Nobel ödüllü yazar Orhan Pamuk NTV'ye konuk oldu. Yeni kitabı çıkan Pamuk, Mete Çubukçu'nun sorularını yanıtladı. "Gündelik siyaset romana girmez" diyen Pamuk şöyle devam etti: "Bir sürü demeç verdim, başım da derde girdi ama romanlarım o anlamda siyasi değildir."

İşte o röportaj:

"Roman siyasi olarak yazılmaz" diyorsunuz ama "İçinde ve merkezinde siyaset var" da diyorsunuz?

Romanda siyaset mümkün değildir çünkü romancı kendisine benzemeyen insanları anlar, anlamak ister. Ne bileyim "O solcu, beriki sağcı, beriki muhafazakar, beriki fazla Avrupacı..." der insanları bir noktadan sonra anlamayız. Ama romancı "Benim gibi düşünmüyor acaba dünyayı nasıl anlıyor?" deyip o insan açısından bakar. Halbuki siyasetçinin görevi ise anlamamaktır insanlarla özdeşleşmemektir, bir grubu temsil eder diğerlerini anlamaz.

'DEMEÇ VERDİM, BAŞIM DERDE GİRDİ'

Siyasete karışmaktan çekinmem. Bir sürü demeç verdim, başım da derde girdi ama romanlarım o anlamda siyasi değildir. Romanlarım daha derin, gene kültürel şeyleri gösterir; hiçbir taraf tutmadan göstermek ister. Hangi tarafı tutuyorsam kime inanmak istiyorsam onları kitaplarımın dışında söylemişimdir. O ayrı, benim ahlâki olarak yaptığım siyaset ayrı...

Romanlarımda da siyaset yapıyorum ama orada benim gibi düşünmeyenleri anlamaya çalışıyorum. Mesela bir kadını anlamaya çalışsam da, kendimi bir kadın yerine koymaya çalışsam da ben bir kadın değilim. Kadın okurlarım haklı olarak beni çok eleştirmişlerdir, "Biz şunun yeterince ne düşündüğünü göremedik" diye... Benim Adım Kırmızı'da da var, hepsi de haklıdırlar ama bir romancı bir yere kadar anlar. Fikri olarak feminizme hak veririm ama onu romanın içinde anlatmak bir erkek için çok zordur. Genelde takdir edilesi çaba budur; bir kadının bir erkeği anlaması, bir Türkün bir Kürdü anlaması, muhafazakarın laiği anlaması... 

ANLAMAK ROMANCININ, ANLAMAMAK SİYASETÇİNİN İŞİ

Bu anlayış bütün bir ülkeyi birlikte tutar, bu anlayış yüzünden romanlar yazılır, hepsine eşit anlayış verir ve bir milleti bir bütün olarak hayal eder. Siyasetçi ise temsil ettigi grubu anlar işi öteki grubu anlamamaktır bu yüzden romanla çelişir. Romana acele ucuz siyaset girmez kabacası ama siz bişi söylemek istiyorsanız romanın dışında söylersiniz.

Yeni Türkiye'yi nasıl tarif edersiniz?

Türkiye hakkında genel bir şey söylemem, buna girmem.

'TÜRKİYE'DEN 'OTORİTERLİĞİ' GÖTÜRMÜŞÜM'

Nasıl bir hocasınız?

Başlarda Türkiye'den de geldiğim için otoriter bir hocaydım, kendim keşfettim böyle olduğunu... "Bunun doğrusu bu, böyle anlayacaksınız" diyordum sonra anladım ki bu iyi hocalık değil. Doğru hoca öğrencinin gerçeği bulmasına yardım edendir. Doğrusu okunan kitaplarda herkesin kendi gerçeğini kendisi keşfetmesidir. Türkiye'den geldiğim için "Hoca söyler, öğrenci ezberler" mantığını ben de kabul etmişim.

Edebiyatçılıkla akademisyenlik çelişiyor mu?

Çelişiyor tabii, vakit olarak çelişiyor. Arkadaşların dediği "Niye ihtiyacın mı var bütün vaktinde roman yaz" oluyor. Ama o bana bir şey katıyor, beni zenginleştiriyor. Üniversitelerin atmosferi, kütüphaneler... Dünyanın en parlak insanları Kolombiya'ya Harvard'a geliyor, onlarla tanışıyorum, onları dinliyorum. Kitaplar Amerika'da geçirdiğim vakitlerde beni canlı tutuyor, dünyada olup biteni takip etmeme yarıyor.

'BURJUVAZİMİZ AVRUPALI, YOKSULLARIMIZ İRANLI'

Dünya yazarısınız, peki kendinizi nasıl tanımlıyorsunuz?

Bizim gibi yazarlar hem batı dışı, yoksul ülke yazarlarıyla özdeşleşir hem de Avrupa'daki yazarlarla özdeşleşir. Avrupa'ya gidelim bana 'Asyalı bir yazar' derler ya da Asya'ya gidelim bana 'Avrupalı bir yazar' derler. Bir Türk'ün böyle bir lüksü vardır, her iki kimliği de benimseyebilir. Lüksü unutalım çok özel bir ayrımcılığımız var; her iki dünyayı da anlayabiliyoruz. Burjuvazimiz Avrupalı zenginlere çok benzer, yoksullarımızsa İran'ın Çin'in yoksuluna benzer. Türkiye dünyanın bütün problemlerini yaşamıştır; cumhuriyetin kurulması, tek parti, çok parti, muhafazakarlık, demokrasi, İslam... Yaşadığı birikimi, kendi iç çatısmaları dünyaya örnek olacak niteliktedir.

Her iki dünyayı da anlayabilmemiz, en büyük zenginliğimiz... Ben Çin'e, Hindistan'a gidince oradaki yoksulları anlayabiliyorum, 50'lilerin Türkiye'si gibi. Benim çocukluğuma o kadar benziyor ki... Amerikalılar Avrupa'ya gidince oradaki zenginler nasıl dünyaya yukarıdan bakıyor onu da anlayabiliyorum. İnsanlar dünyayı anlamak için Türkiye'ye İstanbul'a koşuyor ama 30 yıl önce böyle değildi, kimse bakmazdı yüzümüze

Artık batı-yoksul tanımından çıktık diyebilir miyiz?

Diyebiliriz tabii, en azından İstanbul'un bir kesimi değil ama bir Avrupa'da olamıyor...

'AKADEMİK DÜNYA BENİM İÇİN ÖNEMLİ'

Kolombiya'da ders veriyorsunuz, nasıl karşılandınız?

Çok itibarlı. Harvard da oraya gelene güzel davranıyor, saygılı davranıyor. Benim hayatımda çok tatlı bir dönemdi. Hem Amerika'nın akademik dünyasının en seçkinleriyle tanıştım hem onlara seslendim hem kitap hakkında ne düşündüklerini öğrendim hem de akademik çevrede bulundum. Ama benim için yeni değildi, ben bu konuşmaları yaptığımda ders veriyordum. Akademik dünya benim için önemlidir; kuramsal kitaplar, akademisyenlerin ne düşündüğü... Öyle biriyim.

Takip ettiğim pek çok yazarla tanıştım. Onlara kıyasla ben daha kuram seven kitabi bir yazarım. Hesaplayıp kitaplayarak yazarım, içimden geldigi gibi yazamam. Çoğu zaman düşünürüm; başlangıcı ne olmalıdır, nerden başlasam... Her şeyi önceden ince ince düşünüp yazarım ama tabii ki her şeyi ince ince düşünemez insan.

'BİR IŞIK, SİZE SÖYLETİYOR'

Bir romancının ara ara şair oldugu dönemler de vardır buna da 'saf ruh hali' diyoruz. Dışarıdaki bir gücün size söylediği şeyler bir ışık, size söyletiyor. Sanki siz bir araçsınız sanki bir kalemsiniz.

Yazarlıkta hem bizim saf olduğumuz, kendimiz olduğumuz sanki bir sarhoşlukla söylediğmiz bir yan vardır hem de düşünceli başını sonunu planlayan; Bu bölüm çok mu uzun oldu? Bu anlaşılıyor mu? Siyasi kültürel resimli sanatı iyi anlatıyor mu? Bir daha düşüneyim. Bir daha yazayım... Bu da bir yazarın içinde olması gereken düşünceli ruh halidir. (Gazeteciler.com)