"Erdoğan hiçbir zaman demokrat değildi"

"Kürt meselesi güvenlikçi politikalarla çözülemez"

"Hendekle Kürt meselesi çözülmez ama hendek var diye insanlık dışı bir anlayış olamaz"

"Türkiye kendi tarihinin en derin krizini yaşıyor"


Röportaj: Gökhan Soylu / Demokrat Haber

Fotoğraflar: Çayan Kaplan

CHP'de İnsan Hakları'ndan sorumlu Genel Başkan Yardımcılığı görevinde bulunmuş olan Sezgin Tanrıkulu uzun yıllar Diyarbakır'da avukatlık, baro başkanlığı ve insan hakları aktivistliği yapmış bir isim. Geçtiğimiz günlerde Cizre’de incelemelerde bulunan CHP heyetinde yer alan Diyarbakırlı Sezgin Tanrıkulu ile Cizre’de yaşananları, Kürt sorununda gelinen aşamayı, yeni anayasa tartışmalarını, Suriye’yi konuştuk. Sosyal medyada kendisine yapılan hakaretleri sorduğumuz Tanrıkulu, bunu yapanların profiline Atatürk resmi koymuş AKP’li troller olduğunu söylüyor.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın hiçbir zaman demokrat olmadığını savunan Tanrıkulu “Barış düşünmez kendi siyasal çıkarını düşünür” diyor. İşte "CHP'nin içinde olmadığı bir sürecin başarılı olma şansı yok" diyen Sezgin Tanrıkulu’nun Demokrat Haber’e anlattıkları…

Cizre’de büyük bir insanlık dramı, bir katliam yaşandı. Siz CHP’nin Cizre’yi incelemek için gönderdiği heyetteydiniz, orada nasıl bir manzara ile karşılaştınız?

Cizre’de sokağa çıkma yasağının sürdüğü günler boyunca her gün bilgi aldım. Telefonum bütün Cizreliler tarafından paylaşıldı sosyal paylaşım sitelerinde. Olayları en yakından takip ettim. İnsanların, polisin paylaştığı görüntülerden az çok Cizre’de neler yaşandığını anlamıştık ama kendi gözlemlerimizden sonra bir yazıya, bir fotoğrafa sığmayan, çok daha farklı ve ağır bir tablo ile karşı karşıya kaldığımızı gördük. 

Siz şimdi bir fotoğraf karesinde bir binayı yıkılmış görebilirsiniz fakat bütün Cizre böyle…  4-5 mahallesi tamamen yıkılmış, sanki bir savaştan çıkmış gibi. Boşaltılmış binaların tepelerine bayraklar asılmış. Düşman ceza hukukunun uygulandığı, oradaki yurttaşları vatandaş olarak görmeyen bir anlayışın yürüttüğü ağır bir tablo olmuş. 70 yaşında bir kadın “biz düşman mıydık, neden bunu bize yaptılar” dedi bize. 

Bodrumları da gördünüz değil mi?

Evet, 2 bodruma gittik, 3.’ye gidemedik. Bodrum dediğimiz, apartmanın zemin katı. Cizre’ye sokağa çıkma yasağından 1 gün öncesinde gelen gençlerin girip çıkamadığı yer. Ana caddeye 200 metre mesafede bir bina. Yani anlatmak istediğim oradaki gençler çok rahatlıkla sağ çıkartılabilirdi. Ama öldürmeyi tercih ettiler. 

Şebnem Fincancı’nın raporunu mecliste okudum, kayıtlara geçmesi açısından. O raporda 10-12 yaşında olduğu tahmin edilen bir çocuğun çene kemiğinden bahsediliyor. Bununla birlikte insan kemikleri var kömürleşmiş bir halde ama bunun yanında yanmamış yün var. 

HDP heyeti "kimyasal silah kullanılmış olabilir" diyordu. Böyle bir durum mu var?

Yanmamış yün var yani… Dolayısıyla sadece insanlara yönelik bir silah kullanılmış olabilme ihtimali çıkıyor. Bilemiyorum, fakat bu tablo bize çok ağır bir fotoğrafla karşı karşıya olduğumuzu gösteriyor.

Hiçbir hukuka, hiçbir kurala uymayan bir durum yürütülmüş Cizre’de. Yürütülmüş diyorum ama şimdi Nusaybin’de, Yüksekova’da, Şırnak’ta yeniden yürütülmeyecek diye bir güvence yok. Maalesef aynı yöntem orada da sürebilir. 

Şunu da söyleyeyim bana göre hendekle, barikatla Kürt meselesi çözülmez, demokratik siyasetin zeminini ortadan kaldırıp AKP’nin elini güçlendirdi bunlar. Fakat hendek ve barikat var diye de böyle insanlık dışı bir anlayış olamaz. Dediğim gibi Cizre’de korkunç bir tablo vardı ve bu tablodan asla uzlaşma ve barış çıkmaz. 

Geçtiğimiz aylarda HDP ve CHP’nin bir barış cephesi oluşturmasına değinmiştiniz. Geçen hafta yaptığım röportajda Selahattin Demirtaş’a da sordum ve o da bu durumun aciliyetinden bahsetti. Sizce bu cephe nasıl oluşturulabilir?

Ben HDP ve CHP bir cephe kursun anlamında söylemedim. Zaten bunun sosyolojik koşulları şuan Türkiye’de yok. Ancak parlamentoda ve parlamento dışında barış odaklı siyaset yapılabilir. Her siyasi parti kendi tabanını barışa daha da yaklaştıracak bir mücadele yöntemi geliştirebilir. Bu iki partinin blok oluşturmasına gerek yok, bu politikalarla başarılabilir. 

Şunu ifade etmekte beis duymuyorum, sonuçta HDP ile CHP’nin üyesi olduğu Sosyalist Enternasyonal var. İkisi de buranın üyesi. Yani CHP ve HDP politikalarının bazı alanlarda örtüşmesi zaten nitelikleri gereği her iki partinin de sol parti olmasından geliyor. Bundan da hiç kimsenin çekinmemesi lazım. Parlamentoda barış odaklı siyaset konusunda her parti birbiri ile çalışabilir. 

“KÜRT MESELESİ GÜVENLİKÇİ POLİTİKALARLA ÇÖZÜLEMEZ”

CHP içinde iki farklı güçlü ses çıkıyor. Bir yandan sizin gibi demokratlar ve Kürt meselesinde çözümü siyasi yollarda arayanlar. Geçtiğimiz günlerde Gürsel Tekin’in "çözüm süreci yeniden başlamalı ve biz bunu destekleriz" açıklaması da var. Diğer yandan hükümetin katliam ve şiddet politikalarını desteklediğini söyleyen Deniz Baykal’ın açıklamaları var. Barışı savunan insanlar hangi CHP’ye güvenmeli?

Şimdi Deniz Baykal da savaştan ve katliamdan yana değildir. 

Fakat operasyonlar sürerken Cizre’den 167 insanın katliam haberi geldikten sonra "ben hükümetin yöntemini doğru buluyorum” demişti. 

Daha sonra o anlama gelmemesi gerektiğini Habertürk’te söylemeye çalıştı. Ben Deniz Baykal gibi bir bilim adamının, bir siyasetçinin savaştan ve çatışmadan yana bir politikada olduğunu düşünmüyorum. Kendisinin zaten meclis grup konuşmasında düzelttiği de basına yansıdı.

Bizim partimiz kendi içinde demokrasiyi uygulayan çoğulcu bir parti. Milletvekilleri kendi görüşlerini söylerler ama önemli olan partinin kurumsal kimliğidir. Parti kurumsal olarak şunu ifade ediyor: Türkiye’de Kürt meselesi güvenlikçi politikalarla çözülemez. O yüzden toplumsal uzlaşıya dayalı bir hatla çözülebilir diyoruz. Kurumsal politikası bu şekildedir. Kurumsal temsiliyeti olan sözcüler de görüşlerini bu şekilde ifade ediyor. 

“ERDOĞAN HİÇBİR ZAMAN DEMOKRAT DEĞİLDİ

Yani bugün yeniden bir çözüm süreci başlasa CHP buna sonuna kadar destek verecek… Öyle mi?

Mesela biz 2013’te başlayan süreçte yöntemin yanlış olduğunu söyledik ancak başarılı olmasını da diledik. Fakat bu yöntem başarılı olamadı çünkü bu aktör odaklı bir süreçti. Erdoğan hiçbir zaman demokrat değildi. Barış düşünmez kendi siyasal çıkarını düşünür. Siyasi çıkarı ne zaman zedelenirse bu süreçten vazgeçer demiştik.

Ben bu görüşlerimi HDP’li siyasetçilere de söyledim, “Yanlış yapıyorsunuz, Erdoğan odaklı bir siyasetten bir sonuç çıkmaz, gelin bunu parlamento güvencesinde yapalım, CHP buna hazır” diye. Ama sürecin getirdiği havadan dolayı onlar da bir şey yapmadılar. CHP 2013’den beri daha ilerisini, daha doğru olanı tarif etti.

Biz 12 Temmuz 2014 tarihinde parlamentodan çıkartmaya çalıştıkları adına “terörün sonlandırılması” yasası denen o yasa görüşmeleri sırasında da karşı önerimizi verdik. O öneriden sonra da HDP’li temsilciler “CHP’nin önerisinin daha kapsamlı, daha derin ve daha çözüme odaklı olduğunu” ifade ettiler. Fakat AKP kendi getirdiği yasayı dayattı ve sonuç ortada: Türkiye kendi tarihinin en derin krizini yaşıyor.

Bugün eğer parlamentoda çözüm için bir mekanizma oluşturulacaksa bu CHP’nin önerdiği biçimde olmalı. Tabi ki CHP bu önerisinin de sonuna kadar arkasında duracak. Bu önerimizi 1 Kasım seçimlerinden sonra yeniledik. Bunu çok yakın bir zamanda yani ayın 22’si gibi parlamentonun gündemine de aldırmaya çalışacağız. O zaman bakalım kim çözümden yana kim karşı ortaya çıkacak. 

“CHP’NİN İÇİNDE OLMADIĞI BİR SÜRECİN BAŞARILI OLMA ŞANSI YOK”

Geçtiğimiz günlerde gündeme gelen İmralı günlüklerinde PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın sürekli CHP’nin de barış sürecine sahip çıkması gerektiğini söylediği görülüyor…

Şimdi şöyle bir durum var. Türkiye’nin Kürt meselesi doğuda yaşanıyor ama çözüm batıdadır. Yani Batı’daki insanların ikna olmasından ve onların çözüm sürecine dahil olmasından geçiyor. Milletvekillerimizden Gürsel Erol da bunu şöyle kavramsallaştırdı “Sorun doğuda, çözüm batıda”. O nedenle CHP’nin içinde olmadığı bir sürecin bana göre başarılı olma şansı da yoktur. 

CHP dokunulmazlıklarla ilgili ne diyor? Sadece HDP’li milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılması bu ülkede az da olsa kalan umudu tüketmez mi?

Geçtiğimiz günlerde Genel Başkanımızın da birçok demeci oldu. Biz bu soruna ilkesel olarak yaklaşıyoruz “Ahmet’e kızdım, Mehmet’e kızdım onun dokunulmazlığı kaldırılsın” diye bir yaklaşımın doğru olmadığını ifade ettim. Biz milletvekilliğinin bir ayrıcalık yaratmasını istemiyoruz. Milletvekillerinin tek bir ayrıcalığı olabilir o da kürsü dokunulmazlığı. Çünkü kürsüde siyasal iktidarı ve devlet mekanizmasını eleştiriyorsunuz ve eleştiri yaparken çekinmemeli ve her şeyi söyleyebilmelisiniz. O nedenle kürsü dokunulmazlığı önemli. Ama onun dışında hiç kimsenin dokunulmazlığı olmamalı. Gündem ve siyasi baskı odaklı bir dokunulmazlık anlayışının olmaması gerektiğini düşünüyoruz. 

Peki böyle bir tablo ile karşı karşıya kalırsak ne olur?

Biz böyle bir tablo ile karşı karşıya kalacağımızı sanmıyoruz. Türkiye ikinci bir 1994 krizi yaşamamalı. Çünkü onun maliyeti çok ağır oldu Türkiye’ye, bunun da maliyeti çok ağır olur. Yani sonuçta dokunulmazlıksa benim 3 tane fezlekem var, benimkiler de kalksın. Ama AKP’lilerin hırsızlıktan, yolsuzluktan, ihaleye fesat karıştırmaktan, sahte para basmaktan bir sürü fezlekeleri var. İlkesel bir karar alın hepsi birlikte kalksın. Yargı tamamen onların denetimi altında ama yine de gidelim hesaplaşalım. 

“YEREL YÖNETİMLER İÇİN YERİNDEN YÖNETİMLER GEREKTİĞİNİ DÜŞÜNÜYORUZ”

Kürt illerinde özerklik için direnişler oluyor, eylemler yapılıyor, sivil cumalar organize ediliyor. CHP özerkliğe nasıl bakıyor?

2011 seçimlerinden önce Genel Başkanımız Hakkari’de -bizim seçim bildirgemizde de yer aldığı biçimiyle- yerel yönetimler özerklik şartındaki çekincelerin kaldırılmasını ve buna uygun bir modelin bütün Türkiye’de uygulanması gerektiğini ifade etmişti. O zaman Erdoğan, Kayseri’de "CHP Türkiye’yi bölecek" diyerek seçim çalışması yürüttü. 

Biz bölgesel özerkliğin doğru olduğunu düşünmüyoruz. Ancak yerel yönetimlerin merkezden uzak, AB yerel yönetimler özerklik şartındaki esaslara göre yönetilmesinden yanayız. CHP’nin parti programında da yerel yönetimler bölümü "yerinden yönetim” başlığı ile başlar. Yani İzmir için de, Antalya için de, Diyarbakır için de geçerli olabilecek şekilde bir model oluşturulursa Avrupa’dakine uygun olarak, bu Türkiye’nin Kürt meselesine de büyük yarar sağlar. 

Yani “Yerel yönetimleri destekliyoruz ama HDP’nin istediği biçimde bir özerklik istemiyoruz” mu diyorsunuz?

Bölgesel özerklik ya da bir bölgeye özerklik anlayışının Türkiye şartlarında doğru olmadığını düşünüyoruz. Mesela şimdi şöyle oldu. Tamamen merkezin kontrolünde her şey. Yerel yönetim diye bir birim kalmadı zaten, son büyükşehir yasasıyla da bunu pekiştirdiler. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı Türkiye belediyesi, bakanı da Türkiye Belediye Başkanı gibi çalışıyor. Herhangi bir ildeki imar ruhsatını bile kendisi verebiliyor. 

Dolayısıyla bu iktidar döneminde yerelleşmeden daha ziyade merkezileşme politikaları öne çıktı. Şimdi daha fazla biçimde bunu geliştiriyorlar biz ise yerel yönetimler için yerinden yönetimler gerektiğini düşünüyoruz. 

“BU PARLAMENTODAN YENİ ANAYASA ÇIKAR GÖRÜŞÜNDE DEĞİLİM”

Yeni anayasa hususunda hükümet ile anlaşamadınız. Erdoğan’ın, Can Dündar ve Erdem Gül tahliyesinden sonra AYM’ye yaptığı eleştiriler de ortada. Sizce hükümetin yapacağı yeni bir anayasadan umutlu olmalı mıyız?

Hayır. Sonuçta bu anayasanın 3’de 2’si değiştirilmiş olsa bile biz yine de 12 Eylül anayasasına karşıyız. Bir ironi olarak söylüyorum “aynısı yazılsa bile” yeniden sivil bir anayasa yapılmasından yanayız diyoruz. Çünkü ‘82 rakamı bile darbe dönemini hatırlatıyor. Biz 21. yüzyılda yeni bir anayasa yapalım diyoruz, önceliğimiz bu. 

AKP ise yeni anayasayı; birincisi, “yeni bir anayasa yaptık Türkiye’yi dönüştürdük” iddiasının sahibi olmak için istiyor. Yani daha fazla özgürlük, demokrasi, insan hakları için değil. 

İkincisi de, Erdoğan başkan olmak istiyor; ‘82 anayasasının ruhundan uzak bir zihniyete sahip de değil zaten. Biz de başkanlık gündemi olan bir anayasanın doğru olmadığını ifade ediyoruz. 

Mevcut anayasa mahkemesinin kararlarını sorgulayıp, “Ben anayasa mahkemesinin kararına uymayacağım” diyen bir Cumhurbaşkanı nasıl daha iyi bir anayasa yapabilir ki? Bu anayasaya rağmen sokağa çıkma yasaklarını getiren, bu anayasaya rağmen bu kadar insan hakları ihlali yapan bir iktidardan nasıl bundan daha iyi bir anayasa getirmesini bekleyebiliriz ki… 

Bir de Türkiye zaten bana göre fiili olarak anayasa yapma modunda değil. Kutuplaşmanın, çatışmanın, ölümlerin bu kadar çok arttığı yerde bir uzlaşma metni nasıl çıkar. Bugün mesela batı sırtını doğuya dönmüş, gözlerini yummuş, kulaklarını kapatmış. Kürt meselesi ile ilgili herhangi bir ilerici adımı bu ortamda nasıl atabilirsiniz? 

Atamazsınız.

Dolayısıyla öncelikle mevcut bu çatışma ortamını sonlandıracağımız bir süreci başlatmalıyız. Türkiye’de bir güven ilişkisi oluşmalı. Ancak ondan sonra yeni bir anayasa masası -başkanlık gündeminin dışında- kurulabilir, yoksa olamaz. Ben o nedenle bu parlamentodan yeni bir anayasa çıkar görüşünde değilim. 

“ZULMÜN ARTSIN Kİ TEZ ZEVAL BULASIN”

Zaman’a Cihan’a atanan kayyum, İMC TV’nin Türksat’tan çıkarılması, Demokrat Haber’e erişimin engellenmesi, bu böyle gidiyor. CHP’nin medyadaki bu durumla ilgili farklı bir planı, projesi var mı?

Basının arkasında hep durduk, durmaya da devam edeceğiz ama kötü olan şu, AKP bunları yargı eliyle yapıyor. Sonuçta iktidarlar kötü olabilirler, insan haklarına aykırı davranabilirler, eleştiriye tahammülsüz olabilirler -olmaması gerekiyor ama olabilirler- ama sonuçta demokrasilerde bunları koruyan bir yargı olur. Yargı bağımsız ve tarafsız, adil bir organdır. İktidarın bu baskısına rağmen medyayı korur, insanları korur. Fakat bugün bu iktidarın elinde yargı da berbat bir hale geldi. Ben üstad Yaşar Kemal’e atfen “Zulmün artsın ki tez zeval bulasın” diyorum ve böyle de olacak. 

“90’LARLA KIYASLANAMAYACAK BAMBAŞKA BİR TABLO VAR”

Hep 90’lar örnek verilirdi en kötü günler için. Sürekli o günlerin kötü hatıraları hatırlatılarak büyütüldük. Siz 90’larda da aktivistlik yaptınız, Diyarbakır’daydınız. Sizce bu günlerin 90’lardan bir farkı var mı?

Ben 80’lerde, 90’larda avukatlık yaptım Diyarbakır’da. Şimdi 90’larla kıyaslanamayacak bambaşka bir tablo var. 90’ların travması üzerine bugünler yaşanıyor. 90’larda, 90’lı yılların devraldığı bir travma yoktu, o ilkti. Ama şimdi 80’lerin 90’ların ağır yükü üzerinden bugünler yaşanıyor. Dolayısıyla o travmayı yaşamış 2-3 kuşak şimdi sokaklarda. Veya barış umudu kalmamış, barış görmemiş, çatışma ile büyümüş, devlet ve cumhuriyetle bağı pamuk ipliğine dönüşmüş bir kuşak üzerinden bu dönemi yaşıyoruz. Bir de iletişim çağındayız, herkesin her şeyden haberi oluyor. Yani 90’lı yıllarda bir faili meçhul yada bir köy yakması olduğu zaman sınırlı bir çevre bundan haberdardı. Ama şimdi Cizre’de, Sur’da yaşananları görmek isteyen herkes canlı yayında izliyor. Şimdi bu nedenle bu iktidarın yarattığı ağır tahribatı 90’larla karşılaştırmak mümkün değil. 

Yani bugünkü tablo daha ağır diyorsunuz, doğru mu?

Yüzde yüz  90’lardan çok daha kötü. Yüzde yüz daha ağır bir tablo var ve bu bugün bitse bile bunun telafisi 10 yıllar alacak. O kuşaklarda bıraktığı izi bir barış projesiyle kapatmak yıllarımızı alacak. 

Köy yakmaları konuşuyorduk ama şimdi koskoca ilçeleri yakıp yıkıyorlar?

Beş bin yıllık Sur, binlerce savaşa şahit olmuş Sur, o ortamlarda bile yakıp yıkılmıyorken işte 100 günde yerle bir edildi. Sevgili Tahir bu mirası korumak isterken gitti sonuçta. 

“YENİ SURİYE ESKİ SURİYE OLMAYACAK”

Suriye’de savaş bittiği zaman Kürt güçleri, kanton, bağımsızlık, özerklik kazansa CHP buna nasıl bakar?

Yeni Suriye’nin eski Suriye olmayacağı kesin. Yeni Suriye’yi oluşturacak güçler de sonuç itibariyle Suriye’deki halklardır. Türkler, Araplar, Kürtler, Süryani ve diğer kimliklerdir. Sonuçta bu onların kararıdır. Onlar böyle bir şeye karar verirse Türkiye’nin buna söz söylemeye hakkı yoktur. Nasıl yaşayacaklarına demokratik bir ortamda kendileri karar verecekler. 

Türkiye, Suriye’de Kürtler 50-60 yıldır ezildiği süre boyunca sesini çıkartmamış, şimdi AKP olası bir insanca yaşama durumuna gelince neden sesini çıkartıyor. Bizim kardeşlerimiz güya, öyle demiyorlar mı? Benim yurttaşlarımın kardeşleri orada kimliksizken, vatansızken, mülkiyet hakkından yoksunken "Ey Suriye rejimi bunları ezme" denmedi, şimdi Suriye’de yaşayan halkların, kimliklerin, inançların, yurttaşların taleplerine uygun demokratik bir Suriye’de haklarına kavuşmasına kimsenin bir şey söylememesi gerekir.

“KÜRD ANASINI GÖRMESİN”

Salih Müslim bunu Kürt fobisi olarak açıklıyor…

Geçenlerde Ümit Kıvanç yazmıştı, aslında Dursun ile Temel’in hikayesi ama Türk ve Kürt üzerine uyarlanmış… Bir Türk ve Kürd idama mahkum ediliyor, cellat soruyor Kürd’e “Son isteğin nedir?”. Kürd diyor ki "anamı görmek istiyorum”. Sonra dönüp Türk’e soruyor “Peki senin son isteğin nedir?”. Türk de dönüp diyor ki “Kürd anasını görmesin”. Bu da bu fıkradaki gibi olmamalı.

“BU İNSANLAR SURİYE’DE SAVAŞ BİTERSE NE YAPACAK?”

AKP’nin Nusra ve IŞİD gibi selefi örgütlerle işbirliği yaptığı iddia ediliyor. CHP de bunu söylüyor. Zira bugün Dünya selefi cihatçılara karşı savaşırken Türkiye PYD’yi bombalamakla uğraşıyor. Türkiye’nin bu politikası Türkiye’de bir çözüm getirir mi sizce?

Türkiye Suriye’de başından beri savaş odaklı bir siyaset izledi. 2011’den bu yana Suriye rejiminin demokratikleşmesi için değil, orada rejimin değişmesi için savaş odaklı siyaset geliştiriyor. Bunun Türkiye’ye de Suriye’ye de faturası çok ağır oldu. Şu an Türkiye’de 2 milyon 700 bin göçmen var ve Türkiye bütün bu küresel cihat örgütünün hedefi haline geldi. 

Başta bütün cihatçı örgütlere IŞİD’e El Nusra’ya destek verdiler. Destekleri zaman zaman görmezden gelme oldu, zaman zaman sınırı kontrol etmeme oldu, lojistik destek sağlandı. 80 ülkeden gelen cihatçılar Türkiye üzerinden Suriye’ye girdiler. Bunlarla birlikte Türkiye’den IŞİD’e ve Nusra’ya katılanlara engel olmadılar. 

Bir rakama göre Suriye ve Irak’ta savaşan 10 bine yakın TC vatandaşı var. Şimdi bu insanlar Suriye’de savaş biterse Türkiye’ye gelip ne yapacaklar. Herhalde burada tamircilik, çiftçilik yapmayacaklar. Orada sürdürdükleri cihadı burada devam ettirmeye çalışacaklar. Türkiye’nin böyle öngörüsüz ve yanlış politikası Suriye'yi bu noktaya getirdi, umarım Cenevre’de başlayan yeni süreç Suriye’ye barış getirir. Hem bu mültecilerin dramı biter hem de Suriye’de yaşayan halkların iradesine uygun demokratik bir Suriye olur. 

“PROFİLİNE ATATÜRK RESMİ KOYMUŞ AKP’Lİ TROLLER”

Sosyal medyada yazdığınız tweetler genel itibari ile CHP’li bazı hesaplarca eleştiriliyor, hatta bazen ayarı kaçırıp küfür edenler bile oluyor. Bunu neye bağlıyorsunuz?

Evet ben birçok hakaret ve küfre maruz kalıyorum ve yazdıklarımın içeriğine dönük de bir şey yok aslında. Dilime de dikkat ederek yazıyorum, neticede ben bir siyasetçiyim. Ama araştırdım bu ağır küfürleri ve hakaretleri yapan insanlar kimlerdir diye, profiline Atatürk resmi koymuşlar, Türk bayrağı koymuşlar, çoğu AKP’li troller. Yüzde 80-90’ı Ak troll. Bunların 5000 kişilik bir ekibi var, CHP’li, MHP’li, HDP’li gibi görünen birçok hesap açmışlar ve bir algı oluşturmaya, kamuoyu yaratmaya çalışıyorlar. O gördüğünüz profillere inanmayın, onlar troll ve troliçedir. Zaten geçtiğimiz günlerde AKP’nin kurucusu olan siyasetçiler de bunlardan nasıl muzdarip olduklarını kendileri anlattı. 

Kendileri bile nefret ediyor kendi elemanlarından..

Tabi tabii, troll troliçe kavramlarını literatüre katan da onlar oldu zaten (gülüyor). Mesela, Sezgin Tanrıkulu’ndan sorumlu 100’lerce troll vardır, aralarında paylaşıyorlar, Tanrıkulu bir şey yazdığı an hemen küfür ediyor, hemen hakaret ediyorlar. Öyle çalışıyor bunlar. Ama bilsinler ki ben bunların küfürlerini kaydediyorum.