Milat Gazetesi’nden Emine Uçak Erdoğan, geçtiğimiz günlerde hava operasyonlarında öldürülen PKK komutanlarından yeğeni Yücel Halis’in ölümü üzerine konuştu:


Bir polis yeğenini silahlı bir eylemde, PKK üyesi yeğenini ise dağda kaybeden Eşitlik ve Demokrasi Partisi Kurucu Genel Başkanı Ziya Halis, yalnızca şehitler geldiğinde ya da örgüt üyeleri öldüğünde Türkiye’nin ayağa kalktığını, bunun yanlış olduğunu dile getirdi. Herkesin Kürt meselesini 24 saat gündeminde tutması gerektiğini söyleyen Halis; Bu zor bir şey değil, bu barış olabilir, silah susabilir” dedi.


Ziya Halis, Çalışma ve Sosyal Güvenlik eski bakanı ve yine aynı zamanda Eşitlik ve Demokrasi Partisi’nin kurucu ve ilk genel başkanı. Geçtiğimiz günlerde medyada yer almasının sebebi ise siyasi geçmişi değil, PKK üst sorumlularından olan yeğeni Yücel Halis’in öldürülmesiyle ilgiliydi. 2 yıl önce Buluşan Kadınlar olarak Akder’le birlikte düzenlediğimiz “28 Şubat Bin Yıl Süremez” toplantısında tanıştığımız Ziya Halis, yeğeninin ölümünün ardından sessizliğini ilk kez Miladi Söyleşi için bozdu. Lise yıllarına kadar evinde baktığı 6 yakınından biri olan Yadigar Akanlaç isimli polis yeğeni 1990 yılında sol örgütler tarafından vurulan Ziya Halis’le, Ankara’daki evinde bayramın dördüncü günü yaptığımız görüşmede, PKK’li yeğeninin ölümünü ve çatışmalı dönemden nasıl çıkılabileceği üzerine konuştuk.


Yeğeniniz Yücel lise yıllarında sizin yanınızda kalmış, biraz anlatır mısınız o yılları…

Yücel, ağabeyimin 5 çocuğundan dördüncüsü. Köyde okul olmadığı için liseyi bitirene kadar benim evimde kaldı. Bu sebepten dolayı 6 yeğenim bu şekilde benim evimde kalmıştır yıllarca. Ben o sıralarda Sivas’ta mühendislik yapıyordum. Ortaokuldan sonra Ankara’ya taşındık, Yücel liseyi Atatürk Lisesi’nde okudu. Liseden sonra Anadolu Üniversitesi İktisat Fakültesi’ni kazandı ve 1985 yılında Eskişehir’e gitti.

Nasıl bir çocuktu?

Yücel sessiz bir çocuktu. İçine kapanıktı. Kenara çekilip okuyan, sözümüzü dinleyen bir çocuktu. Bakkala hep onu gönderirdik, uysallığı sebebiyle.

PKK’yla teması üniversite yıllarında mı olmuş?

Evet. Eskişehir’de temas etmiş. Zaten okulu bitince bir mektup bırakıp PKK’ye katılacağını söylemiş ve ortalıktan kayboldu.

Hiç fark etmediniz mi ondaki bu değişimi?

Yücel’le üniversiteye gidene kadar hiçbir zaman siyasi konularda konuşmadık. PKK’yle ilişkilendiğini de hiç fark etmedim. Fark eden varsa benden gizlemiş olmalı. Üniversitedeyken ailesi Ankara’ya taşındı onlar daha çok ilgilenmeye başladı. Benim de yoğunluklarım artmıştı tam ilgilenemiyordum. Hatta şunu hatırladım şimdi. Yücel mezun olup geldiği sıralarda ben Erzurum’un Hınıs ilçesinde bir içme suyu projesini yürütüyordum. Başında doğru dürüst kimse yoktu. Yücel’e dedim ki ‘hazırlan Hınıs’a gidip işin başına geçmeni istiyorum. İşte biraz mırın kırın etti, Amca bana biraz zaman ver, işlerim var vs dedi. Bir hafta on gün gibi bir zaman vs dedi. Bir hafta sonra da gitti.

KOD ADI ÇOCUKLUK ANILARINDAN

Kürt meselesi çok konuşulur muydu, bu konuda bir duyarlılık var mıydı ailede?


Bizim bölge Koçgiri ayaklanmasının olduğu bölge. Ayaklanmayı bastırmak için köylerde insanlara, çocuklara, kadınlara çok zülüm yapılmış, hayvanları bile telef etmişler. Bu hikayeleri dinleye dinleye büyüdük. Hemen hemen bütün ailelerin böyle bir hikayesi vardır o bölgede. Mesela annem anlatırdı. Anneannem askerler köye gelince, ki o zaman erkekler silahlarını bıraktıkları halde canlarını kurtarmak için dağdalar ve sadece kadınlar var köyde. Annem o sırada 4-5 yaşında, ben ölsem bile o yaşasın diyerek bir çalılığın arkasına gizlemiş ve kaçmış. Sonra dedemle buluşmuş. İlk çocukları o zaman. Sonra orada Korkut adında bir Türk köyü var, dedemin orada ticaretten dolayı tanıdıkları varmış. Ve o köylülerden biri anneannemin tarif ettiği yere gidip annemi bulmuş. Yücel de bu hikayeleri dinlemiştir mutlaka çocukluğunda.

Aynı zamanda sosyalist bir aile ortamı değil mi?


Evet. Ailenin büyük çoğunluğu sol, sosyalist kimliğinde. Gençlik dönemleri sol ve sağ ayrımının yoğun olduğu yıllara denk geldi. Benim aktif siyasi mücadele hayatım da etkili olmuştur mutlaka, bu konularda duyarlı olmalarına.

Bu arka plan, gittiği üniversitede yolu PKK’yle kesişince katılmak konusunda daha kolay karar vermiştir diyebilir miyiz?

Evet, benim tahminim de öyle. . PKK’yle teması da bundan dolayı olmuştur ilk başta.

Kendisine aldığı kod isim de bunu doğruluyor sanırım…

Alişer, Koçgiri hareketini yapan Alişan Bey’in bugünkü tabirle danışman konumundaki kişi. Eğitimli, gazete çıkaracak birikimi olan birisi. Kendine kod adı olarak onu seçmiş.

Mektup bırakıp gittiği güne dönersek, sonra ne oldu?

Sonra bir yıl boyunca Yücel’den haberdar alamadık. Kimileri Yunanistan’a gittiğini, oradaki kamplarda eğitim gördüğünü söylüyordu. Sonra Ankara’ya geldi. Bir gün oturup konuştuk. Biraz da tartıştık.

Sebebi neydi tartışmanızın?

Ona ‘hiçbir anne baba, (onları evlatlarımdan ayırmadığım için) çocuğunun eline silah alıp dağa çıkmasını istemez. Gitme bunun sonunda ölüm var. Tez yoldan dön. Kürt halkının zulme uğradığı doğrudur. Bu tabloyu biliyorum. Ama bununla mücadelenin yolu eline silah alıp dağa çıkmak değildir’ dedim. Onu ikna etmek için uğraştım. O gün de bugün de aynı şeyi düşünüyorum. Ne yapılacaksa demokratik sivil mücadeleyle yapmak lazım. Ama Yücel’i öyle bir şeyde gördüm ki, hiç ikna olacak gibi değildi.

Sizin tutumunuzu küçümsedi mi?

Evet, tam da öyle dediğiniz gibi. Küçümseyen bir tavır içindeydi. Hatta benim tavrımın ihanet olduğunu ima eden bir tavrı vardı. Bir iki gün sürdü bu tartışmalarımız. Ama o kararını vermiş ve yine birden ortadan kayboldu. Bir süre sonra 1990 yılında polis tarafından yakalandı. Ve tutuklanarak cezaevine gönderildi. 2 yıl PKK üyeliğinden dolayı hapiste kaldı. Cezaevindeyken birkaç kez ziyaretine gittim. Artık bundan sonra normal yaşama dönmesi gerektiğini söyledim yine. İşin doğrusu tekrar gideceğini sanmıyordum.

Bir yıl önceki görüşmenizle değerlendirdiğinizde nasıldı tutumu, daha mı keskindi?

Cezaevinde çok uzun uzun sohbet etme imkanımız yoktu. Ama çok sessizdi bu kez tartışmaya girmiyordu. Ya tebessüm ediyordu, ya susuyordu.

HABUR’DA DÖNECEĞİNİ ÜMİT ETTİK

Sonra?


93’de cezaevinden çıktıktan sonra Yücel bana hiç uğramadı. İstanbul’a gidip Özgür Gündem gazetesinde çalışmaya başladı. Müessese müdürü olarak çalışıyordu. Sonra duyduk ki 93’ün kasım ayında orayı da bırakmış dağa gitmiş. Bir daha hiç görüşmedik. Aramadı.
Benim belli muhalefetimi biliyordu. O bir karar vermiş. Ben zaten bir siyasi mücadelenin içindeyim. Ama verdiğimiz mücadele biçimleri farklılaştığı için aramadı ve küçümseme meselesi de hep sonraki süreçlerde de devam etti sanırım.

Nerden öğrendiniz bunu?

Yücel bir ara Koçgiri Zara bölgesindeydi bununla ilgili konuşmaları geliyordu kulağıma.

Sizin siyasi mücadelenizi küçümsüyor ama kayıtsız da kalamıyor bir anlamda, sizce de öyle değil mi?

Ben bu değerlendirmeye bir şey demeyeyim. Ben onun amcasıyım bu süreçteki mücadelem mutlaka onun süzgecinden geçmiştir. Ama bunu nasıl yargıladığı hangi süzgeçlerden geçirdiği hangi psikolojiye hangi algıya dönüştüğü tam bilemiyorum. Ama sizin söylediğiniz hiç yabana atılmayacak bir yorum.

Habur zamanlarında siz de yeğeninizden dolayı bir beklenti içine girmiş miydiniz?

Her zaman yüreğimiz ağzımızdaydı. Tabii ki diğerlerine de bir şey olsun istemiyoruz, askere de bir şey olsun istemiyoruz hiç ayrımsız. Hepsinin annesi babası var. Ama Yücel bizim çocuğumuz nihayetinde, o bizi daha çok kaygılandırıyor. ’İnşallah bu barış olur ve Yücel de dağdan döner aramıza katılır’ diye dua ediyorduk. O benim oğlum silahını bırakıp eve gelmesi beni mutlu etmesin mi? O dönemde bu sevinç bile yanlış yorumlandı.

Ölüm haberini nasıl aldınız?

Roj TV’de çalışan, daha önce benden demeç alan bir gazeteci aradı beni, söyledi. Ailenin diğer üyeleri ANF’nin haberiyle öğrendiler. Hiç beklemiyorduk… (gözleri doluyor) Yücel 20 yıldır dağdaydı, alışmış gibi hissediyorsun yokluğuna. Ama bir anda öldüğü haberi geliyor, alışamadığını anlıyorsun.

Yeğeniniz için cemevinde verdiğiniz taziye yemeği Aleviler arasında tartışmalara sebep oldu gibi haberler yer aldı basında?

Bugün Gazetesi bizi çok üzen bir haber yaptı. Taziye yemeği verilecek cemevinin hem adresini hem yerini yayınlamışlar. Adeta gidip basın demeye getiriyorlar. Bu haberle Aleviler arasında tartışma çıkarmak istiyorlar. Haberi yapan muhabiri aradım telefonuma bile çıkmadı. Öyle yazıldığı gibi Alevilerden tepki gösteren de olmadı, zaten bu tamamen taziye amaçlı bir yemekti. Haberin her yönü yalan yanlış bilgilerle dolu. Yücel’in Sivas olayları sırasında daha önce güya benim bakanlığım sırasında atadığım Kültür Müdürü’nü yönlendirerek Aziz Nesin’i şehre getirdiğini yazmışlar. Ben 95 yılında bakan oldum olaylar sırasında bakan bile değildim. Böyle gazetecilik olabilir mi?

DUYGUSUZ SORULARLA KARŞILAŞTIK

Bu konuda gazetecilerle aranızda geçen ilk üzücü konu bu değil sanırım.


Evet. 1994 yılında yine Yücel ile ilgili haberler yapıldığı bir sıradaydı. Sivas’taki bir televizyon kanalına röportaj veriyordum. Ve başka bir yeğenim polis olan Yadigar, sol bir grubun saldırısıyla öldürülmüştü. Ve biz onu köyümüze gömmüştük. Bana şöyle bir soru sordular. ‘Yücel’le Yadigar aynı mezarlıkta gömülse önce hangisini ziyaret edersiniz?
Bu kadar duygusuzca bir soru olabilir mi? Çocuğu devlete karşı bir suç işlediyse çocuğunu kaldırıp atmalı diye düşünüyorlar. Hain dediklerine sizin de hain demenizi istiyorlar. Çocuğun yanlış bir şey yaptıysa sen de vatan haini oluyorsun. Benim babamın babası yani dedem Sarıkamış’ta şehit oldu. Bana bu duygusuz soruları soranların, tahrik edenlerin, sıkıştıranların hiçbirinin ailesinde şehit yoktur, sanmıyorum.

Haberi yapan muhabir sizi hiç aradı mı haberi hazırlarken vs?

Yok. Ben aradım böyle bir haberi nasıl yaptın diye telefonuma çıkmadı. Başka gazetelerden televizyonlardan çok arayanlar oluyor ama hiç kimseyle konuşmak istemedim. Konuşacak laf yok, ne diyebilirim ki?

Çatışmaların, şiddetin arttığı bir dönemdeyiz. Nasıl bakıyorsunuz geldiğimiz noktaya?

Geldiğimiz nokta bizim ailemiz için en istemediğimiz nokta. Yücel’i kaybettik. Bizim için büyük bir yıkım.

Yücel’in ölümü Kürt meselesinin çözümü konusundaki umudunuzu azalttı mı?

Çok azaldı. Haziran’dan bu yana yaşadıklarımızdan, tutuklamalar, operasyonlar umudumuzu azaltıyordu ama işin doğrusu Yücel’in ölümü bunu daha da azalttı. Azaldı ama umudumuzu kaybediyoruz demek değil bu. Barış barış barış diyoruz çünkü başka çaresi yok.

Barış aşamasına nasıl geleceğiz sizce?

Bir kere sayın başbakanın bu yeni girdiği şiddet temelli tutumdan çıkması lazım. PKK en kısa zamanda ateşkes sürecine girmelidir. Bütün demokrasi güçleri, legal Kürt siyasetçileri bu sürecin barış sürecine gitmesi için üzerine düşeni yapması gerekir. Hani yumurta kapıya dayandığında diye bir laf var, bizim de aklımız hep son anda geliyor başımıza. Şehitler geldiği zaman, askerler, PKK’liler öldüğü zaman ayağa kalkıyoruz. Bu yanlış. Herkes bu meseleyi 24 saat gündeminde tutmalı. Bu zor bir şey değil, bu barış olabilir silah susabilir. Ama bunun için siyasi iradenin yani AKP’nin geldiği şiddet odaklı çözüm yolundan vazgeçerek açılım politikalarının altını doldurması gerekir. Valla yoksa kan gövdeyi götürecek, yeni Yüceller, Aliler, Veliler hayatını kaybedecek.

Bu bir anlamda bu acılardan nasibini alan birinin uyarısı mı?

Hayatım boyunca hiçbir din dil ırk ayrımı yapmadan tamamen barış ve demokrasi temelli bir siyaset yaptım. Türkiye’nin temel sorunlarının çağdaş bir demokrasinin yerleşmesiyle çözüleceği bakış açısına sahip bir insanım. Toplumsal barışımızın gerçekleşmesi için elinde güçleri, imkanları olan kesimlere şunu hatırlatmak isterim. Hiç kimse bu devran hep böyle sürer diye düşünmemeli. AKP ve ona yakın kesimler bu devletin sahibi hep ben olacağım diye düşünmekten vazgeçmelidir. Bu sorunun daha önce denenmiş şiddet temelli operasyonlarla çözülmeyeceği kesindir. Tekrar ısrar etmenin bir anlamı yoktur. Bu sorunun muhataplarıyla diyalog yoluyla sorunun çözümüne dönük projeler gerçekleştirmesi gerekiyor iktidarın. Başka çocuklar ölmesin, askerler ölmesin, PKK’liler ölmesin, anneler ağlamasın. Biz ağladık, ağlıyoruz kimse bundan sonra ağlamasın.