‘EN BAŞARILI SİYASİ İRADE EMEK, DEMOKRASİ VE ÖZGÜRLÜK BLOKU’

2011 genel seçim sonuçlarına dair değerlendirmeniz nedir? Sizce bu seçimin galibi kim? Kim kaybetti?

Seçmen kazandı diyelim. Üç aşağı beş yukarı halkın tercihinin böyle tecelli edeceği belliydi. Tabii yüzde 45 civarında olan Adalet ve Kalkınma Partisi’nin, Tayyip Erdoğan’ın son haftalardaki olağanüstü negatif performansına rağmen, yüzde 50’leri bulması aslında Türkiye’de hâlâ bir muhalefet krizinin olduğunu gösteriyor. AKP’nin anayasayı tek başına değiştirebilecek çoğunluğa sahip olamaması Bloğun başarısıdır. O yüzden ben en başarılı siyasi iradenin Emek, Demokrasi ve Özgürlük Bloku olduğunu düşünüyorum. Çünkü eşitsiz bir yarışta, hazine yardımı alan partiler karşısında olağanüstü bir performans gösterdi. 36 milletvekili sayısı, çok iyi bir sonuç.

AKP ile CHP arasındaki makasın açılıyor olması, CHP’de önümüzdeki süreçte ciddi bir arayış olacağını gösteriyor. Bu arayış her zaman olumlu tecelli etmeyebilir. Yine bildiğimiz eski CHP refleksleri gündeme gelebilir. Ama bu Kemal Kılıçdaroğlu’nun kaybettiği ilk seçim değil. Performansının yeterli olmadığı ve bir siyasi ergenlikle Ergenekon arasındaki gelgitlerinin seçmen gözünde de güven vermediği görülüyor. Eğer bir Süleyman Demirel kreasyonu varsa burada ve merkez sağ bir grup CHP’den ayrılırsa önümüzdeki süreçte CHP’deki kriz daha da tetiklenir diye düşünüyorum.

‘CHP’DE BİR YENİLENME ARZUSU VAR GİBİ’

Kemal Kılıçdaroğlu seçim sonuçlarını CHP açısından başarılı olarak niteledi…

Tabii nüfus artışını dikkate alıp bakmak lazım, ama sonuçta CHP’de bir yenilenme arzusu var gibi görünüyor. Bu yetersiz, ancak eski CHP’den daha iyi. Tam anlamıyla siyasi bir yenilenme çıkma ihtimali biraz da CHP’nin geleneksel tabanı itibariyle kolay olmuyor. Bu açmazın içinden bir tür ayrışma da çıkabilir. Kılıçdaroğlu’nun kendini siyaseten konsolide etmesi kolay görünmüyor. Basın kahvaltısında eylemsizlik kararından rahatsız görünmesi, hala halkın barış özlem ve taleplerini okuyamadığının açık bir belirtisi.

‘YANLIŞ MUHALEFET STRATEJİSİ AKP’YE GÜÇ VERDİ’

AKP’nin oy oranını yükselterek tekrar tek başına iktidar olmasının temel sebebi muhalefet eksikliği mi?

Muhalefet eksikliği ve CHP-MHP gibi bir koalisyon alternatifinin yurttaşlara sıcak gelmemesi önemli bir faktör. İkinci olarak ise, küresel krize ve Avrupa’nın birçok ülkesindeki eşitsiz büyümeye karşın yüzde 8-9 kadarlık bir ekonomik büyüme de onlar açısından az buz bir şey değil. Tabii, siyasette kanıksadığımız bütün seçim dönemindeki tribünlere seslenmeye rağmen AKP önümüzdeki mecliste siyasi reformlara devam etme yönünde bir mutabakat arayışına giderse genel olarak olumlu da olabilir. Kılıçdaroğlu’nun geçen referandum döneminde Anayasa Uzlaşma Komisyonu’na üye vermemekle yanlış yaptık özeleştirisi süreci doğru okuduklarını gösteriyor. Referandum döneminin bir tek sonucu vardı bizim açımızdan. Yanlış muhalefet stratejisi AKP’ye güç verdi. Diğer yandan, AKP alanlara bakıldığında, en organize parti, küreselleşme sürecinin en has partisi. Yurtdışındaki think tank’lerden gelen eleştiri biraz da ABD’nin ve diğer güçlerin tek ata oynamak istememeleri, dengeyi bulmak istemelerinden kaynaklanıyor. Geçenlerde ABD Kongresi’nin senatörlerinin danışmanları Türkiye’deydiler. Benimle de görüşmek istediler. Bana “Şimdi Amerikan Büyükelçiliği’nden geliyoruz. Büyükelçilik bize adeta CHP propagandası yaptı, ama hayatın içinde bunu göremiyoruz,” dediler. Bir Amerikan Büyükelçisinin bu kadar CHP güzellemesi yapması ilginç geldi. O yüzden aslında memlekette liberal sol dediğimiz özne, Derviş’in CHP’siydi. Şimdi Kılıçdaroğlu’nun CHP’siyle CHP’nin daha da liberalleştiğini görüyoruz. Ama oradaki güç dengeleri o kadar kolay bozulmuyor ki diğer yanda Ergenekoncuların meclise tünel kazmalarının günahını da üstlenmiş vaziyette. O bakımdan yine hakiki bir özgürlükçü sol seçenek üretmek ihtiyacı önümüzde duruyor.

‘SİYASET YAPILACAK ZEMİNİN TARİFİNİ HEP BİRLİKTE YAPMALIYIZ’

Bloğun adayları ve içerisinde yer alan örgütlü yapıların sözcülerinden seçim sürecinin başından itibaren bu bloğun sadece seçimlere dönük olmadığı ve birlikteliğin seçim sonrası da devam etmesi niyeti hep vurgulandı. Bloğun geleceğine dair ne düşünüyorsunuz?

Emek, Demokrasi ve Özgürlük Bloğu önümüzdeki süreçte daha organize olabilir, daha kurumsallaşabilir. Buradan ortak bir Türkiye partisi arayışı olacak. Biz bunu bir cephe politikası içerisinde, daha esnek bir çerçeve içerisinde Kürt hareketiyle birlikte mi tesis ederiz, yoksa ortak bir parti içerisinde mi yer alırız, sade bir EDP üyesi olarak, bunun EDP’nin organlarında, zamana yayarak tartışılması gereken bir konu olduğunu düşünüyorum. Benim açımdan her ikisi de olabilir. Bir cephe yapılanması da, ortak bir parti yapılanması da olabilir. Ancak çatı partisi formu çok tutan bir şey değil. Bu bloğun Türk solu ayağı hep zayıf kaldı. Dolayısıyla o tabanlardan birisi tarihsel nedenlerle zayıf olduğu zaman, kendi iç sesinizi de bulamıyorsunuz. EDP danışma kurullarını, gerekli organlarını bu anlamda toplamalıdır. Zira hayat gösterdi ki, “Herkesin Anayasası” çerçevesinde, BDP’sinden, EDP’sine, vd. sol parti ve çevrelerine değin, seçim öncesi farklı eğilimler zaten yan yana gelmişti. Seçimde de yan yana geldiler. Şimdi demokratik anayasa çalışmaları zemininde yine yan yana geleceğiz. Dolayısıyla referanduma dair sol içi rekabet ve husumeti tetikleyenlerden çok bizim daha ortak paydaları ön plana çıkararak yeni, demokratik, özgürlükçü bir anayasa için, barışın tesis edilmesi için ve daha sosyal, emek eksenli politikalar için katkı sunmamız lazım. Ama siyaset yapılacak zeminin tarifini hep birlikte yapmalıyız.  

‘BUNUN AÇIK BİR FORMÜLÜ YOK’

Çatı partisinden daha farklı olmalı dediniz. Nasıl bir zemin üzerinde gerçekleşebilir bu sizce?

Bunun açık bir formülü yok. Hep birlikte el yordamıyla bulmalıyız. Çünkü yerel seçim deneyimi de bize gösterdi. 2009 seçimlerinde de yine neredeyse aynı örgütlerle birlikte bir iş yaptık, ama bu kağıt üzerinde kalmıştı. Bunu hakiki bir şeye dönüştürmek gerek. İstanbul gibi bir yerde bir ilçe, belde de alamamıştık. Kürt hareketi kendini konsolide ediyor, oylarını artırıyor, ama toplam orana baktığımızda yüzde 5-6 küsurluk bir oy. Soldan yana yapısal dönüşümü gerçekleştirmek için daha dikkatli yürümek lazım. Çünkü özellikle barış meselesinde bizim şehit analarından barış analarına dek herkesi ikna ederek ilerlememiz lazım. Bugün çok konuşulan demokratik özerklik de aslında bir tür anayasadaki idari vesayetin ortadan kaldırılmasıdır, bir anayasa değişikliğidir. O yüzden herkesi ikna etmeye çalışarak bir fikri hegemonya oluşturarak ilerleyebilmemiz mümkün. Bu ortak siyasi gücün formatı aslen niyetle ilgilidir. Niyet varsa bunun formatını bir şekilde buluruz hep birlikte.

‘YENİ PARADİGMALARA İHTİYACIMIZ VAR’

Blok içinde yer alan bazı sosyalist yapıların da bir birleşme çabası var.

Onlar da bildikleri gibi yapsınlar. Çünkü onlar önce sosyalistleri bir araya getirme önceliğiyle hareket ediyorlar. Baktığımız zaman bunların hepsi eski ÖDP bileşenleri. Ama zaten sorun bir araya gelip gelmeme meselesi değil. Hangi fikri ve politik zeminde yan yana geleceğiniz ve ne ölçüde kendinizi yenileyebildiğiniz asıl mesele. 21. yüzyıl solunu ve siyasetini inşa ederken yeni paradigmalara ihtiyacımız var. Evet, buna ihtiyacımız var diyenler zaten bu arayışın bir parçası oluyor.

‘ÖDP’NİN DE BU SÜRECİN BİR PARÇASI OLMASINI İSTERİM’

Bloğun dışında kalan sol partilerden ÖDP seçimlere giremedi. TKP de “500 bin boyun eğmeyen” bulamadı.

TKP’nin durumuna asla düşmemek gerek. Kürt siyasi hareketi bu kadar topun ağzındayken, bir Japon turist gibi bakılamaz memleketin siyasi değerlendirmesine. ÖDP’ye gelince, duyduğum kadarıyla bazı yerlerde bloğu, bazı yerlerde diğer bağımsız adayları desteklemek ya da serbest bırakmak şeklinde farklı tutumları vardı. Ama daha baştan bu bloğun parçası olmaları iyi olurdu. Önümüzdeki süreçte ÖDP’nin de bu sürecin bir parçası olmasını isterim. Herkesi kapsayan bir zemin onları da dönüştürücü olur. Şimdi mesela EMEP camiasından birinin çıkıp EMEP Başkanı’na “EMEP’i bıraktın, bağımsız aday oldun. EMEP’in değerlerinden uzaklaştın” gibi bir itiraz yapacakları kimsenin aklına gelmiyor. En azından benim bağımsız adaylığım süreci bunun aşılmasını sağladı. Herkes gördü ki, bu bir taktik adım. Dolayısıyla bundan sonra atılacak adımlarda kim haklıydı tartışmasını, geçmişte olanları da bir yana bırakıp yeni bir sayfa açmak lazım hakikaten. Biz de önümüzdeki süreçte ortak paydaları artıralım diyoruz. Bloğun seçim bildirgesine baktığımız zaman da orada kendimizi görüyoruz. Bizim altına imza attığımız bir siyasi bildirge. Ortak yürüyüş olacaksa önümüzdeki siyasi yürüyüşün ipuçlarını orada bulunuyor.

‘BDP KENDİSİNİ KİTLESEL SOL PARTİ OLARAK TARİF EDİYOR’

Zaten solun bir kesiminin -bloğu destekleyen kesimi de dahil buna- yaptığı en büyük yanlışlık BDP’yi solculaştırma varsayımı. Sanki ‘BDP sağda bir yerde, ben soldan gelip onu solculaştıracağım’. Bu tam manasıyla bir siyasi kibir. Halbuki BDP’nin programına, tüzüğüne baktığımızda kendisini kitlesel sol parti olarak tarif ediyor ve grup olarak da bugüne kadar ben de dahil olmak üzere, yasa önerilerimiz, soru ve araştırma önergelerimizin hiçbirine soldan dişe dokunur bir eleştiri gelmedi. Mesela, ‘Ey, Ufuk Uras, AKP bütçesini, programını eleştirmişsin, ama bak şurası eksik kalmış’ diyen olmadı hiç. O yüzden bütün yaptıklarımı da kitaplaştırdım ki soldan bir eleştiri gelsin, biz de eksiğimizi, gediğimizi giderelim.

BDP’nin izlediği politik profil 60’ların TİP performansının kat be kat üzerindedir. Bunu daha sol kamuoyunun bile tam olarak gördüğünü düşünmüyorum. Zaten solda duran bir şeyi solculaştırmak, ancak o politik hattın hakikaten sağlıklı bir eleştirisini yaparak olur.

‘4 YILIN DÖKÜMÜ EMEK EKSENLİ SİYASETLE, KİMLİK SİYASETİNİN HEMHAL OLMASININ ÖRNEKLERİDİR’

“BDP’yi solculaştıracağız” sözü BDP’nin sadece kimlik siyaseti yaptığı algısı üzerinden biraz da Kemalist damarı içinde barındıran söylemin bir iddiası diyebilir miyiz?

267 araştırma önergesi, 99 kanun teklifi verdik. 23. dönem meclisinde toplam 548 yasa çıkmış. Ben bugüne kadar bir kişiden duymadım ki herhangi bir tanesi için bunlara karşı aldığınız pozisyonunuz problemliydi diye. Hep tezvirat üzerinden, mahalle dedikoduları aldık. Emek eksenli siyasetle, kimlik siyasetinin hemhal olmasının bence iyi örnekleridir 4 yılın dökümü. Bloğun bildirgesi de bunun kanıtıdır zaten.

Hani hep diyoruz ya, Latin Amerika soluna gösterdikleri ilginin birazını buraya gösterseler zaten işin aslını görürler. 2007 seçimlerinde de arkadaşlara söylemiştik. Adalarda, Moda’larda kenarda, köşede duracağınıza gelin bu süreci birlikte örelim. O zaman bu tartışmanın hayatın içinde bir karşılığının olmadığını göreceksiniz, demiştik.

İKİ ÜÇ KONUDA POLİTİK POZİSYON ALDIM

Seçim gecesi Burhan Kuzu Show TV canlı yayınında sizin referandum sürecinde tehditle BDP grubunda kaldığınızı iddia etti. Ne diyorsunuz?

Yani bu o kadar saçma bir şey ki… Nereden çıkardı anlamadım. Olgusal olarak da yanlış, neresini düzelteyim… Şuradan başlayayım, partilerin kapatılması anayasanın ya 68. ya da 69. Maddesiyle olur. Biz AKP’ye dedik ki, gelin esas kapatılma gerekçesi olarak gösterilen maddeyi ele alalım. Değişiklik önergeleri verdik. AKP bunların hiçbirini kabul etmedi. Ben o zaman bu değişikliğin her şeye rağmen olacağını düşünmüştüm. Olmayınca ve hakikaten değişmeyince başta Eşbaşkan Selahattin Demirtaş’la olmak üzere görüşlerimi paylaştım. Özgürlükçü sol camia, aydınlar, yazarlar bu konularda tepkilerini ortaya koyuyorlar. Dolayısıyla ben bazı meselelerde siyasal tutum almak durumundayım, dedim. Kendisi de ‘Tabii, biz sizin pozisyonunuzu biliyoruz, anlıyoruz,’ dedi. Bunun üzerine 145. Madde, anayasa mahkemesi, geçici 15. madde gibi iki üç konuda politik pozisyon aldım.

‘KONU TEHDİTSE, BEN SADECE TÜRK İNTİKAM TUGAYINDAN TEHDİT ALDIM’

Ama bütün bu adımlar BDP’nin bilgisi dahilindeydi değil mi?

Tabii canım. Bizim ilişkilerimiz tam bir dayanışma, dostluk ilişkisi. Her yerde de BDP grubundan arkadaşlarımız, benim için ‘sizin gruba gelmenizi biz hep Deniz Gezmiş’lerin Zap Suyu’na yaptığı köprüye benzetiyoruz’ dediler. Burhan Kuzu nereden çıkarmış bunu anlamıyorum. Konu tehditse, ben sadece Türk İntikam Tugayından tehdit aldım… O akşam Ali Kırca’yı da aradım. Canlı yayına bağlanacaktım ama önce Kılıçdaroğlu’nun ardından Erdoğan’ın balkon konuşması derken o arada Burhan Kuzu’nun programdan ayrılmasıyla yayına bağlanamadık. Ertesi gün Ali Kırca aradı. “Ya ben Burhan Kuzu’ya biraz daha bekleyin dedim, ama Burhan Bey Erdoğan’ın konuşmasını tam dinlemeden ayrıldı” dedi. Bir de Kuzu’nun dediğinin aksine o siyasi partilerin kapatılmasıyla ilgili madde geçmedikten sonra, oylamalara katıldım. O onları da karıştırmış yani.

Türk İntikam Tugayından tehdit almaya devam ediyor musunuz peki?

Yani evet, arada oluyor. İlk tehdit Genelkurmay Başkanlığı hakkında siyasete müdahale etmesi nedeniyle suç duyurusunda bulunduğumuz zaman gelmişti.

ERTUĞRUL KÜRKÇÜ GİBİ SİMGESEL ANLAMI OLAN ARKADAŞLARIMIZIN BULUNMASI ÇOK ÖNEMLİ’

Siz geçen dönem solun bağımsız adayı olarak İstanbul 1. Bölgeden milletvekili seçilmiştiniz. 2011 genel seçimleri sonucunda İstanbul'dan Sırrı Süreyya, Levent Tüzel ve Sebahat Tuncel seçildi. Yine bu dönem bloğun adayı olarak seçilen sosyalist hareketin önemli isimlerinden Ertuğrul Kürkçü hakkında ne söylemek istersiniz?

Ben bütün arkadaşlarımı ayırmadan söyleyeyim. 36 seçilen adayın hepsinden de memnunum. Ben bir de, özellikle Kocaeli’nde Emrullah Bingül arkadaşımızın kampanyasında çalıştım. Keşke o da, Akın Birdal da, Ferhat Tunç da katılsaydı çok daha iyi olurdu. İsimler belki son kertede tek başına çok önemli değil, aslolan siyasi hat, ama uzun zaman siyaseten de birlikte olduğumuz Ertuğrul Kürkçü gibi simgesel anlamı olan arkadaşlarımızın bulunması çok önemli diye düşünüyorum.

‘KENDİMLE İLGİLİ BİR İSTEĞİM OLMADI’

Neden tekrar aday olmadınız? Bu çok merak ediliyor…

Yani benim gibi İstanbullu bir insanın 4 yıl Ankara’da kalması, deplasmanda olması yeterli değil mi?... Hem bir dönem daha aday olsaydım, bir parlamenterist sapma içinde olduğum yönünde derin analizler olmayacak mıydı?

Yine de velev ki ben aday olsaydım, geçen dönem seçildiğim yerden olurdum. Prensip olarak, dokusal olarak ilişkide olmadığım bir yerde dışarıdan paraşütle aday olmaya çok sıcak bakmıyorum. Siyasi nedenlerle olabilirdi, ama kişisel olarak tercih etmem. İstanbul 1. Bölgeye Sebahat’in aday gösterileceği söylendi ve bunu tabii memnuniyetle karşıladım. Zaten Sebahat’in İstanbul’dan aday gösterilmesini önermiştim. Bunun dışında kendimle ilgili bir isteğim olmadı. Hakkımda fezleke yokken, fezlekesi olan arkadaşların da adaylığı önemli diye düşündüm.

‘KAMPANYANIN EN ÖNEMLİ EKSİĞİ, ERMENİ BİR ARKADAŞIMIZIN OLMAMASIDIR’

Agos Genel Yayın Yönetmeni Rober Koptaş’ın seçimin hemen öncesinde bir yazısı yayımlandı. (İlgili yazı burada >>>) Ermeni toplumu adına sizin meclis içerisinde yaptığınız çalışmalara teşekkür mahiyetinde olan bu yazıda tekrar aday gösterilmemenize dair bir yakınma da vardı. Bu yazıya dair ne söylemek istersiniz?

Sağolsun, Rober beni mahcup etmiş. Yani insanın kendiyle ilgili konuşması dünyanın en zor işi, ama şöyle bakmak lazım. Hakikaten hiçbir sıkıntı yaşamadan bu bloğun parçası olduk. Biz siyaseten bakıyoruz bu meseleye, kişisel bir konu değil ki. Ben bu konuların çok üzerinde durmuyorum. Bu tür şeyleri alınganlık konusu haline getirmemek lazım. Milletvekilliği benim için bir meslek değil, ben hakikaten dört yılda elimden geleni yaptım. Ya şu eksik kaldı, dediğim bir şey olmadı, bu süreçte âdeta kendimi tamamladığımı düşünüyorum. Bu kampanyanın en önemli eksiği, Ermeni bir arkadaşımızın olmamasıdır.

‘HİÇBİR ZAMAN ÖRGÜTSEL İHTİYAÇLARI TOPLUMSAL İHTİYAÇLARIN ÖNÜNE KOYMADIK’

Artık EDP'lisiniz. Eşitlik ve Demokrasi Partisi de bloğun içinde yer aldı. Blok adayları arasında hiç EDP’li olmamasına rağmen tüm örgütüyle blok için aktif çalıştı…

Blok içerisinde bizim adayımızın olmaması siyaseten olan bir şey değil. Olabilirdi de. Ama hakikaten o 7500 liralık para yatırma zorunluluğu bizim problemimiz oldu. Geçen Halil Berktay yazmış Taraf’ta, ‘Dikkat ediyor musunuz, blok içinde hayırcı ve boykotçu var ama evetçi yok’ diye… Bunun olmaması bizden ve dolayısıyla mali bir meseleden kaynaklanıyor. Buna rağmen bizim hiç adayımız olmadığı halde sunduğumuz destek çok önemlidir. Hiçbir zaman örgütsel ihtiyaçları toplumsal ihtiyaçların önüne koymadık.

‘ÖĞRENEN BİR PARTİYİZ’ VURGUSU DA ÇOK ÖNEMLİ’

Bundan sonra EDP içinde siyaset yapmayı sürdüreceksiniz. EDP’nin geleceğine dair ne düşünüyorsunuz?

EDP’nin başına gelen pişmiş tavuğun başına gelmemiştir. EDP’nin bunca badireden sonra hâlâ ayakta durması, önünün açık olduğunu gösteriyor. Politik fikriyatı itibariyle kendime en yakın gördüğüm yapı olduğu için Eşitlik ve Demokrasi Partisi’nde bulunuyorum. EDP’nin de önümüzdeki süreçte misyonu, solu yeniden çekim merkezi yapmak. Solun yeniden geniş kitleler nezdinde itibar kazanması için önemli bir misyona sahip. Cemaat siyasetinden sıtkı sıyrılan, birey olarak kendini ifade etmek isteyenlerin kendini en iyi ifade edebileceği zemin olarak EDP var. EDP’nin kuruluş tarihi 12 Mart’tır, bir yıl öncedir. Çok taze, yeni bir süreç, ama en azından daha önceki siyasi deneyimlerden ders çıkarmış ve bu anlamda siyaseten gelecek vaat ediyor. ‘Benim adresim, eksenim üzerinden olur bu iş’ diyen bir parti de değil. ‘Geleceği birlikte inşa edelim’ zarafetiyle yaklaşıyor. ‘Öğrenen bir partiyiz’ vurgusu da çok önemli. Dolayısıyla hiçbir kompleksi yok. Kendine öncülük atfeden, heybetli sıfatlar koyan, ama ne dediği belli olmayan partiküler yapılardan da değil. Bu anlamıyla EDP’nin Türkiye solu açısından büyük bir şans olduğunu düşünüyorum.

‘YENİ HOPA’LAR, FATSA’LAR YARATMAMIZ GEREKİYOR’

EDP’nin kuruluş sürecinde bu hareketin çağrıcısıydınız. 12 Mart’ta partiyi kurarken birçok kişi çeşitli nedenler göstererek EDP’ye katılmadı. Onların çoğu şimdi, EDP’nin kuruluşundan itibaren pek çok siyasi gelişmede aldığı doğru tutumlar karşısında, kendilerinin yanıldıklarını ifade ediyorlar. Bu anlamda yeni bir çağrı olabilir mi?

Tabii, o bahsettiğiniz isimlerle de görüşüyoruz. Genel Başkanımız Ferdan Ergut’un da verdiği profil o kesimler tarafından çok memnuniyetle karşılanıyor. Bence yeni bir sayfa açmak için uygun bir zemin var ve EDP sonbaharda kongresini yapacaksa bu kongreyi bir başlangıç kongresi olarak değerlendirip, bu süreci bir tür EDP’nin prova dönemi olarak değerlendirip, o arkadaşlarla birlikte bir kurucu irade oluşturabiliriz. Programatik metni de birlikte yenileyerek, güncelleyerek bir tutum almak ve aynı zamanda kendi dışımızdaki arayışlarla da senkronize olmak ve hızla 2014’teki yerel seçimler için şimdiden pilot bölgeler belirleyip çalışmamız, yeni Hopa’lar, Fatsa’lar yaratmamız gerekiyor.

‘ÖRGÜTSEL ÖNCELİKLERİN TOPLUMSAL İHTİYAÇLAR ÜZERİNDEN KURULMASI GEREKİYOR’

Mecliste Tuzla tersanelerindeki işçi ölümlerinden SSGS yasasına, Kürt halkının, Alevi toplumunun, LGBTT bireylerin, azınlıkların sorunlarına dair kanun tasarıları, araştırma önergeleri sundunuz. Onların sesi oldunuz. Nasıl bir deneyimdi sizin açınızdan?

Çok öğretici oldu. Solun genel politik fikriyatının ötesinde kendini temel meselelerde güncelleştirmesi bakımından bir okul gibi gördüm parlamentoyu. Örneğin Borçlar Kanunu, Ticaret Kanunu geliyor. Biz zaten kapitalizme karşıyız deyip elinizin tersiyle itebilirsiniz. Diğer yandan her bir madde üzerinde çalışabilirsiniz. Diyelim ki çek mağdurları sizin sorununuz değilse başkalarının sorunu oluyor. Hem devrimci bir tutum alıp, hem bazı reformların peşinde olunabileceğini gösterdik.

Eksiğimiz nedir diye baktığımızda şunu görüyorum. Mesela 1. Bölgede Maltepe’de kentsel dönüşüm projesi ekseninde Başıbüyük mahallesi sakinleriyle yan yana olmamızda ya da Kartal Tekel fabrikasının özelleştirilmesinde oradaki insanlarla beraber olduğumuzda, onu daha sürekli kılacak zeminler yaratmak gerekiyor. Örgütsel önceliklerin toplumsal ihtiyaçlar üzerinden kurulması gerekiyor.

Benim adaylığım sürecini düşünün. Biz Parti Meclisi’nin kararıyla aday olduk. O dönem ÖDP İstanbul’daki adaylarını çekti. Her şey usulüne uygundu. Sonuçta ben meclise ÖDP rozetiyle girdim. ÖDP’nin dışında destek veren siyasi unsurlar da vardı. Çok kıymetli destekler vardı. ÖDP’yi de dönüştürerek yeni bir ortak akıl yaratabilir miyiz dedik. Bu kadar arkaik bir dirençle karşılaşmasaydık aslında sol açısından bütün bu eksik şeyleri daha iyi örgütleme imkanımız olabilecekti. Maalesef klasik sol içi refleksler, tamamiyle gerçek dışı argümanlar üretti. Kaybeden sonuçta toplumsal mücadele oluyor. Bizim bütün bunları aşarak davrandığımızın en iyi örneği Eşitlik ve Demokrasi Partisi’nin performansıdır.

‘AKP’YE KARŞI SOL SEÇENEK TOPLANTILARI YAPIYORDUK’

‘Şüyuu vukuundan beterdir’ derler. Hakkınızda Obama’yı meclise geldiğinde ayakta alkışladığınız gibi belki hiç dikkate alınmaması gereken pek çok tezvirat dolaştı medyada. Tüm bunlara dair bir şey söylemek ister misiniz?

Evet, bu tip internet geyiklerinden birinde, Beyoğlu’nda Nazlı Ilıcak ve Abdurrahman Dilipak ile yürüyüş yapmışım. Tesadüfen ben de o gün Mersin’deydim. AKP’ye karşı sol seçenek toplantıları yapıyorduk. Ya benim bir benzerim var, ya da insanlar hayal görüyorlar. Yine, Obama’yı ayakta alkışlamışım filan… Amerikan büyükelçisiyle yemek yemişim… Ya bu coğrafyada bütün anti Amerikan eylemleri örgütleyen biziz. Adamlarla nerede karşılaşsak siyasi eleştirimizi yapıyoruz. Hadi gülüp geçelim ama bunları kendine iş edinen yapıları düşününce insanın ‘başka işiniz mi yok’ diyesi geliyor. Bir de senin üzerinden kendini konsolide etmesi o kadar üzücü ki… Mecliste yaptığım işler üzerinden bir eleştiri alsam, hakikaten faydalanacağım. En son Başbakan’la görüşmemle ilgili de bir sürü haber çıktı. Ben Türkiye’ye barış ikliminin tesis edilmesi için tutum alması gerektiğini anlatıyorum Başbakan’a o görüşmede. Zaten BDP eş başkanlarının bilgisi dahilinde gerçekleşen bir görüşmeydi. Ateşkes sürecinin sürmesinde biraz olsun katkı sunmaya çalıştık. AKP ile ilgili en radikal eleştirileri bizim yaptığımızı düşünüyorum. AKP’ye karşı olmanın yolu, mesela, Rosa Luxemburg’lar gibi tezkere geldiğinde savaşa hayır demekten geçiyor. Bizim grubun dışında hiç kimse bu tutumu almadı.

‘ANAYASA DEĞİŞİKLİKLERİ İKTİDARA YARIYOR DİYE OLUMSUZ TUTUM ALINMAZ’

Mecliste Kürt açılımı konusu tartışılırken CHP sıralarından gelen sataşmalara kürsüden verdiğiniz ‘mantık dersi’ çok yankı uyandırmıştı. AKP sıralarından bunun üzerine gelen alkış spekülasyon malzemesi haline mi getirildi dersiniz?

Biz açılımı destekledik. AKP’yi de adım atmadığı için eleştirdik. Habur meselesine de öyle baktık. Ben o konuşmada sonuç olarak açılımdan ne anladığımızı anlatıyorum. Mesela koruculuk kaldırılsın diyorum. Orada tepki CHP’den geliyor. Bana laf atarken koruculuğun kaldırılmasına mı karşı çıkıyor, o da belli değil. O yüzden sizin mantık derslerine ihtiyacınız var dedim. Biz referandumda da aynı şeyi yaptık. Değişiklik önergeleri vererek AKP’yi teşhir etme politikası yürüttük. Ama senin pozisyonunla başka yapıların beklentileri örtüşebilir de. Yani ben 1 Mayıs resmi tatil olsun diye teklif verdim. AKP de verdi. AKP’li mi oldum şimdi? Yine diyelim, Dışişleri komisyonunda biyotıp yasasının değişmesi için çok çaba harcadım ve sonuçta AKP’lilerin de aklına yattı, bu yasa çıkarıldı. BM işkenceye karşı protokolün imzalanması için uğraştım, o da olumlu sonuç verdi ama bu sizi AKP’li yapmıyor. Bence anayasa tartışmalarında da aynı yanlış yapıldı. Var olan anayasa değişiklikleri iktidara yarıyorsa olumsuz tutum almak lazım dediğinizde, bugüne kadar yapılan bütün anayasa değişikliklerine karşı aynı tutumu almak lazım. Önemli olan bu değişikliklerin toplumun yararına olup olmadığıdır.

‘BİZE RAĞMEN OLDU’ DİYEN TARAFTA OLMAK İSTEMEZDİM

2011 12 Eylül’ünde yapılan referandumun ardından geçici 15. Maddenin kalkmasıyla darbecilerin yargılanmasının önündeki engel de ortadan kalkmış oldu ve seçimden hemen önce Kenan Evren hakkında soruşturma başlatıldı. Evren ifade verdi. Siz de meclis içinde darbecilerin yargılanması için mücadele etmiştiniz. Geldiğimiz aşamayı nasıl değerlendiriyorsunuz?

Latin Amerika solunda, İspanya’da bizdeki acayiplik olmuş mu diye hiç üşenmedim araştırdım. Orada da burjuva hükümetleri var. Orada, burjuva hükümetleri darbecileri yargılayamaz, biz yargılarız diyen Allahın bir kulu çıkmamış yani… “Nereden çıktı, bu Pinochet’nin yargılanması” diyen bir tanesine rastlamadım. Yargılanır ya da yargılanmaz ama soru şu: Bu adamın ve zihniyetin ifade vermesi ve yargılanması bize rağmen mi oldu, bizim sayemizde mi oldu? Bu soruyu gelecek kuşaklar bana sorduğunda ‘bize rağmen oldu’ diyen tarafta olmak istemezdim. Bence bütün bunları da unutalım. Bakıyoruz şimdi Kenan Evren yargılansın diyenlerin içinde referandumda hayır diyen de var, boykot diyen de. Tutarsız bulabilirsiniz, ya da ‘bunun önünü açacak tutum almadın, şimdi neden yargılansın diyorsun?’ diyebilirsin. Hayır çıksaydı çoğunluk, bu noktaya da gelemeyecektik. Ama hatasız kul olmaz. Diğer yandan sol içi rekabeti kışkırtmak isteyen eğilimlerin de var olduğunu görüyoruz. Bunları hiç dikkate almamak lazım. Ben bu eğilimleri de açıkçası pek masumane bulmuyorum.

Mecliste Sarıkız ve Ayışığı darbe girişimleri açığa çıkarılsın diye yasa teklifi verdiğimizde 20 imzayı zar zor bulduk. Ama biz bunu her alanda görüyoruz. Ağar’ın davasına gittiğimizde bir Pervin Buldan’ı görürüz. Türkiye solunun bitkisel hayatta olduğunu buralardan görüyorsunuz zaten. Hadi Ergenekon’u önemsemediniz, Mehmet Ağar davası için mazeret nedir? Hakkını vermek lazım, Türkiye solunda bizim dışımızda bu konuyu dert edinen ESP çevresi var. ESP çevresi de bizim Susurluk zamanında yaptığımız gibi bu meseleyle ilgili kampanyalar yaptı.

‘ZORUNLU ASKERLİK KONUSUNDA İKTİDARI ZORLAMAMIZ LAZIM’

Başbakan Erdoğan ile Kürt meselesi üzerine baş başa gerçekleştirdiğiniz görüşme nasıl geçti?

Sorunun diyalog ve müzakere içinde somut adımlar atılarak aşılması için değerlendirmelerimizi aktardım. Mesela, Erdoğan’ın BDP’nin resmi dil hakkındaki görüşlerine dair bir önyargısı var. Ben de, “BDP resmi dile itiraz etmiyor ki,” dedim. Resmi dilin yanı sıra ana dil hakkı konusunu konuştuk. Şimdi düşünün Sırbistan’da 6 resmi dil var. Türkiye’de kimse resmi dil tartışması da yapmıyor. Bizim bu noktada hem anayasal düzeyde hem yasalar zemininde ele aldığımız konuların tarifini genişletmemiz lazım. Mesela Avrupa’da sadece 6 ülkede zorunlu askerlik var. Zorunlu askerlik konusunda iktidarı zorlamamız lazım. Vicdani ret hakkı gibi konuları somutlayarak bizim ayracı genişletmemiz gerekiyor diye düşünüyorum.

‘ERDOĞAN VE AKP ZİHNİYETİNİ BU TÜR HAMLELERLE TEŞHİR ETTİK’

Mecliste çalışma yürüttüğünüz süre içerisinde gerçekleştirdiğiniz en önemli, size en çok memnuniyet veren iş neydi?

Benim en öncelikli konularımdan bir tanesi Hrant Dink Davası idi. Yine yaptığımız en önemli işlerden biri biliyorsunuz, Başbakan’a ‘AİHM kararlarına neden uymadın?’ diye sormamızdı. Bir ay süre istediler, süre dolunca yine sordum, yine süre istediler ve neticede bir yanıt veremediler. Yani Erdoğan ve AKP zihniyetini bu tür hamlelerle teşhir ettik. Köşeye sıkıştırıyorsun ve aslında hiçbir şey yapmadığını kanıtlıyorsun, bu önemli. 1 Mayıs’ın resmi tatil olmasına katkı sunmam da beni memnun etti. Ama en en memnun olduğum şey nedir dediğinde en son kravatımı çıkarıp mikrofona hediye etmem… Daha önce aklınız neredeydi diye soranların, asıl kendilerinin aklı başında değil. Meclise geldiğimiz günden beri iç tüzüğün değişmesi için uğraştık. Yine maalesef CHP yüzünden bu değişiklik yapılamadı. Sadece kravat için değil tabii, baş örtüsü dahil olmak üzere Avrupa Parlamentosu’nda nasıl insanlar kendini özgürce ifade edebiliyorsa bizim mecliste de öyle olması için uğraştık. Orada yaptığım simgesel olarak arkadaşları yasaklarıyla baş başa bırakmaktı. Yeni gelen arkadaşlarımız da bu iç tüzüğün demokratikleştirilmesi, grup merkezli olmaktan çıkarılabilmesi bakımından çalışacaklardır.

‘AN GELİYOR, BİR KİŞİ GRUP KURMAYI SAĞLAYABİLİYOR’

Her şeyi bir yana bırakırsak ‘bir kişi ne yapabilir, ne olacak ki?’ sorusunun yanıtı bir tarihsel tesadüf ya da cilve. An geliyor, bir kişi grup kurmayı sağlayabiliyor. Bence ‘bir kişi ne yapabilir?’ sorusunun en güzel yanıtı bu oldu.

‘biraz vicdan, biraz emek, biraz yürek, hepimizi otak akılda bir araya getirecek’

Bundan sonra ne yapacaksınız? EDP Genel başkanı olacağınızı dillendirenler var…

Ben 10 yıl ÖDP’de genel başkanlık yaptım. Şu andaki genel başkanımızdan son derece memnunuz zaten. Uzak gelecekte bir genel başkan arayışı olursa da genç kuşaktan olmalıdır. Artık bizim kuşağın işi, genç ve kadın arkadaşlara devretmesi elzem görünüyor. Nasıl bir dünya istiyorsak kendi içimizde de onu gerçekleştirmemiz lazım. Ben tabii ki özgürlükçü solun büyümesi için her zaman aktif olarak çalışacağım. Ama bunun için illa ki başkan ya da milletvekili olmak gerekmiyor; biraz vicdan, biraz emek, biraz yürek, hepimizi ortak akılda bir araya getirecek...

DEMOKRAT HABER / Cihan Erdal - Cemal Polat