Yalçın Karadaş’ın editörlüğünü üstlendiği “Çerkesleri Anlamak” kitabı Kasım 2010’da yayımlandı.

Kitap, çoğu kez birbirinden farklı düşünen yedi Çerkes aydınına yöneltilmiş 100 aykırı sorudan ve cevaptan oluşuyordu. Ama kitaba emek veren herkesin ortak paydası ‘Çerkeslerin tanınmadığı ya da yanlış tanındığı’ idi. Bu topluma dair Türkiye topraklarına bilinen ne varsa yalan ve yanlış üstüne kurulmuştu.

Kritik bir soru bu: Çerkesleri ne kadar tanıyoruz?

Belki tanıdıktan sonra, ondan çok daha zor olan bir şeyi; anlamayı başarabiliriz.

Bu amaçla Yalçın Karadaş ve Yaşar Güven'le söyleştik.

Lütfen önden buyurun.

DEMOKRAT HABER / AYDAN ÇELİK (Fotoğraf: Mehmet Göcekli)

ÇERKES DİYE HOMOJEN BİRŞEY VAR MI?

Aydan Çelik: Bu kitap nasıl bir ihtiyaca cevaben yapıldı, yazıldı, kaleme alındı?

Yalçın Karadaş: Farklı düşünen insanları bir araya getirmek istedik. Farklı düşünen insanlar bir araya geldiğinde, mutlaka, daha olumlu şeyler çıkacaktı. Birikimleri ortak iradeye yansıyacaktı. Bu bir diyalog yolu başlatsın, Çerkes kimliğinin geleceği için düşünen insanlar arasında diyalog yolu açılsın diye yaptık. Çünkü Çerkeslerin bir kısım kurum ve kişilerinde, yalnızca kendilerinin doğru düşündüğü, kendi kurumlarının tek doğru olduğu gibi bir hastalık var. Bu tabii Türkiye'nin çoğunda var, her ortamda fark ediyorsunuz. Diğer siyasi oluşumlarda da görüyoruz. Ben bunun doğru olduğunu düşünmüyorum.

Her zaman farklı düşünen insanlardan bir şeyler öğrenilebilir, çok farklı düşündüğünüzü sandığınız birileriyle iyi bir diyalog kurduğunuzda belki aynı şeylere aynı şekilde baktığınız da ortaya çıkabilir. Kendinizi revize de edebilirsiniz: Bu kendinizle yüzleşmenize de fırsat verir.

Böyle bir kitap bu amaçla ortaya çıktı. Türkiye değişim içinde, dünya değişim içinde. Çerkesler bu değişimin neresinde? Kendi içlerindeki sorunlarla ilgili ne düşünüyorlar? Dünya’da ve Türkiye’deki değişimlerle ilgili ne düşünüyorlar? Şunları bir araya getirip konuşsak, etsek, olmadı. Bari o zaman sorular hazırlayalım. Aynı konuda farklı düşünceden insanlar ne cevap veriyor? Bunları sansürsüz bir şekilde yayınlayalım dedik. Ve böyle bir kitap ortaya çıktı..

Aydan Çelik: Bu önsözde de senin bir sözün var; “Dünyanın ve ülkemizin bu yeniden yapılanma sürecinde, en çok etkilenecek halkların başında gelen Çerkeslerin tavrı ise belirsizliğini korumakta.” Peki, “Çerkesler” diye bir “biz” var mı? Bu kimlik tanımı içinde böyle homojen bir şeyden söz edebilir miyiz? Çerkeslik diye homojen bir şey var mı?

Yalçın Karadaş: Var tabii... Bana göre var. Ortak noktaları Kafkasyalılık olan, bu ülkeye sürgün edilerek gelmiş olan, aynı şeyler için kuşkular, endişeler taşıyan, aynı şeylerin heyecanını duyan, bir kesim var. Bu kesim, Çerkesler dediğimiz bu Kafkasyalı insanların en azından bilinçli kesiminin bir var olma derdi de var. Kimlik mücadelesi bu. Kastettiklerimiz bu kimlik mücadelesini yapanlar, yoksa kimlik mücadelesi umurunda olmayan insanlara zaten, zorla hiçbir şey yaptırmak gibi niyetimiz de yok. Olamaz da. Ama Çerkes dediğimiz, kimliğine sahip çıkan bir kesimin, dertleriyle ilgili tartışma bu kitap.

Aydan Çelik: Benim bildiğim öteden beri kendini anlatmak, ifade etmekle ilgili bir kaygısı var Çerkes toplumunun. Ama bu kitabın yazıldığı tarih, işte bu ‘Açılım’ tartışmalarının da yapıldığı zamandı. Zaten söyleşiyi de o zaman yapalım demiştik. Kitap çıktığı zaman ona denk gelmişti ama şimdi ondan bu yana köprülerin altından bir sürü su aktı. Şimdi başka bir noktadayız görünüşe göre. Belki de, söyleşiyi bu kadar rötarlı yapmanın hayrı da oldu. O zaman yapsak.. Önsöz’ün tarihi Mart 2010’muş...

O açılım hikayesi, o zaman sanki olumlu bir hava vardı. Kürt açılımı diye ifade ediliyordu ama sadece Kürtleri kapsayan bir şey olmadı, en azından konunun muhatapları içerisinde Çerkesler ve diğer toplulukların da hassasiyet geliştirdiği bir şeydi o. Bugün gelinen noktayla o zaman bir ufak karşılaştırma yapsak, fikrinizi alalım?

Yaşar Güven: Demokrasi İçin Çerkes Girişimi sözcüsü olarak Yalçın başlayabilir buna..

Yalçın Karadaş: Biz o zamanlarda çok farklı dünya görüşünden Çerkes arkadaşlarla “Demokrasi İçin Çerkes Girişimi- DİÇEG” diye bir sivil inisiyatif oluşturduk ve bu bizim Çerkes kimliğini sahiplenen insanlardan da, bizim dışımızdaki insanlardan da ilgi gördü o zamanlar. Biz ne dedik; “sorunlarımız var, neden daha iyi yaşamayalım” diyen bütün kesimlerin önce kendisi ile yüzleşmesi lazım. Sonra çevresindeki eleştirileri alması lazım. Sonra birbirini dinleme kültürünü geliştirerek, yol alması gerekiyor bu ülkenin düşünen tüm fertlerinin. Bu gidiş doğru bir gidiş değil. Yalanların, inkarların üzerine kurulmuş olan bir sistemin daha uzun, sağlıklı devam edemeyeceği ortada. Bunları çözebilmek için ne yapılabilir diye biz Çerkes arkadaşlarla bir araya geldiğimizde Demokrasi İçin Çerkes Girişimi’ni oluşturduk 2009 sonlarında. Basın bildirilerinde de çok net olarak vermiştik ki bu toplumun, bu ülkenin güzelliklerini oluşturan motiflerden birisi de bu Kafkasyalı halklar. Özellikle Çerkesler, ama bunları kimsenin doğru dürüst tanıdığı yok. Çerkesler olarak, 150 yıla yakın bu ülkede yaşamamıza rağmen, bizim arkadaşlarımız, komşularımız bile bizi tanımıyorlar.

Bunun nedenleri, Cumhuriyetin ilk yıllarında Çerkeslere karşı başlatılan baskı, sindirme ve inkar politikası. Çerkeslerden sonra sıra Kürtlere ve Alevilere geldi. Yeni cumhuriyetin ilk dönemlerinde o günlerde ve öncesinde son derece etkili olan Çerkeslerin üzerinden sanki büyük bir silindir geçti. Bu görev, Çerkes Ethem, Yüzellilikler, İzmir suikastı bahaneleriyle, provakasyonlarıyla tamamlandıktan sonra, Kürtlerin ve Alevilerin üzerine çok ağır bir şekilde gidilmeye başlandı. Böylelikle bu günlere geldik.

Bunların hepsinin tartışılması lazım. Tarihin bize getirip, götürdüklerinin anlaşılması için de fırsat olduğunu düşündük ve biz bu sürecin adına Türkiye'de insanca ve sivil bir yaşam oluşabilmesi için demokratikleşmenin şart olduğunu ve ülkenin yeniden yapılanması gerektiğini ve bu yeniden yapılanmada da, bu inkar, imha ve yalanların yok edilmesi gerektiğini düşünüyoruz. Biz acaba buna katkı sağlayabilir miyiz? Çerkesler olarak da buna katkı amacıyla bu girişimi oluşturduk. Bu kitap onun peşinden geldi. Birebir, bağlantılı. Dünya değişecek, Türkiye değişecek ama Çerkesler oturacak. Bu mümkün değil zaten. Bu değişimin içinde bizim de olmamız gerekiyor.

Aydan Çelik: Burada ironik bir durum var galiba değil mi? O önsözde de yazmışsın. DİÇEG kurulunca bu inisiyatif ortaya çıkınca, katılması gereken kurumlar katılmadıkları gibi, sürecin ilerlemesine de engel oluyorlar. Benim anladığım bu önsözden.

Yalçın Karadaş: Aslında öyle oldu. Tartışmaya başladığımız zaman o kurumların içinde üst düzeyde yer alan insanlar da bize katıldı. Destek verdiler şahıs olarak. Belli bir noktaya geldikten sonra şahsi olarak destek veren insanların da içinde bulunduğu bir takım kurumlar tamamen karşıya geçip engelleme yoluna girdiler. Özellikle kullandığımız Çerkes isminden dolayı. Sanki o Çerkes ismi birinin tekelindeymiş, biz kullanamazmışız, ya da bir düşüncenin tekelindeymiş gibi. “Çerkes kelimesini bu insanlar kullanıyor, bunlar her an her şeyi yapabilir, bütün kazanımlarımızı yok edebilir” diye sağa sola mail atan yönetim temsilcileri oldu.

Aydan Çelik: Bunu biraz açalım. Onlar kendilerini ifade ederken Çerkes kelimesini kullanmıyorlar mı? Ya da o kurumlar ne mesela?

Yalçın Karadaş: Kafkas Dernekleri Federasyonu, bunu yapan da bu federasyonun bizzat başkanı. Attığı maillerle, 'bu insanlara mekanınızı vermeyin” vs dediler. Elimizde belgeler, mailler var. Biz üniversite gençliği ile ve Anadolu'dakilerle buluşma toplantıları yaptık. Örneğin İzmir, bu şekilde o federasyonun yönetim kurulundaki birisi tarafından bizzat gidilip engellendi. Kırıkkale de aynı şeyi yaşadık. Oradan talep geldi, gelip bize kendinizi tanıtın, diyalog kuralım, isteklerinizi söyleyin diye, biz gitmeye kalktığımız zaman net olarak engellediler. Bunlar dedikodu değil somut şeyler.

BU MEMLEKETE ÇERKESLİK LAZIMSA...

Aydan Çelik: Sen burada “yapılacaksa biz yaparız” diyerek yollarına devam ettiler” demişsin. Ben de kitabı okurken kenara not almış, “Tandoğan sendromu” yazmışım. Eski Ankara valisi Nevzat Tandoğan’ın 'Bu memlekete komünizm gelecekse onu da biz getiririz' sözünden ilhamla.

Geçen yaz Ankara'da yapılan miting nerede yapılmıştı, Tandoğan Meydanı’nda yapılmadı değil mi? (Gülüşmeler)

Yaşar Güven: Tandoğan olamadı.. Sıhhıye’de bir park. Çerkes Hakları İnisiyatifi düzenlemişti mitingi. Demokrasi konusu Çerkeslere özel değil, bu ülkenin genelini ilgilendiren bir durum. On yıllardır demokrasi denir, 2010’lu yıllarda hala devam ediyor, adı da demokratik açılım.. Memleketin 80 yıllık tarihinde bitmek bilmeyen açılımlara devam ediyoruz. Aslında bu halkın, Türkiye halkının dönüp bir bakması lazım. ‘Yahu bunca yıldır birileri demokrasi, demokrasi diye uyutmuş beni, siyasiler uyutmuş.. 2011 yılına geldik, başka bir siyasetçi diyor ki demokratik açılım. Bunda bir yanlışlık olmalı.’

O da nereden geldi tabii, önce Kürt açılımıydı, sonra demokratik açılıma dönüştü. Aslında bütün bunlar bir kandırmaca, halkın bunu görmesi gerekiyor. Hatırlayın, 27 Mayıs 1960, askeri vesayet, vesayetin getirdiği anayasa; ondan yıllar sonra 12 eylül 1980, yine bir askeri vesayet ve onun getirdiği anayasa. 12 Eylül anayasası yapılırken ne dendi, “27 Mayıs anayasası bu halka bol geldi”, yani 27 Mayıs’ın demokrasisi bu halka bol geldi idi. Başka bir anlam çıkarmıyorum ben oradan.

Sürekli bir yanılsamanın içindeyiz. Demokrasi bugünden yarına oluşabilecek bir şey değil ama altını çizmek istediğim şey şu, ne zaman başladık da bir türlü mesafe alamıyoruz ve bitiremiyoruz bunu biz. Hakikaten 80 yıl önce mi başladı demokrasiyi inşa etmek, 27 Mayıs’ta mı başladı, 12 Eylül’de mi başladı, yoksa AKP iktidarı ile mi başladı? Bilinmeyen bir sürece doğru gidiyoruz sanki.

Özünde bakıldığında bizim de kimlik ifadesi anlamında sıkıntımız olan kültür, dil vs. anlamında ifade ettiğimiz şey aslında demokrasinin bir yanı. Biz kimlik derken aslında demokrasi diyoruz.

Açık ve net şunu diyoruz, bize gerekli olan şey demokrasi, Çerkesler nerede saf tutmalı, Çerkes olarak kimlikleriyle siyasette yer alıyorlarsa, demokrasinin yanında saf tutmalı. Demokrasiden söz eden parti programları var mı, var. Ama parti programlarını incelediğiniz zaman tek dil vs. tanımlarla devam ettiği zaman anlıyorsunuz ki aslında o demokrasi kendisi için tanımladığı bir demokrasi, evrensel anlamda bir demokrasi değil. İşte o zaman sorgulamalara başlayabilirsiniz. Mecliste olan tüm siyasi partilere, legal partilere ‘sen benim dilim için ne diyorsun’, ‘kültürüm için ne diyorsun’, ‘kimliğim için ne diyorsun’ diye sorunca, o zaman arka planda demokrasiyi de nasıl tanımladıkları ortaya çıkıyor. Kısaca demokrasiyi sözcük olarak yazmak yetmiyor. İşte böyle sıkıntılı bir süreçten geçtiğimiz için de Çerkesler homojen midir diye sordunuz ya; aslında Çerkes de Gürcü de, Laz da homojen olmak zorundadır. Niçin? Kimliğine sahipse, demokrasinin yanında saf tutmak için demokrasinin yanında olmalıdır, ama değil tabi.. Hem homojen, hem değil yani. Yılların baskısı var.

Biz dün akşam Gürcü ve Laz arkadaşlarla beraber bir durum değerlendirmesi yapıyorduk. Orada da bu tespiti yaptık ve söyledik.. Kimliğine yabancılaşmış halklardan söz ediyoruz. Gürcü olarak da, Çerkes olarak da, Laz olarak da. Dolayısıyla kimlik bilinci ile ilgili bir sıkıntı var, dert var. Demokrasi deyince insanlarımız niye yanımızda saf tutmuyor diye sorarken, bunun da farkında olmamız gerekiyor. Bu Türkiye’nin sorunu aslında.. Çünkü işte Kürtler bazında baktığımızda çok mu net? Değil.. Orada da başka bir gerçeklik var, işte korucusuyla, AKP’nin BDP’den çok daha fazla olan Kürt milletvekili sayısıyla baktığımızda orada da bir sorun var. Yani statükodan yana olmak, iktidara yakın durmak anlamında Türkiye’deki bütün halkların sorunu var.. Aslında Türklerin de sorunu var. Onlar da kendi içinde demokrasinden yana olanlar, statükodan yana olanlar saflaşmasında aslında. Onlar da kendi içinde bu mücadeleyi veriyorlar. Dolayısıyla, saflaşma bizde de oluyor. Bu siyaseti iyi bilmemek veya tersine iyi bilmekle ilgili de olabilir. Birileri çok iyi biliyor gibi yaptığı için bu yanılsamaları bizim üzerimizde yaratabiliyor rahatlıkla. Bunun için de medyayı vs. de ekleyerek yürümek lazım.

Siz bağımsız duruyorsunuz galiba öyle mi? J

Mehmet Göcekli: Biz Demokrat Haber olarak “kendine demokrat olmayan haber ve yorumlar” sloganını kullanıyoruz.

Yaşar Güven: Ben bunu çok sevdim işte. Aynı şeyi söylüyorum. Çünkü bizde herkes kendine demokrat, bu ülkede böyle oldu.. O anlamda kullanılmaya başlandı.

Aydan Çelik: Geçen gün, kimlik meselesi deyince duyduğum en iyi cümle bugüne kadar; Altan Tan'ın söylediği şu cümle. “Kürtlere, Kürt olmak dışında her şey serbest” diye.. İyi bir laf.

Yaşar Güven: Milletvekili olabilirsin ama Kürt olamazsın.. Cumhurbaşkanı olabilirsin.. vd. ama Kürt olamazsın..

‘AÇILIM’ DA GELİRKEN ÂLÂY-I VALA’YLA GELDİ, GİDERKEN HİÇ HABER VERMEDİ

Aydan Çelik: Açılım kelimesinin bir sihirli değnek gibi dolaştığı günlerden bu yana bayağı bir zaman geçti.

Ahmet Hamdi Tanpınar'ın müthiş bir sözü var. Tanpınar 1901’de doğan 1962’de ölen bir adam olduğu için hem 2. Meşrutiyeti hem de 27 Mayıs’ı görmüş bir münevver. Bu iki zaman içinde yaşadığı altüst oluşları saymaya yerimiz yetmez. Özetle ömrü hayatı ‘Hürriyet’ kelimesini duya duya geçmiş. Bu durum karşısında kurduğu şöyle bir cümle var.: “Bu hürriyet öyle bir şeydir ki, gelirken âlâ-yı vala ile gelir, giderken hiiiç haber vermez”...”

Bu ‘Açılım’ da galiba biraz buna döndü. Gelirken âlây-ı vala’yla geldi, giderken hiç haber vermedi. (Gülüşmeler)

İşte tam o zamanlar başka bir kitap projesi vardı. Çerkes aydınlarının açılıma dair fikirlerinin derlendiği bir kitap. O ne oldu?

Yalçın Karadaş: Yarım bıraktığım bir kitap var, evet. Yarım bırakmamın nedeni, düşündüğünü düşündüğüm birçok insanın olaya ilgisiz kalması. Atıyorum, 20 tane insanla muhatap olup, böyle bir proje var arkadaş, bunun bir yerinde olabilir misiniz, bununla ilgili bize bir makale yazar mısınız dediğimiz insanların çoğundan ses gelmediği gibi, cevap verip de yapacağız diyenler, şu gün, bu gün derken.. Sonuçta ilk etapta olayı başlatan yayıncı arkadaşımız Ergün Utku’nun toparladığı ve içinde benim ve Yaşar'ın da olduğu 7-8 kişinin yazıları dışında hiç kimseden yazı gelmedi. Şimdi böyle de bir kitap olmaz dedik. Daha iyi yapacak, daha doğru birileri ortaya çıkarsa, biz de yazılarımızı onlara veririz.

Aydan Çelik: Hepimiz gündemin çok hızlı değiştiği bir ülkede yaşıyoruz ya, ama böyle işte adına kitap ya da yazı denilen şey o zamanı bir ağır çekime alıyor ve not düşüyor, donduruyor, biz görüyoruz.

Yalçın Karadaş: Güzel bir projeydi bence, ama olmadı. Buzdolabına koydum, duruyor.

AYKIRI SORULAR

Aydan Çelik: Kitap, yedi farklı kişiye internet üzerinden yollanan sorulara verilen cevaplardan oluşuyor. Zaten alt başığı da ‘Çerkes Aydınlarına 100 Aykırı soru’.

Sorular aykırı, hatta ‘provokatif’ olduğu için “tansiyonun da yükseldiği” anlar olmuş. Cevapların bir kısmı oldukça sert. Ama onları koymaktan imtina etmemişsin, bence iyi olmuş. Hiç sansürlenmediği belli.

Sönmez Can, asker kökenli olan kişi, bayağı reel politik üzerinden konuşuyordu. Söylenenlerin önemli bir kısmında romantizm eksik değil, bu da anlaşılır bir şey. Üstelik çok tanıdık. Bana değişik ve ufuk açısı gelen Sönmez Can’ın söyledikleriydi. Eski bir asker olarak hem reel politik üzerinden bakabilmesi ve bunu entelektüel bir vizyonla birleştirmesi kitabı zenginleştirmiş.

Yalçın Karadaş: Burada en çok beni şaşırtan şey.. Ki farklı fikirlere hep açığımdır, o yüzden beni “bile” şaşırttı demem lazım. Sayın Sönmez Can'ın cevapları bana çok değişik geldi. O insanı çok takdir ettim. Çok ciddiye alarak, irdelemesi, çok farklı şekillerde, bizim bakmadığımız noktalardan bakıp 'bakın, şu açılardan da bakılır bu olaya, bir de böyle bakar mısınız?' diyebilen bir insan olarak çıktı. Çok ilginç. İçlerinde beni en çok etkileyen o. Bir de bir arkadaşın çok keskin, bize hakarete varan cevaplarını da beklemiyordum açıkçası ama hiç değiştirmeden ve hiçbir şekilde sansürlemeden onları da kitapta yayımladık.

Aydan Çelik: Sonradan bu kitap çıktıktan sonra o arkadaş ne düşündü merak ediyorum.. Off the record da olabilir bu.. Yazdıklarını o bütünlüğün içinde görünce ne düşündü merak ediyorum. Çünkü nazeketin bir numaralı yer tuttuğu bir toplumun ferdiyiz hepimiz.

Yalçın Karadaş: Benim şu son kitabı yarım bırakmamın ikinci bir nedeni de bu kitaplarla ilgili geri dönüş olmayışı, eleştirilerin gelmeyişi. Mesela o arkadaşımız bana bu kitap eline geçtiği zaman, 'Bu kitaba iyi ki katkı vermişim, ne kadar mutlu oldum, çok güzel bir kitap oldu, ellerine sağlık, çok uğraştın' diyerek teşekkür etti. Yazılı ve sözlü olarak. Ama şu sorduğun kısmı ile ilgili bir şey söylemedi. 'ya arkadaş, ben sana bunları söyledim ama okuyunca da utandım, sansürlememişsin' demedi.. Off the record değil, yayınlayabilirsin.

Aydan Çelik: Okuru ilgilendirir mi diye, yoksa idare-i maslahatçılık değil derdim.

Yalçın Karadaş: Kitabı çok beğendiğini söyledi, kapaktan başlayarak etkilenmiş. Harika bir kapak, çok profesyonel bir kitap oldu dedi. İçinde bulunduğumuz toplumda biz elli yaşındayız ama bizi hala çocuk gördükleri için, bu bizden büyükler için şey, “hadi canım, bizim Yalçın mı yaptı bunu” diye bakıyor bizim insanlar.

Aydan Çelik: : 18, 19 ve 20. sorular provakatif ve tansiyon yükseliyor diye not almışım. O sorular neler merak ettim..

Yalçın Karadaş: Özellikle provakatif sorular sordum tabii.

Aydan Çelik: Soruların bir kısmında şey var, özellikle reaksiyon ona mı diye düşündüm. Hafif bir, kelime manipülasyonu değil tabii, niyetinin manipülasyon olmadığı belli ama, hani, soru sorarken de kendi fikrini belirtmek gibi bir durum var. Tabii sen ister istemez kitaba soru veren adam olarak, cevap veren biri olmadığın için, o kaygıyla da söylemiş olabilirsin. Kendine soru sorup cevap vererek 7. kişiye 8. olarak eklenmiyorsun.

Yaşar Güven: Yorumlu sorular var, doğru.

Yalçın Karadaş: O biraz benim yapımla alakalı. Ben profesyonel bir yazar ya da yayıncı olarak, bu işleri yapabilecek bir insan olarak görmüyorum kendimi. Bu boşluk var, birilerinin yazı yazması lazım, yazmıyorlar. Oturup yazıyorsunuz. Şimdi sen çok güzel çizimler yapıyorsun ya, emin ol, sen çizme, ben oturur onu da çizmeye çalışırım gerekirse. Bu da kötü bir şey. Uzmanı varken bana mı kalmış?

Aydan Çelik: Aslında iyi bir şey, profesyonelliğin kötü bir şey olduğunu düşünüyorum.

Yalçın Karadaş: Bir şeyi iyi yapanlar vardır, yapıyor gibi yapanlar vardır. Ben yaptığımın yeterli olmadığını fark edenlerdenim. Bir de yaptığını bir halt zannedenler var.

Aydan Çelik: Benim bu kitapla ilgili eleştirimi soracak olsan, ben buna bir şey yazsam, ikinci bir editöre ihtiyacı olduğunu söylerdim. İkinci kez, teknik olarak da, soruların dizilimi de. 5. soru, 10. sorunun devamı olacak soru bir anda 23. soru olarak çıkmış.

Yalçın Karadaş: Onu fark ettiğim anda engellemedim. Biraz da ben şeyi görüyorum. İnsanlar içinden geçeni, tam, net, kafasından ve yüreğinden geçenleri söylesinler istiyorsun. Belirli ortamlarda, durumlarda belirli cevabı verirken aynı soruyu başka bir zaman sorduğunda farklı cevap veriyor. Oradan bir takım tutarsızlar da yakalamaya çalıştım, varsa. Fark ettiğim anda, değiştireyim derken, bundan dolayı değiştirmeme kararı aldım. Ama 2. bir editör kesinlikle gerekiyordu.

Aydan Çelik: 18-19-20 şuymuş; “Hırsız da olsa, arsız da olsa, terörist de olsa, bizden ise ona arka çıkmak gerekir mi?”

Yalçın Karadaş: Çünkü bu bütün Türkiye toplumunda bir hastalık. Bizdense tamam kardeşim. Yook, adam hırsız.. Niye karşı çıkmıyorsun? Mimarlar camiasından örnek vereyim. Çalışmalar yapıyorsunuz, diyorsunuz ki işte şöyle çalışalım, böyle çalışalım, şunlara dikkat edelim. En başta oradaki aramızdaki bir takım insanlar bunu bozuyor. Sen o adamın kulağını çekmiyorsun, “arkadaş bu iş olmaz” demiyorsun. Alevicilik, Çerkescilik, Kürtçülük, Türkçülük bizde çoktur ya.. Cemaatçilik, loncacılık.. Bu bilmem ne kulübünün adamı, buna iş verin, sesinizi çıkartmayın. Bunlar bana göre toplumu çürüten şeyler.

Aydan Çelik: 19. soru şuymuş: “Solculuk dine sövmeyi gerektirir mi?”. 20. soru da “Sağcılık sosyalizme sövmeyi gerektirir mi?” Ahmet Özel, “Ne alakası var?” demiş.

Yalçın Karadaş: Evet:) Şimdi bence çok alakası var.. Çünkü kendini solcu zanneden birçok insan bir şeylere küfrettiği, her şeye karşı olduğu zaman, solcu olduğunu zannediyor. Solculuk o kadar basit değil. Sağcıların bazıları da, sola küfrettiği zaman görevini yerine getirmiş oluyor. Bunları biraz tartışalım diye koydum. Provakatif, aslında çok enteresan şeyler söylenebilecek sorular bunlar.

ÇERKES AYDINLARI İLE TOPLUM

Aydan Çelik: Şu meşhur Aydın- Halk kopukluğu Çerkes toplumunda da var mı?

Bana öyle geliyor ki, ‘okumuş-yazmışlarla’ ‘okumuş-yazmış olmayanlar’ arasındaki senkronizasyon sorunu bu toplumda da var.

Mesela bundan kırk yıl önce İdris Küçükömer'in sorduğu gibi. Toplumun –özel olarak da Çerkes toplumunun- demokrasi diye bir talebi var mı?. Yoksa biz bir illüzyonun içinde miyiz?

Yaşar Güven: Sen aslında baştan anlattın, yani genelleyip de söylediğin şey. Demokrasi, mesela karnı aç olan insan için bir şey ifade etmeyebilir. Bu total bir şey. Bunun bir yığın detayı var. Bu ülkede sosyalistler daha iyi, daha yaşanılası bir Türkiye için mücadele ederlerken, demokrasi ile ilintili olan hak ve talepler zaten o kavramın içinde yer aldığı için ihmal edilebilir bir durumda tutuldular. Tali sorunlar olarak görüldüler. Yani ‘kimlik, sendikal haklar, elbette, zaten bunu çözeceğiz’ şeklinde idi yaklaşımlar.. Bu total bakışla değerlendirilip detaya inilmedi, eksiklikti dersen buna katılırım, aynı tespiti yapıyorum çünkü.

Herkes bulunduğu yerdeki sorunları en iyi bilir. Köylü, en iyi köydeki sorunları bilir. Birileri dışarıdan okuyarak çözemez. Bilebilir ama bir şey yapacaksa onunla yani köylüyle hareket etmelidir. Bir Çerkes, Çerkeslerle daha iyi ilişki kurabilir, bir öğretmen, öğretmen sorunlarını vs. Bizde bu tip şeyler geri atıldı.. Bir ideal vardı, toptancı bir çözümle, sosyalizm hedefi uğruna birçok şey ıskalanmış olabilir. Iskalandı da nitekim. Ondan sonra kimlik çok öne çıktı derken, tek başına kimlik değil. Türkiye'deki Kürt sorunu nedeniyle kimlik başat hale geldi. Ama bunun yanı sıra kadın sorunu öne çıktı, ciddi olarak. O tali dediğimiz, tekil baktığımız sorunlar kendilerini ifade ediyorlar. Peki, sosyalist hareketler şimdi ne yapıyorlar? Onlara destek veriyorlar. Yani biz sosyalizmi inşa edince zaten çözeceğiz, ne uğraşıyorsun feminist kardeşim, Kürt kardeşim demiyorlar artık. Bence doğru bir güzergaha gidiyor. Burada o toptancı bakışın değişmesi, güzergahı doğru yöne götürür.

Ancak şöyle bir şey var. Siz kadın veya Kürt sorununa kilitlenirseniz, bunu Türkiye ve evrensel sorunlarla birleştirmezseniz, yani tek başına kimlik sorununa takılır kalırsanız giderek milliyetçi tona bürünürseniz ki buradan bir yere varamazsınız. Doğru bakarsanız, doğru bir yerlere gider. Şimdi Çerkeslerin ve diğer halkların özelinde de çok farklı bir durum yok.

Sıkıntısı ne Çerkesin? Kimliğini yaşatması gerekir, kültürünü – dilini koruması ve yaşatması. Daha önce köylerde yaşıyorlardı, köyler Çerkes kimliği için “çölde bir vaha” gibiydi. Sadece Çerkesler vardı kurdukları köylerde. Her türlü ritüelini uygulayabilirdi. Hatta Çerkes mahkemeleri uygulanmıştır, biliyor musunuz?

Aydan Çelik: Bunu biraz açalım mı?

Yaşar Güven: Ben köyümden örnek vereyim. Köyümde bir cinayet gerçekleşiyor, Çerkeslerin arasında oluyor bu. İşte muhtarlık vs. katil de Çerkes, ölen de.. Jandarma geliyor, yasal süreç başlıyor. Çerkesler bu arada kendi aralarında karar alıyorlar. Diyorlar ki “biz Xabze (Çerkeslerin yazılı olmayan Anayasaları – khase / hase) gereği, yani toplumsal yaşamımızı yöneten kurallar gereği bu duruma müdahil olacağız”, oluyorlar.. Çevre Adıge ve Abaza köylerden bir kişi, Düzce'den bir Çerkes, 3 kişilik bir mahkeme kuruyorlar. Yasal süreç işlerken Çerkes mahkemesi usülüne uygun davranarak bütün tarafları dinleyerek kararını çok çabuk veriyor. Verdiği karar şudur: Cinayeti işleyen insan, yanlış yapmıştır. Dolayısıyla, bu köyde artık yaşayamaz. Aynı şekilde, ona yakın aile bireyleri de bu köyde yaşayamaz kararı alıyorlar. Yanılmıyorsam 4 aile köyden çıkıyor. Bu ailelerin başka bir Çerkes köyüne gitme şansları da yok. Olmadığı için Düzce’ye, ilçeye yerleşiyorlar. O sırada yasal süreç devam ediyor hala.. Ama Çerkesler kendi mahkemelerinde kararı alıp uyguluyorlar.

“KÜRTÇE İLE AYNI DURUMA DÜŞECEĞİZ DİYE ÇERKESCEYİ SAVUNMAMAK”

Eskiden bunlar yapılıyordu, sonra bildiğiniz şey. Türkiye'de değişen koşullar, illere vs. yerleştiler. Şimdi “çölde vahaları” nereleri? Koca kentte, kendilerini derneklerde ifade etmeye çalışıyorlar, yetmiyor. Köyler ne oldu? Karıştı.. kasabalar karıştı. Yeniden yaşam biçimlerini kurabilme şansları yok. Dolayısı ile Yalçın’ın söz ettiği o yüzellilikler, Çerkes Ethem vs. baskılarını da dikkate alırsanız, Cumhuriyet tarihinin ilk iç sürgününün Çerkeslere uygulandığını da bu arada parantez içinde belirtelim. Manyas-Gönen köylerinden 1921 Aralık’ında başlayıp 1922’de devam eden yıllarda İç Anadolu, Doğu ve Güneydoğu Anadolu’ya yapılmış olan bir sürgün söz konusu. Bütün bu baskıların sonucunda diğer halklarda da olduğu gibi kimliğe yabancılaşma söz konusu. Kimliği çok dert edenlerle kıyısında duranlar arasında mesafe tabii ki var. Çerkes aydınları kimliğini sahiplenme, dil, kültür derken bir yandan da toplumuna bunu anlatmak zorunda. Bunun adına, kimlik bilincini yeniden aşılama, diyalog, ne derseniz deyin, bir sıkıntı var, olacak da. Kürtçe ile aynı duruma düşeceğiz diye Çerkesceyi, Lazcayı, Gürcüceyi savunmamak, böyle şeyler var. Bu bir sıkıntı. Bunun tespitini doğru yaparsanız, o mesafelere rağmen bir şeyler olur. Bir zamanlar çok sakız edilen, ‘halka rağmen mi’ gibi değil, halkın doğal talebi olması gereken şeyi ona benimsetmek gibi bir durum söz konusu aslında. Aynı, yıllarca sosyalistlerin işçilerin hakları için kendilerini feda etmesi gibi. Peki işçiyle aralarındaki mesafe neydi, üst örnek oldu ama farklı değil. Bilinç konusu.. Toplumun her kesiminde, her sosyal ve kimliksel tabakada bunu düşünüp aynı yerlere varabilmemiz mümkün.

Aydan Çelik: Demin bahsi geçtiği için.. Kitapta kadınlarla ilgili sorular var. Birçoğu onları onore eden sorular ve cevaplar. Ama kitabın bir sorunu var. Söz konusu yedi kişi içinde tek bir kadın yok. Neden bütün sorular erkeklere?

Yalçın Karadaş: Aslında sadece o yedi kişiyle değil, çok insanla görüşme yaptım ben. Fakat içlerinde bir tane kadının olmaması, ilk günden beri bu sorun var. Maalesef olmadı. Nasıl olmadı? Sordum da cevap gelmedi.. Birçok erkekten de gelmedi, ama bir tane kadından gelmemesi beni çok şaşırttı.

Aydan Çelik: Örneğin 60. soru şöyle: “Çerkes kimliğinin diyasporada yok olmasının bu derecede gecikmesinde kadınların payı nedir?” Genellikle olumlu cevaplar verilmiş ama, Ergun Yıldız çok keskin ve farklı şeyler söylemiş. “Çerkes kadının bu konuda katkısı kocaman bir hiçtir. Çerkes kadını diğer hakların kadınları gibi ulusal ve kültürel kimliğine sahip çıksalardı biz bugün çok daha iyi olabilirdik. Bir Kürt kadını, Alevi kadını, Çerkes kadınından çok daha faal ve katılımcıdır. Anavatana dönüş, kimliği sahiplenme konusunda kadınlarımız çok pasif durumdadır”. Ve bayağı böyle bağlayıcı cümleler etmiş.. Onunla konuşmadığım için bir şey diyemeyeceğim ama şimdi bu genel akışın dışında bir tavır.

“KADINLAR ANAVATANA GİTMEK İSTEMİYORLAR”

Yalçın Karadaş: Ben biraz da ailesini anavatan Kafkasya’ya götürüp götürememesiyle ilgili bir fikir diye düşünüyorum. Kişisel deneyimleri ile de alakalı. Bizde anavatana geri dönerek kimliği devam ettirmeyle ilgili fikrin yandaşı çok fazla. Ben de inanıyorum, kendi topraklarında yaşıyor olmak her zaman avantajlıdır. Orada yüz bin insan onurlarıyla rahat ve her şeyi üretiyorlar. Buraya gelmiş o zamanın 1.5 milyon insanı, şimdi burada kaç kişi olduğumuzu kimse bilmiyor, yok olmanın neredeyse eşiğindeler. Mirasyedi gibi yaşıyorlar kültürün yaşanması ve yeniden üretilmesi anlamında.

Şimdi oraya gitme, geri dönüş ideolojisi hala ölmedi. Bu arkadaş bu ideolojinin savunucularından, dediğini yapıp yerleşti. Ancak sanırım o da ailesini oraya götürmeyi beceremedi. Zaten, oraya giden insanların %90'ı ailesini götüremedi. Kadınlar gitmek istemiyorlar. Kadınların gitmek istememesinin baş nedeni kurulu düzenlerini, hayat seviyelerini bozmak, değiştirmek istememeleri vs. olabilir. Birçok başka neden olabilir, bunların birçoğunda kadınların haklı olduğunu biliyorum. Oradaki sosyal-kültürel yapı, baskın kültürel karakter buradan çok farklı. Herkesin zannettiği gibi, eski Sovyet ülkelerinde kadın daha değerli değil. Eski Sovyet ülkelerinde kadın daha çok eziliyor. Bunu oraya giden bizim Çerkes kadınları görüyor. Kendi köyünde Çerkes kadınlarına öyle davranmıyorlar, daha saygılı davranıyorlar. Çerkes kimliği ile kapatılmış bir bölüm olsa diğer Sovyet halklarından daha rahat olacaklar. Ama orada kadınlar çok yoruluyor, çok eziliyor. Bu Çerkes kültürüyle değil, Rus kültürü ile alakalı. Onların tarihsel süreci, savaşlar, erkek nüfusunun azalması, içki, cinsellik kültürünün farklılığı böyle bir kültür yaratmış. Bu şekilde bunları fark eden kadınlar dönmek istemiyor.

Bir nedeni de şu olabilir. Her kimliğin kendine has karakteri vardır. Kürtlerinki Çerkeslerden farklıdır. Bunun aynısını yapmıyor diye Çerkesleri suçlamak çok yanlış. Çerkes kadını Kürt kadını gibi sokağa çıkıp aynısını yapamaz. Bu çok uzun tartışılır ama biz Kürt değiliz, kadınlarımızın tavrı farklı. Ama Osmanlı'da ilk kadın derneğini kuran da Çerkes kadınlarıdır. Bu ülkede ilk Latin harfleriyle Osmanlıca-Çerkesce dergiyi çıkaran, “Diyane” diye, bu kadınlardır. Kadınlar çok etkin. Çerkes Kadınları Teavun Cemiyeti’ni açmışlar. Çerkes Örnek okulunu yapmışlar. Bunları yapan hep kadınlar. “Diyane” annemiz demek. Şimdi yüzyıllar içinde enternasyonel bir isim, Yunancadan dünyaya dağılmış ama kelime köken olarak Çerkescedir. Böyle bir durumda birilerine benzemiyorlar diye o arkadaşım gibi düşünün birçok kişi var ama ben onlara katılmıyorum. Asimilasyonu geciktiriyor kadınlar bence. Dilimizi annemizden öğrendik, o terbiyeyi annemizden aldık. Bir takım şeyleri babalarımızdan alamıyoruz. Çünkü o eski Çerkes kimlik, kültür yapısı kalmadı. Köylerde de yaşamıyoruz. Köydeyken tüm köyün çocuğu idik. Şimdi öyle bir ortam yok, yalnızlaştı köylüler.. Kadınlar bizi ayakta tutuyor.

Bu tartışmanın içinde kadının olmaması sorun tabi. Şimdi yeni bir çalışma var, Çerkes roman kahramanlarıyla ilgili. Orada da bir kadınımız bu konuda yazsın diye bir iki kişiye söyledim, bakalım yazacaklar mı?

Mehmet Göcekli: Birçok Çerkes Çerkesçe konuşamıyor ama bildikleri birkaç kelimeden biri mutlaka “haynap” (ayıp), bunun nedeni ne sizce?

Yalçın Karadaş: Bizim Çerkesleri disipline eden kelime bu. Çerkesler ayıp kelimesi ile disipline oluyorlar. Onların hayatını düzenleyen şey, Xabze denilen, yazısız anayasaları. Bu anayasanın kökeninde tüm yaşama etki eden kurallar var. Bazılarının zannettiği gibi Çerkesler büyükler gelince ayağa kalkar, küçüklere de şöyle saygı gösterirler, onların yanında şunu bunu yapmazlar diye şekil olarak değil.. Öze ilişkin kurallar var. Ayıplama, Çerkeslerde önemli bir ceza çeşididir. Ayıpladığınız zaman, o insana hapse attığınızda vereceğiniz sıkıntıdan daha fazlasını veriyorsunuz. Toplumdan dışlama etkisi var.. “Koaje dexu” var, yani artık bu köyde duramazsınız. Hasan Kıyafet’in bir hikayesinde de Çerkeslerle ilgili, buna benzer bir olay anlatılır yabancı gözüyle. Yani toplum kendi içinde oluşturduğu sistemde ayıplanacak şeyleri biliyor. Aslında insan olanın ayıplayacağı her şey ayıp. Buna ters davrandığınız zaman, ayıplanırsınız.. Bu işin sonu kötü gelecek demektir bu.

Yaşar Güven: Bu kişiyi etkileyecek bir şey de değil. Mesela Yalçın bir şey yaptı, haynap, bu ailesini ve sülalesini de ilgilendirdiği için, Yalçın’ı eğiten ve bu terbiyeyi veren, aile demek ki veremedi, aile de burada sorumluluk taşıyor.

Yalçın Karadaş: Hatta bu durumuna göre senin bulunduğun köyü ve köyler topluluğunu da etkiliyor. Kafkasya’da Jlakstiney bölgesinden gelmiş benim ailem. Ben öyle bir şey yaparım ki, topluma ters gelen, ayıp, topluma karşı.. Ben K’eref ailesinin onurunu iki paralık ettiği gibi benim Kafkaslardaki köyüm Anzorey’i, hatta geldiğim bölge insanlarını bile rencide edebilecek noktaya gelebilir. Böyle bir önemi var. Ayıp kavramı ile yaşıyor insanlar. Para ve ölüm cezası ile değil.

Yaşar Güven: Bu Xabze denilen şey önemli, şöyle; yaşadıkları her dönem karşılaştıkları her tür soruna Xabze ile çözüm bulmuş Çerkesler. Ritüeller silsilesi değil. Tarla sınırı sorunu, hırsızlık, kavga, öldürme .. hemen her sorunda. Yeni sorunlar olunca, Xase (Khase / Hase) dedikleri meclisleri toplamışlar. Bu meclis temsilcilerden oluşuyor ve alınan kararlar o dönemin tüm Çerkes coğrafyasında ilan ediliyor ve uygulanıyor. Diyorlar ki Çerkesler devlet kurdu mu? Devlet kurmaya gerek yok ki..

Çerkesya coğrafyasında aynı kural bütününü uygulayan bir halktan bahsediyoruz. Bundan daha âlâ devlet olur mu? Devlet varlığı zaten her zaman tartışılır, o da ayrı.

XABZE DEVAM ETSEYDİ MUTEDİL SOSYALİZM OLURDU

Mehmet Göcekli: Şimdi Kafkasya’daki çeşitli Çerkes Cumhuriyetlerinde ‘Xase toplandı ve şöyle bir karar alındı’ deniyor..

Yaşar Güven: Xase (khase / hase) Halk Meclisi, Xabze (khabze, habze) yazılı olmayan Çerkes Anayasası olarak düşünülebilir.. Ben şeyi merak ederim, Çerkesler kendi iç dinamikleri devam etseydi Xabze denilen şey, o yaşam biçimi devam edecekti. Bunun oluştuğu dönem, feodal üretim ilişkilerinin olduğu dönem. Bu da değişecekti, gelişecekti, teknoloji, üretim ilişkileri gelişiyor. Kapitalizm, aydınlanma vs.. Bunlarla beraber ne olurdu? Kendi içimde çözüm bulamıyorum ama İsmail Berkok'un “Tarihte Kafkasya” kitabını açıp bakın, (1958), çok yakın zamanda yazılmış Rahmi Turan'ın Adıge Xabze kitabı vardır, bu konuya da değiniyor. Orada var sorunun yanıtı. İsmail Berkok aslında muhafazakar bir insandır. Orada İngilizler ile Çerkesleri karşılaştırıyor anayasa temelinde. Çerkeslerin bireyci olarak özgüveni yüksek, özgür bireyler; ama aynı zamanda toplumsal kurallara uyan. Özgürsün, evet ama bunun bir sınırı var. İnsan hakları temelinde benim özgürlüğüm başka bireyin özgürlüğünün başladığı yerde biter, onu koymuşlar. “Mutedil sosyalizm” olurdu diyor her iki yazar da. Nereye giderdi diye bakınca. Çünkü insanı öze koyup, insanı yüceltmeye çalışmışlar. Çocuğa, kadına, erkeğe saygının olduğu bir toplum oluşturmaya çalışmışlar.

Mehmet Göcekli: Aynı tecrit edip dışlama yaklaşımı, “düşkünlük” olarak Alevilerde de var değil mi?

Yaşar Güven: “Eline, diline, beline hakim ol”. Alevi düşüncesinde bu var. Burada da insan öğesi öne çıkıyor. Başka birçok halklarda da muhtemelen böyledir.

KÖYLERDE SİLAH ATILMASINI YASAKLADILAR”

Yalçın Karadaş: Rahmi Tuna, Adige Xabze kitabının yazarı olan abimiz, avukat kendisi. 1960’larda, Kahramanmaraş-Göksun’da, oranın o zamanki hakiminin kendi masasına tükenmez kalemle yazdığı bir şeyler bulmuşlar. Belki hala saklıyorlardır. Türk hakim yazmış; “bugün Çerkesler de sorunlarını ilk defa mahkemeye getirdiler, bu ülke artık kötü duruma düşecektir. Burada da artık hakimlik yapılmaz”. Çünkü Çerkesler eskiden hakimlere, savcılara, jandarmalara hiçbir şekilde iltifat etmiyorlar, kendi iç dinamikleriyle olayları sessizce çözümlüyorlardı. Bu mesela Yaşar’ın anlattığı olay onun bildiği tarih. Çok zaman sonra.. Eskiden hiç güvenilmiyor, iltifat edilmiyordu mevcut yabancı sisteme. Devlet, tek tip insan yaratma, oluşturulmuş modele uyarlama olarak bu kanunların herkese geçerli olduğunu göstermek için kendi iç dinamikleriyle çözebildikleri kurumlarımızı yok etti. Bunu diğer halklara da yapmışlardır. Ama Çerkeslerde hala belli yerlerde bu işler.. Ölüm söz konusu olması dışında hala uygulanıyor belli yerlerde. Belirli insanlar buna göre kararlar alıyorlar. En son, Marmara bölgesinde köylerde silah atılmasını yasakladılar, devlet yasaklayamadı ama Çerkeslerin geleneksel yapısı bunu yasakladı. Abhaz ve Adige köylerinin temsilcileri toplandı, bize yakışmıyor, insanlar ölüyor vb. diye bitirttiler.

Aydan Çelik: Yaşar’ın söylediği ile ilgili.. Türk toplumuna Çerkes olarak katkıda bulunan insanları burada ve birçok yerde dile getirme ihtiyacı duyduğunu gördüm. Burada önümde bir liste var. Bu sanki dışarıdakilere de bir şey söyleme hali. Buna ihtiyaç var mı? Burada isim listesi Mahir Çayanla başlıyor, Bülent Uluer ile devam ediyor, Yusuf Aslan’la gidiyor..

Taşralı refleksi vardır ya, o gibi gelir bana hep. İşte “gitti büyük adam oldu Amerika'da, bizim buradan gitti ama” demek gibi..

“AA.. DEMOKRAT ÇERKES DE Mİ VAR?”

Yaşar Güven: Bunu ben özellikle kendini sol ve demokrat olarak niteleyen toplumların içinde yapıyorum. Bir mesaj vermek istiyorum. Biz yaklaşık beş yıldır çıkarıyoruz Jıneps Gazetesini ve bir hayli kesimden enteresan tepkiler alıyoruz. Şöyle ki; “Aa.. Demokrat Çerkes de mi var?” Bunlar abartısız? “Aaa, sosyal demokrat Çerkes de mi var, aaa.. Solcu Çerkes de mi var?” Bu vb. şeylerle, toptancı anlayışlarla çok karşılaşıyoruz. Şöyle; “bütün Çerkesler statükocudur, devletten yanadır, generaldir, paşadır, bürokrattır, istihbaratçıdır.” Bunda haklılık payı şu, Türkiye’deki diğer halklar kadardır Çerkeslerin bu alanlarda yer alması. Bir takım sivri isimlerin öne çıkması etkili olmuştur belki, o kadar. Türkiye'deki demokrasi mücadelesinin içerisinde kimliksiz yer almış bir sürü Çerkes var. Gürcü, Laz ve Ermeni’nin olduğu gibi. Bu insanların kimliğini öne çıkarma kaygısı yoktu. Zaten sosyalizm hedefse, bununla çözülecek birçok şey diyorlardı. 80 sonrası, 90’lı yıllarda Kürt hareketinin ortaya çıkmasıyla başka tartışmalar başladı. Kürtler dediler ki, siz mücadele etmediniz, susun. Tümü için demiyorum bunu, kimi aydınları bunu dedi. Biz de buna cevap veriyoruz. Bir sürü sol parti de benzer şekilde Çerkesleri topyekün konumlandırdılar. Bu durumun canlı şahitleriyiz. 68 ve 78’lilerin olduğu derneklerde de karşılaştık bu durumla. Çatı Partisi, Demokrasi İçin Birlik Hareketi gibi yerlerde Jıneps olarak süreci takip etmek adına var olduk, oralarda da benzer şeyleri ifade etmeye çalışırken, son seçimler öncesinde yapılamayan ortak aday toplantılarının birinde, sohbet sırasında, farklı kimliklerden adaylar olmalı diye konuşulurken gazetemiz yayın kurulu üyesi İnci Hekimoğlu ‘Bir Çerkes aday da olsa’ deyince sol partilerden birinin üyesi bir arkadaş da yeni gelmişti, 'evet, bir gerici, faşist aday çıkarırlar' demişti. Nasıl bir ezberdir bu?

Şimdi bakın, bunun gibi onlarca örnek var, anlatmaya çalışıyorsun, darağacındaki 3 fidandan biri Çerkes. Neden bunu ifade ediyorsun? Kimliğini ifade etmeden, bu ülkede Çerkesler sosyalist mücadelenin, demokrasi mücadelesinin içinde yer aldılar. Hiçbir şey yoksa Jıneps gazetesi var. Çok açık kendisini ifade eder durumda.

Bu örnekleri vermek zorunda hissediyorum, isimleri saymıyorum tabii tek tek. Solcularda da ezberciler var. Ve yüzleşmeyi solcular da yapmalı. Kendi yanı başında, partisinde Çerkesler varken, Çerkesleri suçluyor.. Kimliğini saklamıyor ki oradaki Çerkes, sadece öne çıkarmıyor. Görmezden gelmemek gerekiyor. Tepkisel bir ifade olduğunu biliyorum. Bir halkın kendini överek öne çıkarmaya çalışmasını hiç sevmem. Yakışmayan bir davranış, o da Çerkes, bu da Çerkes demek, bunun da bilincindeyim, ama zorunluluk gibi hissediyorum, özellikle kendine solcu ve demokrat diyen çevrelerdeki önyargıyı kırmak anlamında. Etkili de oluyor, ağızlar açılıyor.

***

Yalçın Karadaş (Anzor Keref): 1960, Kayseri-Pınarbaşı, Büyükkabaktepe köyünde doğdu. Mimar. 1990’da bir grup arkadaşıyla birlikte Nart Yayıncılığı kurdu. Yayınevi, ‘Son Ubıh’, ‘Abhazya’da Yaşam ve Kültür’ gibi önemli kitaplar yayınladı. O tarihten bu yana Metis Çeviri, Kafkasya Gerçeği, Kafkasya Yazıları, Radikal, Cumhuriyet, Birgün, Taraf gibi yayın organlarında çok sayıda makalesi ve araştırması yayımlandı. 2009’da ‘Çerkes Kimliği Türkiye’nin Sorunları’ ve ‘100 soruda Türkiye’yi Anlamak’ kitapları yayımlandı. Jıneps Gazetesi Yayın Kurulu üyesi ve yazarı.

Yaşar Güven: 1958, Düzce, Köprübaşı Ömer Efendi köyü (Haç’emziye) doğumlu. Evli, Neris isimli bir kızı var. Mühendis. İstanbul’da yaşıyor. İstanbul Kafkas Kültür Derneği – Bağlarbaşı ve Gemi Mühendisleri Odası üyesi. İKKD duvar gazetesi Savsırıko çalışanları ile birlikte 1993 yılında ‘Basında Çerkesler’ kitabının derlenmesinde görev aldı. Jıneps Gazetesi Yayın Kurulu üyesi ve editörü.

Aydan Çelik: Bu söyleşinin konusu olan ‘Çerkesleri Anlamak’ kitabının çizeri. www.aydancelik.com dijital adresinde ikamet ediyor.