Nazan Özcan / Radikal

Tonla laf etmeye gerek yok, İlkay Akkaya deyince, ilk akla gelen billur gibi, içimize dokunan sesiyse, hemen arkasından gelen muhalifliği olur. Ayıptır söylemesi, ikisi de bize uyar. Grup Yorum’la başlayıp Kızılırmak’la devam ettiği yolculuğuna, 98’den sonra solo albümler de eklemişti. Şimdi en yenisi “Umut” raflarda. ‘Umut”u özel kılan, Akkaya’nın müzikteki 25. yılına denk gelmesi. Az gelmesin, çeyrek asır bu!

Sahneye ilk çıktığınız zamanı hatırlıyor musunuz?

Evet, bir TAYAD etkinliğiydi. Avukatların bir paneli ardından da Grup Yorum olarak dinletimiz vardı. O kadar heyecanlanmıştım ki, masaya dayanarak şarkı söyleyebildim. Bacaklarım titriyordu.

25 yılın sonunda hala ‘Umut’ diyorsunuz? Umutlu muyuz ben çok emin değilim.

Umutluyuz da, albüm kapağındaki ‘Umut’ yazısı bile biraz silik. İnsan her koşulda, hayatta kaldığı sürece umut eden bir varlık. Uzun yıllar boyunca çok sancılı süreçlerden geçtik. Yine aynı şekilde, sancılı bir değişim sürecinden de geçiyoruz. Değişim umudu besleyen bir şey. Çünkü en sevdiğim slogan şu: Kurtuluş yok tek başına! Silik de olsa birlikte büyük bir kalabalığın umudu bu.

İnsan mesela en yakın olarak 1 Mayıs’ta olanlara bakınca umutsuzluğa kapılmıyor mu?

Bütün bu olup bitenler, solu topyekûn bir topluluk sanıyorduk ya, içimizde çok farklı çizgiler olduğunu ortaya çıkardı. Bu nedenle, ulaşmak istediğimiz dünyanın gerçek savunucuları bir tarafta toplanabilir. Bence bu da umut verici. 30 yıl çok karanlık şeyler yaşadık ve biz bu süre içinde bunları anlatmaya çalışıyorduk. O dönem sesimizi yansıtmayanlar, şimdi acayip barış havarisi kesildiler başımıza. Ki bundan memnunum. İnsanların ölmüyor olması çok önemli. Barışa dair umudumu korumak istiyorum. Bazıları güvensiz ya barış sürecine dair, ben Türkiye’nin demokrasi güçlerine inanıyorum. Olumsuz bir şey olursa tekrar sesimizi yükseltiriz!

25 yılda başınıza gelen en iyi şey?

En güzel şey, müziğe başlamam ve Kızılırmak’ı kurduğumuz Tuncay’la aynı sınıfa denk gelmemdi. Onu kaybettik 7 yıl önce. Onunla tanışmıyor olsaydım muhtemelen gazeteciydim.

Allah korusun!

Güzel şeylerden biri de şuydu: 1,5 yıl hapis cezası almıştım, paraya çevirmişlerdi. O zaman grevdeki işçiler cezamı ödemek için para toplamışlardı aralarında. Bunlar çok göz yaşartıcı!

En kötü şey neydi?

Kötüler çok fazla. Kayıplarımız, konserin yasaklanması, Musa Anter’in öldürülmesi. Musa Anter’le birlikte çalıştık. ‘Nevala Kasaba’ diye bir şarkımız vardı. Günay Aslan’ın ‘Üniformalı Kasaplar’ kitabında Siirt’te Kasaplar Deresi’ni ve orada köpeklerin ağzında insan parçalarının bulunduğunu anlatıyordu. O şarkının başında bir metin vardı, onu Musa Amca seslendirdi. O zaman bize Kürtçeyi Musa Amca çalıştırmıştı. İyi ki yapmışız, sesindeki derinlik ve doğallıkla, o çalışmayı bence ölümsüzleştirdi. Ama Musa Amca’yı aldılar elimizden. Sonra mesela Metin Göktepe benim yakın arkadaşımdı. Sonra Elazığ İHD Başkanı Metin Can ve Hasan Kaya, bizim konserimizden bir hafta sonra öldürüldü ve cesetleri bir köprü altında bulundu.

MUHALİFLERİN VAKANÜVİSLERİ GİBİYİZ

Albümde birebir trajedilere yazılmış şarkılar var. Mesela biri ‘Ceylan’. Ceylan Önkol olayıyla ilgili takipsizlik verildi, olay kapanıyor. Oysa orada bir kız çocuğu öldü. Onun ölüm nedeni, bu ülkede çok önceden, çok basit önlemlerle, insanların hakları verilerek bitirilebilecek bir savaşın sürdürülmesiydi. Ölümünden birkaç gün sonra gittim, abisini ve annesini gördüm. Çok korkunç. Annesini korumaya çalışan, savcının “Orası güvenli değil, gidip sen topla cesedin parçalarını” dediği bir erkek çocuğu vardı karşımızda. Bu şarkıyı söyledim ama hakikaten söylememiş olmayı dilerdim. Muhaliflerin vakanüvisleri gibiyiz bizler aslında. Gayri resmi bir tarih var ve bu bizim sorumluluğumuz. Bu nedenle de söylemek zorundaydım. “He bu tunne bu”, “bir varmış bir yokmuş” demek, Ceylan da öyle, varmış yokmuş kısa bir süre.

Sonra ‘Kula Roboski’.

Ne anlatayım ki! Yan yana bir sürü taze mezar, çocuk mezarları, çiçeklerin üzerlerine kalem koymuşlardı. İlkokul öğrencileri vardı. Ben Roboskililerin tavrının çok önemli olduğunu düşünüyorum, hem haklarını arama biçimleri hem de askerlerin geçirdiği trafik kazasındaki tutumları. Ambulans bekleyen askerlere çocuklarını kaybeden annelerin güç vermeye çalışması, bence bir Yunan tragedyası gibiydi. Şarkıyı yazan ve benimle söyleyen Gazin. Gazin, Vanlı, dengbej bir kadın. Van depreminden sonraki yılbaşında Van’da tanıştım onunla. Roboski’yi gayri resmi tarih olarak bir dengbej anlatmalı diye düşünmüştüm. Gazin oldu.

‘Ahparig’ de Hrant Dink için.

Çok ağır bir şekilde işleyen, çok çirkinleşen bir yargı var. Katliam yapıyorlar, onun kurbanlarını defalarca öldürüyorlar. Ben de kendimi bütün bu insanların yakını olarak görüyorum. Bütün toplumu defalarca öldürüyorlar ya da ağır yaralı bırakıyorlar. Davaları da takip ediyorum elimden geldiği kadar. Bunlar beni etkiliyor tabii.

Yani demek istediğim şarkılar çok ağır. Sizde depresyon yaratmıyor mu?

Yaratmaz mı? Ama o ağırlık söyleyince biraz hafifliyor. Yoksa hep içinde taşıyorsun onu. Ben çoğu zaman depresif bir insanım ve bunun tedavi gerektirdiğini de düşünmüyorum! Çünkü ne yaparsan yap, dünya böyle. Bu benim suçum değil, sistemin suçu!

‘Bu Sessizlik Öldürür’ şarkısı da çok manidar.

Sosyal medyada büyük bir gümbürtü kopuyor, ertesi gün sokakta toplanalım dendiğinde kimse yok. Sessizlik bu. Sessizlik, şu anda yaşadığımız şey. Çünkü sonuç almaya yönelik girişimler yok. Gaz sıkıyorlar, insanlar ölüyor, ağır yaralanıyor, dağılıyoruz. Cumartesi Anneleri, 20 yıl oldu cevap alamıyoruz. Mesela Berfo Ana için, Cemil Kırbayır hangi karakola alındı, kim görevliydi, bulmak neden bu kadar zor ki! Kararlı bir şekilde sonuç istemiyoruz gibi geliyor bana. Yeterince örgütlü çıkaramıyoruz sesimizi. Hepimiz solcuyuz derken, aslında aramızdan bazılarının Nazi olduğu çıktı ortaya.

“ULUSALCILAR IRKÇILIK YAPIYORLAR”

Ulusalcıları mı kastediyorsunuz?

Bazıları Türk gençliği filan diyor. Çok garip söylemler! Nasyonal sosyalizm, kendine devrimci dedi mi? Eşit olma fikrine uzak oldukları için de ulusalcılara kızgınım. Ve bu ülkenin demokrasi güçlerine inançlarının olmadığını gördüm. Referandum üzerinden başlayan ayrışmanın mücadeleyi çok baltaladığını düşünüyorum. Devrim olduğunda ne olacağıyla ilgili hepimizin fikri çok farklıymış. Ulusalcılar ırkçılık yapıyorlar, Türk senin başını ezecek diyorlar Kadıköy’ün ortasında. Ve devrimci olduklarını düşünüyorlar!

Siz aslında Antalya Manavgatlısınız, biliyorum tuhaf olacak ama sizi ne dürttü bir sürü yasak, ölüm, dert içine attınız kendinizi?

Benim inancıma göre bütün insanlar eşit, özgür ve yan yana yaşayabilmeyi hak ediyor. Birilerinin elinden bu hak alınıyorsa ve ben buna şahit olur da ses çıkartmıyorsam, benim ölümüm olur. Aleviler yok sayıldı, Kürtlere baskı uygulandı yıllarca, buna hayır dememek mümkün değildi benim için. Uyuyamazdım rahat. Benim payıma da muhalefetin müzikli kısmı düştü, çok da güzel oldu. Yine olsa aynısını yaparım.

Hiç gazeteci olmayı düşünmediniz mi?

Öğrenciyken magazin muhabirliği yaptım. Ses dergisinde çalıştım. Edip Akbayram’la, Tarık Akan’la söyleşi yapmıştım, albüm tanıtım toplantılarına gittim. Öğrenciyken evlendim zaten. Sonra hamile kaldım: Özge’yi biraz büyütünce Grup Yorum’a girdim. O nedenle tekrar dönmedim. Özge bebekken, İletişim’de redaksiyon yaptım, sonra kasiyerlik yaptım bir ozalit firmasında. Hem öğrenci hem de hamile, geçinmek için iş lazımdı. Balık tutuyordum, Kireçburnu’nda, yemek için. İki öğrenci, aileler itiraz edince biz de kendi başımızın çaresine baktık.

Muhalif olduğunuz için müzik dünyasından dışlandınız mı?

Tabii. Yok sayılıyorsun. Ben Yeşiller Partisi’nin kurucularındanım. Çevre hareketine çok destek veririm: Mesela popçular nükleer ya da doğa ile ilgili bir şey yapıyorlar, içinde ben ya da benim gibi insanlara yer verilmiyor. Bizi sakıncalı görüp aynı zeminde algılanmak istemiyorlar. Mesele doğaysa, doğanın marjinali mi olurmuş, ben de o doğanın bir parçasıyım. Hem aslında bir baksalar evrene, bütün gezegenler birbirine çarpmadan nasıl düzenli dönüyor. Biz neden yapamıyoruz? Doğadan örnek almak lazım.

Üzüntü, can yakıcı olaylar, hüzün, depresyon, sıkıntılar vs. Hiç mi neşelenmezsiniz?

Otoriteyle inatlaşmak beni neşelendirir. Çünkü iktidara karşıyım. O iktidarları yerle bir etmeyi ve kendi dediğimi yapmayı seviyorum. Mesela bizim Muğla’da konserimiz üniversitenin salonunu son dakikada çekmesiyle iptal olmuştu. Şehrin politik atmosferi gerginmiş. Ama 18 Mayıs’ta salonu tekrar aldık ve Muğla’da çok neşeleneceğim mesela! (Radikal)