İftarlık Gazoz', yaz günü ailesinden habersiz oruç tutan bir çocuğun yaşadıklarını konu ediniyor, Ölüm Oruçlarına kadar uzanıyor. Film izleyenleri önce gülmekten sonra ağlamaktan öldürüyor.

Yönetmen Yüksel Aksu, “Ucuz esnaf kafasıyla Cem Yılmaz'ı her yere serpiştirip doğaçlamalar yaptırarak tribüne oynayabilirdim ama yapmadım” diyor.

Yönetmen Yüksel Aksu, Ayhan Hülagü’nün sorularını yanıtladı:

İftarlık Gazoz'da seyirciyi nasıl bir hikâye bekliyor?

Dörtte üç itibarıyla sevimli bir çocuk hikâyesi. 11 yaşında oruç tutmak isteyen bir çocuğa büyüklerinin ‘sıcak, çalışıyorsun, küçüksün, büyüyünce tutarsın', imamın ‘size farz değil' demesine rağmen gizlice oruç tutma hikâyesini anlatıyor. Niyet ettiği sabah bilerek bozarsa 61 gün kefaret orucu tutacağını öğrenince gerilim başlıyor. Gerilimi komik, tesadüfî olaylar üzerine kuruyoruz. Bütün kasaba sanki sözleşmişçesine ona karpuz uzatıyor, mangala çağırıyor, çaya davet ediyor. Özlemini duyduğumuz mahalle kültürü, mani okuyup türkü söyleyerek toplu çalışma, yazlık sinema, maç izleme, teravih sonrası bitmeyen çay sohbetleri… Kaybettiğimiz topluluk ritüellerini resmetmeye çalıştım.

Anlatılanlar çocukluğunuzdan nasıl izler taşıyor?

Küçükken dondurma satarken ben de böyle bir şey denedim. Ramazan o zaman 16 saati buluyordu. Bir tarafta akranlarım karşımda dondurma yalıyordu, bir tarafta sahilde bikinili kızlar. Nefis terbiyesi yaptım. Allah kabul etsin tuttum ama iflahım kesildi. Çocukluğumun gözlemlerinden yola çıkarak hikâyeyi yazdım. Çoğunluğu kurmaca. Sonuç itibarıyla Star Wars değil. Diğer filmlerimden farklı olarak trajik bir finali var. Komik başlayıp trajikomik devam edip yine trajik bitiyor. Çok güldüreceğim ama finalde ağlatacağım.

70'li yılları anlattığınız için 40'ına merdiven dayayanlar kendinden daha çok şey bulur diyebilir miyiz?

40 üstü yaş grubu çok beğenir. Nostaljik bulur, hüzünlenir, ağlar. Ancak onlar sinemaya gelmiyor. Evinde göbek büyütüp televizyonu bekliyor. Gelmelerini çok isterim. Çocuk hikâyesi olduğu için yeni kuşağa izlettim, rahat takip ettiler. Sadece tikiler, ciksler kendilerini bulamayabilir ya da öyle bir evreni özlemiş olabilir. Çünkü seyirci sosyolojisini artık takip edemiyorum.

Fazla seyirciye ulaşsın diye matematik yapmadınız mı hiç?

Seyirci dostu filmler yapıyorum ama sadece izlensin diye seyirciye kendimi teslim etmiyorum. Burada Cem Yılmaz gibi koca bir star var. Ucuz esnaf kafasıyla baksan Cem Yılmaz'ı her yere serpiştirip doğaçlamalar yaptırarak tribüne oynayabilirsin. Cem, iyi bir oyuncu olduğu için karaktere bürünüp çok sağlam ve sofistike bir karakter çıkardı. Dolayısıyla bu film de özel bir pozisyonda. Butik, şahsi seyircim için de özel bir yapım ama bana benziyor yine de.

Cem Yılmaz yazan, yöneten, oynayan biri. Filme oyunculuk dışında ne tür katkısı oldu?

Meslekî tecrübesi benden fazladır. Ona yakın filmi var, farklı setlerden tecrübesi. Özellikle dijital efektlerde, kafamın karışık olduğu yerlerde danıştım, ‘şunu şöyle yaparsan daha kolay çözersin' diyordu. O anlamda yönetmen partneri olarak çok katkı sağladı. İkimizin de kompleksi yok. Velev ki deseler ‘Bu bir Cem Yılmaz filmidir', hayır demem. ‘Cem Yılmaz yönetmiş', ona bile hayır demem. Ne olacak ki! Mesleki hırsların, egolarımızın değil, eserin ruhuna hizmetin peşindeyiz. Doksanlar kuşağının narsist çalışma metotlarından çok dayanışmayı önemsiyoruz.

Yıldız komedyeni nasıl ikna etti diye soran çok oluyor…

Tarih bilinci ve şuuru olmayan bir toplumuz. Cem Yılmaz, Vizontele'de küçücük bir rolü vardı, Organize İşler'de misafir sanatçıydı, Yavuz Turgul'un Av Mevsimi'nde Şener Abi'den (Şen) daha azdı rolü. Aynı Cem Yılmaz, ‘Çalgı Çengi'yi Stüdyo'dan kurtarıp günümüzün çok popüler bir ekibine katkıda bulundu. İnsanların benim filmimde oynamasına şaşırmasına şaşıyorum. Çünkü bazı starlar gibi yazar, oynar, yönetirim, koşulları yaratırım tripleri olan biri değil. Metni seviyorsa, kendine güven veren yönetmene teslim oluyor. 1-1 buçuk dakika metinle ilgili ihtilaf yaşamadım. Aklımıza yatmayan şeylerde birbirimizi ikna ettik. Hayatımda ilk kez başıma şu geldi: Kendi yazdığım bir karakteri biri benden çaldı. Topu kaptı, sektirdi, terse döndü, röveşata yapıp gol attı. Karakter benden çıktı ama yenisini sevdim.

Yan karakter olarak girip zamanla başrole kaymış gibi görünüyor…

Doğru gibi sanki. Bunu bir çocuk hikâyesi olarak yazmıştım. Kültür Bakanlığı'na, kamuoyuna onu sundum. O dönem Cem'e de sundum, anlattığımda çok beğenmişti ama okuduktan sonra sessiz kaldı. Sonra eşime, dostuma okuttum, genel eleştiri şuydu: ‘Usta karakteri tip olmuş.' Haklı buldum, bir daha yazdığımda adamı karaktere dönüştürdüm. Sonra Cem tekrar gündeme geldiğinde birazcık daha muzip, büyümemiş bir adama dönüştü ve başrole oturdu.

PROVALARI 150-200 KİŞİ YAPIYORDUK

Başroldeki çocuk oyuncuyu (Berat Efe) hayli aramışsınız…

İki bine yakın çocuk baktım. Sonra Melodi Tözüm o Berat Efe'yi önerdi. İlk görüştüğümüzde şişman bir şeydi. Hikâyeyi çok sevdi, başladı kilo vermeye. Sonra zayıflamazsa diye Muğla'da açtığımız dram atölyesinden 9-12 yaş aralığından çocuk baktık. Yedekte dursun. Sonra baktık Berat takdir almış, zayıflamış. Yetmedi, geldi Muğla'ya yerleşti, anne karakteriyle beraber ev tuttu. Tarlaya, tütüne gitti ve rolü kaptı.

Cem Yılmaz ile nasıl bir ikili oldular?

Çok yakıştılar. En önemlisi biri büyük, aklı küçük. Diğeri küçük, aklı büyük. Kontrast ikili oldular. Hakiki de kanki. İkisinin bir tür Charlie Caplin'deki The Kid, Cennet Sineması'ndaki Alfredo ile Toto gibi olduğunu düşünüyorum. Biraz da Hayat Güzeldir'deki baba-çocuk. İkiliden çok memnunum.

Yine yöre halkı filmde önemli roller üstleniyor…

Hollywood da gelse kendi köylülerimden vazgeçmem. Eğer orada çekiyorsam ve oralı karakterler kullanıyorsam... Muğla'dan getirip İstanbul'da tinerci çocuk oynatmıyorum, oynayamazlar da. Veyahut teyzeyi alıp plazada imparatoriçe yapmıyorum. Bu durumda profesyonel oyuncularla yöre halkı, set disiplini bağlamında birbirini besliyor. Biri şiveden etkileniyor, diğeri estetikten. Dondurmam Gaymak'tan bu yana bir kalabalık yetiştirmiştik, geçen yıl bölgede akademi açarak bunu daha da disipline ettik. Türkan Şoray'dan Şerif Gören'ine birçok isim gelip ders verdi. Orada yetişenler kamera önü ve arkasında birçok görev aldı.

Kalabalık bir ekiple çalışmak zor olmuyor mu?

Sokaktaki insanın da doğal oyuncu olduğuna inandığım için işbirliği yapıyorum. Provaları minimum 150-200 kişi yapıyorduk. Bir lafı olan bile saatlerce oturup okuma provasına katılıyordu. Yönetimi çok kolay. Elime megafonu alıp bağırdığımda susar herkes. Kızamazlar da yörenin çocuğuyum diye.

Oyuncu kadrosundan set arkasına hayli masraf yapmışsınız. Bütçesi en büyük işiniz mi?

Evet, pahalı olması da benden kaynaklanıyor. Bu konuda ağzını açmayan yapımcılarım oldu. Hatta yer yer elim popüler sinema kodlarına gittiğinde arkadaşlarım samimiyetinden ödün verme diye beni uyardı: ‘Bildiğini yap. Samimiyetin perdeye yansısın. Ticarî kafayla düşünme.' Sonuçta bir tarafım teknisyendir. Bir sürü dizi çektim, konvansiyonel sinemanın kodlarını biliyorum. Allah yapımcılarımdan razı olsun, filmin iyi olması için her şeyi yaptılar. Sete altı hafta diye gittik, dokuz hafta sürdü. Kimse de ‘ne oluyor?' demedi.