Muzaffer Demirsoy / Demokrat Haber

Zorunlu göç çoğu zaman işkence, kötü muamele, tecrit altında tutulma, yakınlarının öldürülmesine tanıklık, yakınlarının kaybedilmesi gibi travmaya neden olan bir dizi temel insan haklarının zincirleme olarak ihlal edilmesi sonucunu doğuruyor. Ayrıca göç edilen yerlerde dışlayıcı ve tecrit edici bir ortamda yaşama, mültecilik ve geleceğe ilişkin belirsizlikler, travma sonrası sosyal problemleri ağırlaştıran etkenler olarak karşımızda çıkıyor.

“Konuşacaklarımız Var” İnsan Hakları Röportaj Dizisinin dokuzuncu söyleşisinde Göç İzleme Derneği Genel Başkanı İlyas Erdem ile Türkiye’nin Zorunlu Göç Tarihini ve Yerinden Etme Sorunu’nu konuştuk…

Göç İzleme Derneği’nden bahsedebilir misiniz ?

2016 yılında İstanbul’da bir gurup sosyolog, psikolog, sosyal araştırmacı ve ülke içinden zorla yerinden edilmiş kişilerin bir araya gelerek tüzel kişiliğe kavuşturduğu bir sivil toplum örgütüdür. Ülke içinden zorla yerinden edilmiş kişiler ve mülteci, sığınmacı kişilerin yaşadıkları problemler Göç İzleme Derneği’nin temel çalışma alanlarını oluşturmakta.

İnsan hakları denildiğinde akla gelen genelde yaşam hakkı oluyor. Oysa insan hakları yaşam hakkından çok daha fazlası. Bugün bir insanı yaşadığı topraklardan zorla uzaklaştırmak insanlık suçu olarak kabul görüyor. Türkiye’deki yerinden etmeler sorunu üzerine neler söylemek istersiniz?

Türkiye’de ülke içinden zorla yerinden edilme Osmanlı döneminden devralınarak sürdürülmüştür. Osmanlı döneminde de hak hukuk alanındaki temel istekler ya kıyımla ya da sürgünle sonuçlanmıştır.

Kanuni Sultan Süleyman’ın 1539 yılındaki sürgün kanunu ile Dersim Alevileri sürgüne gönderilmiş. 1691 İfrâz-ı Zu’l-Kadriyye Kanunu Kürt aşiretlerinin Rumeli’ye iskânını beraberinde getirmiş. Bu yıllardan sonra da Osmanlıda hak talebinde bulunan Kürtler kendi yurtlarından zorla sürülmüş. Şeyh Ubeydulah, Şeyh Nehri isyanlarından sonra da durum aynıdır. Özellikle Osmanlının Kürdistan bölgesini kontrol altına alma, devletin merkezileşmesi çabaları sonucunda Dersim, Van, Mardin, Cizre ve Sincar’dan binlerce Kürt sürgüne gönderilmiştir. Bu durum yeni Türkiye devletinin kuruluşuna kadar böyle devam etmiş.

1916 Osmanlı Rus Savaşı “Aşâîr ve Muhâcirîn Müdîrriyet-i Umûmiyyesi” Vilayât-ı Şarkiye Mültecileri Yeni Türkiye cumhuriyeti kurucuları için bir fırsat olarak değerlendirilip kürtlerin batı illerine sevkiyatı ve zorunlu göçü hızlandırılır. Şarktan garba zorunlu göç hep gündemde tutulur.

1925 tarihinde Şehy Sait isyanıyla yeni göç kanunları çıkartılır. 24 Eylül 1925 Şark Islahat planı tüm Kürtleri kapsar ve Kürtler yine zorunlu göçe tabii tutulur.

Bazı Eşhasın Şark Menatıkından Garp Vilayetlerine Nakline Dair Kanun 4 Temmuz 1927’de çıkartılır. Yine batıya sürgün başlatılır. Bir sonraki demokratik taleplere devlet yetkilileri aynı refleksi verir. Kürtlerin yaşadığı illerde Umumi Müfettişlik Kurumunu oluşturulur. 1934 İskân Yasası çıkartılır ve Kürtlerin zorunlu göçü yine başlar.

1935 yılında Tunceli Vilayetinin İdaresi Hakkında Kanun çıkartılarak Dersim’deki Kürtler zorunlu göçe tabi tutulur.

1990’lı yıllara gelinceye kadar bu durum devam eder 90’lardaki PKK ve devlet arasındaki çatışmalar başlayınca Kürtlerin zorunlu göçü başka bir boyuta ulaşır. Bu tarihe kadar görülmemiş bir Kürt göçü yaşanır binlerce yerleşim yeri devlet yetkilileri tarafından boşaltılır. Kırsalda yaşayan köylülere birkaç günlük süre verilerek köylerini terk etmeleri istenir. Bu yapılırken hiçbir yasa kural tanınmaz 3 bin yerleşim birimi zorla boşaltılır. 3,5 milyon Kürt zorla göç ettirilir. Göç esnası ve sonrasında telafisi imkansız insan hakları ihlalleri yaşanır. Kişilerin yasalarda belirtilen ve sözde güvence altına alınan hakları; konut dokunulmazlığı hakkı, aile dokunulmazlığı hakkı, işkence kötü muameleden korunma hakkı, seyahat özgürlüğü hakkı, kültürel haklara katılma hakkı, eğitim hakkı vb yasalarda yer alan haklar ihlal edilir. Ve yetkililer bu konuda sorumluluk almaz.

Binlerce insan bu süreçte hayatını kaybetti mülksüzleşti, işsizler ordusu oluştu karanlık ve telafisi giderilemeyecek bir yaşama sürüklendiler. Bu süreç tüm olumsuz yönleriyle çözülmeden, ortada dururken bu defa 2015 yılında yeni bir zorunlu göç dalgası daha yaşandı. Bu defa şehirlerdeki çatışmalardan kaynaklı Şırnak, Hakkari, Diyarbakır, Mardin il sınırları içinde 1 milyona yakın Kürt tekrardan zorunlu olarak göç ettirildi. 1990’lardaki hak ihlallerinin aynısı bu dönemde yaşandı. Kürtlerin zorunlu göçünden kaynaklı problemleri çözülemediği gibi Kürt illerine yönelik ekonomik, sosyal, kültürel ve siyasal ayrımcılık durumları Kürtlerin zorunlu olarak göç etmesine sebep olmakta. Göç ettirilme nedenlerinden biri de asimile etmek olduğu için bu yöntem sık sık denenmiştir.

Zorunlu göç ya da yerinden etme şüphesiz toplum üzerinde düşünülenden çok daha travmatik etkiler bırakıyor. Bu açıdan yerinden edilme sonucunda yaşanan problemlere değinebilir misiniz?

Kişilerin yüzyıllardır yaşadığı topraklardan zorunlu göçü başta kişilerin sosyo kültürel yalnızlaşmalarına, psikolojik olarak içe kapanmalarına ve sosyalleşememelerine neden olmakta. Bir anda mülksüzleşme yaşanan problemlerden biri haline gelmekte. Kendi toprağında uğraşan, eken biçen yani üretim faaliyetini yürüten kişiler bir anda göçle birlikte işsiz vasıfsız bireyler haline gelmekte. Yoksullaşma zorunlu göçün yarattığı başat problemlerden biri. Eğitimini yarıda bırakıp ailenin geçimini sağlamaya çalışma binlerce çocuğun eğitimsiz kalması, akranlarıyla birlikte eğitime devam edememesi ve çocuk işçiliği sorununun yaşanmasına neden olmakta.

Kadınlar bu sürecin mağdurları olmaktan kurtulamamakta. Göç etmeden önce üretim faaliyeti sürecinde yer alan kadınlar. Büyük apartman dairelerinin bodrum katlarında birer sığınmacı olarak yaşamak zorunda kalmakta, çoğu dil bilmedikleri için kimseyle iletişim kuramadıkları gibi kültürel dışlanmayı en ağır yaşamak zorunda bırakılmışlar.

Zorunlu göç probleminin çözümü için neler yapılmalı?

Kürt sorununun şiddet yoluyla çözme yerine diyalog ve barışçı yöntemler kullanılarak çözümü yeni kitlesel göç dalgalarını durduracaktır.

Zorunlu göç ettirilen kişilerden özür dilenilmesi, sorunların çözümü ve yüzleşme için bir başlangıç olur.

Kişilerin ikametgâhlarını seçme özgürlüğü tanınarak uğradıkları maddi ve manevi zararları insan hak ve hukuku çerçevesinde değerlendirilip giderilmeli.

Geri dönüşün önündeki engellerden köy koruculuğu sistemi kaldırılmalı, suça karışanlar cezalandırılmalı, arazideki mayınlar temizlenmeli.

Geri dönenlere yönelik geri dönüşümsüz krediler sağlanmalı. Şehirlerde yaşayanlar için geri dönmek istemeyenler için de iş olanakları yaratılmalı, pozitif ayrımcılık uygulanmalı, kültürel faaliyetlerini yürütebilecekleri alanlar yaratılmalı.

Okullarda Kürtçe eğitim olmalı, tabelalarda Kürtçe isimler, kamu kurumlarında Kürtçe dil bilen kişiler olmalı.