzlaşmaz çelikten bir çatışma olmadığı…

Bu örneği vermekteki muradım, en uzlaşmaz diye bildiğimiz çatışmanın bile uzlaşışının taraflara extra refah katkısı sağladığını göstermek.

Peki sermaye buna neden razı değil?

Öncelikle her sermayedar, ait olduğu sınıfın çıkarından önce kendi bireysel çıkarına, yani pazar payına öncelik veriyor. Yani toplam ekonomide oluşan o brüt kardan kendi payının çoklaşmasını önceliyor. Bunu çoklaştırmaya (=monopol olmaya) yönelik hamleleri de piyasada rekabetin azalmasına ve genel toplamdaki brüt karın düşmesine yol açıyor. Başka bir ifadeyle, kar payını artırmak, toplam karın düşmesine yol açıyor.

Peki bu sorunun nasıl üstesinden gelinebilir?

Yani bir muktediri, eşitlendiği durumda edineceği extra refah kazancı eşitlenmeye razı etmeye yetmiyorsa, eşitsizliğin devamı durumunda katlanacağı kayıplar eşitlenmeye ikna edebilir mi?

Yani yukardaki örnekten gidersek, B kişisi, A kişisini o elindeki 7 dilimden etmekle (yada dilim sayısını 7’den daha aza indirmekle) tehdit ederse, A eşitlikçi projeyi kabul eder mi?

Bu, birincisi B’nin bu tehdidi gerçekleştirme gücüne ve ikincisi olarak da B’nin A’yı 7 dilimden ettiği takdirde kendisinin 3 dilimden daha azına razı olup olamayacağına bağlı.

Batı işçi sınıfının, işlevsel grevlerle tehdit edebildiği sermaye karşısındaki durumu bunun işe yaradığını gösterirken; Kürtlerin Türkler karşısındaki durumu, bunun işe yaramadığını gösteriyor: Kürtler tüm kayıpları göze almış durumda ve Türkler tüm kayıplarına rağmen hala ikna olmuyorlar.

Bu açmazı cevaplamak için aslında şu soruyu sormak gerekiyor belki:

Kürtler, Türklerle eşitlenmek mi istiyor? Yada Türkler, Kürtlerle yaşamak istiyor ama sadece eşitlenmek istemiyorlar mı?

Galiba iki sorunun cevabı da “Hayır!“.

Yaşanan sarsıcı olaylara verilen keskin farklılıktaki tepkiler, iki tarafın da birlikte yaşamak gibi bir derdi kalmadığını gösteriyor.

Sorun (şimdilik) ayrılamamakta… İki taraf da (ve diğer dış aktörler de), ayrılık olduğu zaman neyi nasıl yapacağını pek bilmiyor.

Eğer birlikte yaşamak gibi bir dertleri olsaydı, her iki tarafın da, müzakereler sonrası tırmanan şiddet bu raddeye gelmezdi; sadece tarafların birbirini zayıflatmak için uyguladığı sembolik şiddetle sınırlı kalırdı. Uygulanan şiddetin türü ve yoğunluğu, ayrılık hedefli…

Temmuz 2015’ten beri PKK’nın uyguladığı “savaşı şehire taşıma politikası“, Türkiye Kürdistan’ini Rojava’ya eklemek/ oradaki gibi bir fiili durum yaratmak hedefinde…

Peki ayrılık, bölgenin şimdiki ve yakın gelecekteki sosyo-ekonomik koşullarında bir yere oturuyor mu?

Cevap net: Hayır!

İran’ın ABD ve Batı ile yakınlaşarak yükselişe geçtiği bir dönemde TC için en büyük hatası, kendi Kürt topraklarının Suriye Kürdistanı ile birleşip İran’la yakınlaşması olacaktır…

Türkiye ve Suriye‘nin Kürdistan bölgelerinin birleşmesini ABD- İngiltere de şimdilik uygun görmüyor. Çünkü bu durumda NATO üyesi müttefiki Türkiye üzerinden işlettiği Ortadoğu’daki etki alanı daralmış olacak bu durumda. Türk hükümeti bunu bildiği için bu kadar pervasız ve barbarca davranabiliyor ve Batı da ses çıkarmıyor.

Türkiye’yi bu noktada (NATO ve Kürtler karşısında yani) tek kısıtlayacak olan İran’ın kapitalist dünyayla entegrasyonudur.

Fakat öte yandan NATO karşısında elini güçlendirecek olan Rusya’nın bölgede etkinliğini artırması, İran’ı ABD’yle yakınlaşmaktan vazgeçirip kendisine yakınlaştırmasıdır.

Dolayısıyla eğer İran’ı Rusya değil de Batı ve ABD kendisine çekerse (Rusya’nın bölgeye girmesi Esad’ı desteklemek- İŞİD’i bertaraf etmekten ziyade, asıl olarak İran’ı kaptırmamak hedefiyledir), Türkiye NATO karşısında Kürt sorunu konusunda zayıflar.

Ancak o zaman Kürtlerin ayrılması yada eşitlenme taleplerinin bastırılması, kibirli Türkler için kaldıramayacakları maliyet düzeyine ulaşabilir.

Yani, muktedirin eşitlenmeye razı edilmesi ve karşılaştığı maliyetler hakkındaki kararı, içinde yaşadığı üst-yapıyla ve diğer seçeneklerin çokluğu ve gücüyle ilintili.